Delfi kâhiniyle ünlüymüş, tapınakta yer alan özdeyişler önemliymiş, yine burada Delfi Yazıtları bulunmuş… Ama bu kitabi bilgileri alt alta sıralamak istemiyorum. Bir daha yolum bu dağ köyüne düşecek gibi olursa, öncesinde oturup epey bir çalışır, buraları bilerek gezerim.
Delfi’ye geldiğimin herhalde ertesi günü olmalı, toplantıların düzenlendiği otelden çıkıp köyün içindeki bir lokantada yemek yemeğe karar verdim.
Sordum soruşturdum, Vakhos diye bir lokanta olduğunu öğrendim.
Bu Vakhos, toplantı için gittiğim ve gece dönüp uyuduğum iki otelin -Amalia ile Acropole- arasında olduğu, ama daha çok da müthiş bir manzara ve iyi yemek sunduğu için uğrak yerlerimden biri oldu.
Birkaç kere orada yemek yedim, hepsinden de memnun kaldım.
Ama şu Delfi’ye şöhretini kazandıran arkeoloji sohbetine geçmeden önce yemekten konuşmaya biraz daha devam edelim istiyorum.
Menüyü açıyorsunuz, ilk sayfada bir not.
Diyor ki, kullandığımız ürünlerin tamamı yerel üreticilerden tedarik edilmiştir; ardından saymış, işte şunlar şunlar Parnassus dağından, berikiler hemen ilerdeki şu köyden…
Özellikle belirtilmiş bal, yoğurt ve yeşillikler Parnassus dağından, şaraplar yine civardaki köylerden.
Yerel üreticinin desteklenmesi sürdürülebilirlik ve lezzet açısından çok önemli; yanı sıra üretimi teşvik ederek kaynakların verimli kullanımına da yol açıyor.
Kaldığım otelin kahvaltı salonundaki en çarpıcı ürün olan balın üzerinde de Parnassus’tan alındığı özellikle belirtilmişti.
Dolayısıyla, Delfi’de, Delfi ürünleriyle bezeli bir yemek yediğimi sanırım söyleyebilirim.
Yemeklere gelirsek, ben bu kuskus denen şeyden hiç hazzetmem -adında meymenet yok- o yüzden de ısmarladığım kuzunun bir kuskus yatağında gelmesinden memnun olmadım ama et de, şarap da -hatta öncesinde ikram ettikleri zeytin ezmesi bile- çok iyiydi.
Bir başka sefer lezzetli bir soğan dolması yedim.
Paçanga yapmaya çalışırken pastırmalı bir tuhaf börek yaparak bu müstesna malzemeyi değerlendirememelerine biraz kızmış olsam da zeytin tatlısına ve -tatlı içkiyle başım hiç hoş olmadığı halde- birçoğunu denediğim envai çeşit likörle vermuta bayıldım.
Yine bu lokantada yan köyün şöhreti sınırlarını çoktan aşmış peyniri “formaela”dan da yedim.
Bu peynir, hellim gibi kızartılarak yeniyor.
Lokantada sadesini yedim ama bunun en lezzetlisinin acı biberlisi olduğunu söylediler.
Peynirin yanında gelen limonun orada ne işi olduğunu anlamadım, ama buralarda birileri kızarmış peyniri üstüne limon sıkarak yemeyi tercih ediyor herhalde -Allah affetsin.
Daha sonra, bir kaçamak yapıp gittiğim Arahova’dan “formaela”nın acı biberlisinden de aldım.
Arahova demişken yemeye ara verip biraz tarihe uzanalım çünkü bu köy, 1826’da Yunanlıların Osmanlı’ya karşı kazandıkları muharebeyle biliniyor.
1821’de Mora’da büyük bir zafer elde eden Yunan isyancıları, beş sene sonra, Mustafa Bey’in komuta ettiği 2 bin kadar Osmanlı askerini Arahova’da kıstırmışlar.
Sonuç Osmanlı açısından facia olmuş, neredeyse hiçbiri kuşatmadan sağ çıkamamış.
Arahova da Delfi gibi küçücük bir köy, dar bir sokağı yürüyerek meydandan saat kulesine birkaç dakikada çıkabiliyorsunuz.
Arahova’nın güzelliği insanın gözüne bir ziyafet çekmesi.
Saat kulesinin oradan ne tarafa baksanız bir güzellik, bir nefaset sizi karşılıyor.
Şöyle bir de kahve söyleyip sabahın güneşli serinliğinde Arahova’da birkaç saat aylaklanmak, hiçbir telaş gözetmeden dükkânlara girip çıkmak…
Parnassos Dağı, Yunanistan’daki kayak merkezlerinden biri olduğundan ötürü Arahova’da kayakçıların için epey bir malzeme satılıyor.
Buradaki Etnografi Müzesi’nin önünden geçtim ama merak edip de içine girmedim.
Artık Arahova’dan çıkıp Delfi’ye dönebiliriz.
Delfi deyince her şeyden önce arkeoloji gelir.
Zaten köye Arahova istikametinden girdiğinizde de önce karşınıza arkeolojik alan çıkıyor.
Delfi, Yunanistan’da bugüne kalmış en iyi antik kentlerden biriymiş.
Apollon Tapınağı başta olmak üzere kalıntılar arasında epey bir dolaştım.
Bu gezdiğim antik kentlere dair bir şey bilmemek hep canımı çıkar.
Delfi kâhiniyle ünlüymüş, tapınakta yer alan özdeyişler önemliymiş, yine burada Delfi Yazıtları bulunmuş…
Ama bu kitabi bilgileri alt alta sıralamak istemiyorum.
Bir daha yolum bu dağ köyüne düşecek gibi olursa, öncesinde oturup epey bir çalışır, buraları bilerek gezerim.

Yorum Yazın