Her durumda olduğu gibi aslında, benim “zararlı alışkanlıklar” demeyi tercih ettiğim fakat genel geçer tabir olarak “keyif verici maddeler” şeklinde ifade edilen bu maddelerin ifadesinde de olduğu gibi yanlışlık dilde ve kullanılan kelimelerde başlıyor.
25 Haziran 2025 tarihinde, 2025’in en sıcak gününü yaşamışız. Biz, yaz seviciler için harika günler başlıyor demektir; nihayet. Gerçi “Nisan Mayıs ayları, gevşer gönül yayları” dönemini yaşayamadan direkt yaza giriş yaptık ama olsun. Bazen keskin geçişler ve keskin dönüşler bizi kendimize getirir, bir anda “N’oluyor?” deyip aslında o ana kadar farkında olmadığımız birçok şeyin farkına varırız. Bu durumu genelde stres altındayken de soğukkanlı karar alabilen kişilerde gözlemliyoruz fakat keskin geçiş ve keskin dönüşlerde bocalama eğilimi olan kişilerde, en basit hava değişimi bile birtakım bocalamalara neden olabiliyor.
“Nereden biliyorsun?” diye sormayın…
BİR HAVA DEĞİŞİMİ NELERE SEBEP OLABİLİR Kİ?
“Hava değişimi” deyip geçmeyin, Peygamberimizin “Tedbil-i mekanda ferahlık vardır.” Sözü aslında hem mekânsal hem havasal hem de ruhsal durumlara atıf yapar kanımca. O nedenle ufak bir mevsimsel değişiklik veya mekan değişimi biz insanlar için çok şeydir. Tabii, bununla nasıl başa çıktığımız da hayli büyük bir detay.
Havaların ısınması, doğanın canlanması, her yerin çiçek bahçesine dönmesi tabii ki biz insanlarda da bir uyanışa, bir coşkuya, neşeye neden oluyor. Bunun aksi, tuhaf olurdu. Fakat bu keskin geçiş ve keskin dönüş durumu, ilk paragrafımda da belirttiğim üzere kimilerinde bazı bocalamalara da neden oluyor: Sosyalleşme adı altında diğer insanların özgürlük alanını ihlal edecek şekilde sınırlarını aşma, insanları taciz edecek boyuta varan iletişim kurma çabaları, iş hayatından bedensel olmasa bile beyinsel kopuş ve hatta yaşadığımız bu hayatı “Gerçekliklerden kopuş”a varacak kadar derinlerde sorgulatan birtakım “isyan” durumları, tahammülsüzlük veya aşırı coşku hali gibi devam eden sosyal hayat normlarını oldukça zedeleyen daha fazlası sayılabilir. “Zeka” dediğimiz durum da aslında buralarda bir yerde devreye giriyor, çünkü zeka bir mantık veya matematik problemini çözmekten ziyade bulunduğu ortam ve koşullara uyum sağlayabilme kapasitesidir.
Zekanın bu şekilde tökezlediği durumları ufak ufak gözlemleyip analiz etmeye çalıştığımız, günümüz Türkiye’sinin hemen hemen her sosyal alanında karşımıza maalesef ki alkol ve uyuşturucu çıkıyor. Hepimiz hemfikiriz ki havaların ısınması ile birlikte gizli gizli “takılınan”şeyler bir cüretle “piyasa”da yerini alıyor. Hem de o kadar çekici ifadelerle yer alıyor ki, insanın bir durup “Gerçekten anladığım şeyden mi bahsediyorlar?” diye bir durup düşünesi geliyor.
Her durumda olduğu gibi aslında, benim “zararlı alışkanlıklar” demeyi tercih ettiğim fakat genel geçer tabir olarak “keyif verici maddeler” şeklinde ifade edilen bu maddelerin ifadesinde de olduğu gibi yanlışlık dilde ve kullanılan kelimelerde başlıyor.
Bir bakalım…
“Kafası çok güzelmiş.”
“Şu an kafam çok yüksek.”
“Kafamı yaşıyorum.”
“Kafam çok güzel oldu.”
“Bununla sakinleşiyorum.”
“Keyif verici madde.”
gibi baştan zaten güzellemesi yapılan ve aslında bizi içten içe, yavaş yavaş öldüren, bizde her gün biraz daha fazla beyin sisi yaratan, analitik düşünme yetimizi elimizden alan ama hasarlarını birden yaşamadığımız için aslında bize zararı olmadığını düşündüğümüz birçok zararlı maddenin hele ki bu yaz aylarında gözümüze daha da masum göründüğünü görüyorum maalesef. Çünkü genelde Ortadoğu, Avrupa, Amerika vs hiç fark etmeksizin dünyanın her yerinde eğlence=alkol, uyuşturucu şeklinde kodlanmış durumda. Bir eğlence mekanında bile alkol veya uyuşturucu almadan eğlenebilen bir insanın gerçekten eğlendiğine dahi inanmıyoruz. Ne acıklı.
Ve bu algının yine konuşma-yazma dilinde başladığını görmek de beni şaşırtmıyor. Kafanın “güzel” olması ne demek, bununla tam olarak neyi kast ediyoruz biz de bilmiyoruz. Aslında beynimizin alkol ve uyuşturucuya vermiş olduğu tepkiyi o an fiziksel anlamda ilgili görüntüleme teknikleri ile izleyebilsek yine de buna devam eder miyiz bilemiyorum, ertesi gün karaciğerimizin veya böbreklerimizin dile gelip bize anlatacak şeyleri olsa yine de ertesi gün aynı maddeleri alacak gücümüz olur muydu, bilemiyorum… Ama en azından “güzel” bir şeyler olmadığından eminim.
İŞİN ARZ-TALEP BOYUTU
“Her arz kendi talebini yaratır.” mı gerçekten? Yoksa bu “Pazar” talep edilmedikçe kendi kendine yok olacak bir arz mı? İnanın işin “Baron” kısmında değilim, beni çokça aşan durumlar. Ben işin bireysel anlamda “İnsan neden kendine bunu yapar?” boyutundayım.
Gelin, biraz da sayısal olarak inceleyelim.
Türkiye Cumhuriyeti İçişleri Bakanlığı Emniyet Genel Müdürlüğü Narkotik Suçlarla Mücadele Müdürlüğü’nün hazırlayıp sunmuş olduğu 2024 yılı “Türkiye Uyuşturucu Raporu-Eğitimler ve Gelişmeler” isimli çalışmada sunulduğu üzere Türkiye’de 1997 yılında doğrudan madde bağımlılığı nedeni ile ölen kişi sayısının 941, 2018’de 657, 2019’da 342, 2020’de 314, 2021’de 270, 2022’de 246, 2023’te ise 300 olduğu görülmekte. Sayılarda hissedilir bir düşüş görülse de “doğrudan madde bağımlılığı nedeniyle ölüm” 1 kişiyle sınırlı bile olsa korkunç bir durum. Ayrıca madde bağımlılığının sosyal çevreye olan doğrudan olumsuz etkisi de yadsınamaz.
Ve bu ölümlerin %92.3’ün erkek %7,7’nin de kadınlarda gerçekleştiği görülmekte. Bu ölümlerin 185’inin çoklu madde kullanımı nedeniyle gerçekleştiği de raporda yer almakta. Yani kişi tek madde ile yetinmemiş, birçok maddeyi aynı anda kullanarak kendi ölümüne sebep olmuş.
2023 yılında gerçekleşen madde kullanımına bağlı 300 ölümün 148’inin metamfetamine, 42’sinin eroine ve 89’unun ecstasy’ye bağlı olduğu da raporda verilen bilgiler arasında. Sanırım esrar ve diğer uyarıcı ilaçların “Güzellemesi” de tam olarak burada başlıyor. Esrar maddesinin “yavaş yavaş” öldürme huyunun fark edilmeyişi onu “Ama kafamız nasıl güzel” şeklindeki tabirde “güzelleştiren” etken olarak ele alınmasına neden oluyor. Konuşma ve yazma dilinde başlayan bu “hafifletici sebepler”i ifade etmek için kullanılan “Güzel” kelimesi birden bire bütün olumsuzlukları “güzelleştiriyor.”
Ta ki bir gün bir doktordan “Demans başlangıcı” gibi bir teşhis duyana kadar sanıyorum.
O güne kadar hayatın diğer güzelliklerini keşfedebilmek, güzelliği “etken” maddelerde aramamak ve Yunus Emre’nin de dediği gibi “Güzel sevmeye geldim.”in hakkını verebilmek dileğiyle.

Yorum Yazın