Sadece siyasi figürlere değil, tüm mantığım ve kalbimle dilerim ki hepimiz ölümümüzden sonra Sayın Başkan gibi anılalım. Seçimler kazanılır, seçimler kaybedilir;ki kaybedilecek de… Önemli olan bizi insan yapan, bizi hayvanlardan ayıran 1 beyin ve 1 kalbi aynı anda işleve sokabilmek.
Bugünlerde beynin çalışma prensibi ile ilgili çok fazla düşünüyorum. Teknik olarak bir psikiyatrist, bir terapist, bir psikanalist veya bir cerrah kadar tabii ki bilgi sahibi değilim. Bu yazıyı da yine “teknik anlamda bir beyin cahili” olarak yazıyorum. Hocalarımın affına sığınırım…
Fakat bir insan olarak hepimizin “Hayatımda ve beynimin çalışma durumunda ne oluyor? Neden bu düşüncelere fazlaca kapılıyorum?” dediği, kendisine başka bir insanın gözünden bakmaya çalıştığı o kaotik dönem mutlaka vardır. Ben de sanırım öyle bir dönemden geçiyorum.
Aslında akademik anlamda çalıştığım dönemlerde yaptığım araştırmalarda ve okuduğum kaynaklarda kendime en fazla yakın bulduğum ve adının anıldığı her yerde neredeyse ayağa kalkacak kadar kendisine saygı duyduğum Freud beni her zaman beynin çalışma işlevselliğine getirdiği bakış açısı ile fazlaca etkilemiştir. Ben de kendisi gibi bir “bilinç altı” aşığıyım. Yine aynı şekilde Jung’un “İnsan yaşamının bilinçli evreleri bir araya toplansa, toplam sürenin ancak yarısına ya da üçte ikisine ulaşır; gerisi bilinçaltı yaşamı oluşturur: yani gece uykuda geçirilen süre ile gündüzleri bilincimizin dışında kalan saatler” ifadesi beni oldukça sarsmıştır. Bilinçaltına bu kadar önem atfetmek bana her zaman en mantıklı seçenek olarak gelmiştir çünkü insan davranışlarının altında yatan asıl sebeplerin her zaman “satır aralarında” yattığına inanıyorum. Örneğin Freud’un “Dil sürçmeleri” hakkında yaptığı tespitler bana her zaman karşımdaki insanın duygu ve düşünce yapısı hakkında en doğru yolu işaret etmiştir.
Buradan hareketle, başta kendim olmak üzere insanların hem kendi ikili özel ilişkilerinde hem de siyasi ideoloji seçimlerinde tercih ettikleri ifade yolları bu dönem fazlaca ilgimi çekmekte. Ve bu düşüncelere kapılırken de aktif siyasette bulunan birçok figürü gözümün önünden geçiriyorum; söylemleri, yaptıkları, vaatleri, sözleri, hakaretleri, seçimleri… Beyin nerede devreye giriyor, kalp nerede devre dışı oluyor gibi sınırını asla kavrayamadığım bir sürü soru geçiyor aklımdan.
ANALİTİK DÜŞÜNCE Mİ KALP GÖZÜ MÜ?
Bu tartışmayı yaparken sanki bir taraf seçmek zorundaymışız gibi “Ya beyin ya kalp” gibi bir yanlışa da düştüğümüzü düşünüyorum. Özellikle aktif siyasetle “uğraşan” bireylerde gözlemlediğim kadarıyla “beyin” kapıdan girdiği an “kalp”in arka kapıdan çıkması gerektiği gibi bir zorunluluk var sanki. Ve bunun iki yüzlü boyutu ise daha acı: “İmaj çalışmalarında “kalp”li siyasetçiyi oynamak.” Fakat kapalı kapılar ardında “Siyaset böyle bir şey.” Veya “Siyaset yapmak istiyorsan bu şekilde davranmak zorundasın.” Gibi o anı kurtarıcı ama “kalp”i çöpe atan söylemlerde bulunmak. Hayatın bize bu iki yoldan birini zorunlu kıldığını farz edip ikisinden birini seçmek zorundaymışız gibi davranmak…
Halbuki bir siyasi figür seçim ve söylemlerinde her şeyde olduğu gibi bu iki insani durumu da dengede tutarak başarı sağlayacağını unutuyor.
İşte tam da bu noktada Sayın Zeyrek gibi her kesimden kalp ve beyin kazanabilmiş siyasetçilerin duygusal zekalarının çok dengede olduğu kanısına varıyorum. Tıpkı Büyük Üstad Nizamülmülk’ün Siyasetname’sinde bahsettiği “O Lider” gibi kararlarını zalimce olmadan ve analitik şekilde alabilen, halkının refahını her şeyin üstünde tutan, çalışanlarının emeğini heba etmeyen ve anlık çıkarları doğrultusunda prensiplerinden ödün vermeyen o “İdeal Hükümdar” gibi.
Bu yazım biraz da Manisa Büyükşehir Belediyesi Merhum Başkanı Ferdi Zeyrek’in ölümü üzerine tetiklendi. Sayın Başkan’ın cenaze görüntüleri hepimizin içini dağladı desem abartmış olmam sanıyorum. Uzun zaman sonra her siyasi ideoloji fanatiği tarafından bu denli sevilmiş ve saygı görmüş bir başkan gördük. Hepimizin kulaklarında yer eden “Onun çocukları vardı, Allah onun yerine benim canımı alsaydı.” Diyen bir teyze vardı örneğin. Bakın, bu bir insanın ölümünden sonra söylenebilecek en yüce sözlerden biridir. Deli Dumrul hikayesini bilirsiniz, kendi canının yerine can bulmaya çalışan Deli Dumrul’a kendi anası babası değil onu seven kadın canını vermeyi kabul etmiştir. Sevginin boyutunu anlayın… İşte bu teyze de Sayın Başkan’ı öyle sevmiş; ona minnet duymuş, ona şefkat beslemiş, ona vefa borcu hissetmiş ve en önemlisi ona güvenmiş. 2025 yılı Türkiye’sinde özellikle herhangi bir siyasetçiye karşı geliştirmesi en zor duygu “Güven”ken, Merhum Başkan nasıl olmuş da bunu binlerce insanın kalbine yerleştirmiş?
Bakın, gayri ihtiyari “Kalbine” dedim. Çünkü biz insanoğlu olarak herhangi bir duygunun beyinle değil kalple bağlantılı olduğunu düşünüyoruz her zaman. Fakat kalpteki duygunun oluşmasını sağlayan ve bunu besleyen şeyin beyinde oluşan düşünceler ve bu düşünceler sonucu oluşan davranış biçimleri olduğunu unutuyoruz. En büyük yanlışı belki de “Ya beyin ya kalp” şekildeki seçenek zorlaması şeklinde yapıyoruz. Bir karar verilecekse muhakkak bir matematik problemi çözercesine duygularımızdan arınıp “Bu şekilde olmalı” şeklinde sonuçlar üretiyoruz veya bir duygu durumunda “kalbim böyle söylüyor.” Diyerek beyni devre dışı bırakıyoruz.
İşte tam da bu noktada Sayın Zeyrek gibi her kesimden kalp ve beyin kazanabilmiş siyasetçilerin duygusal zekalarının çok dengede olduğu kanısına varıyorum. Tıpkı Büyük Üstad Nizamülmülk’ün Siyasetname’sinde bahsettiği “O Lider” gibi kararlarını zalimce olmadan ve analitik şekilde alabilen, halkının refahını her şeyin üstünde tutan, çalışanlarının emeğini heba etmeyen ve anlık çıkarları doğrultusunda prensiplerinden ödün vermeyen o “İdeal Hükümdar” gibi.
Bu demek değil ki lider, hükümdar tamamen hisleri ile hareket etsin, sadece kalbini dinlesin. Günün sonunda zaten varmak istediğimiz yer mantık ve duygu dengesini kurabilmek. Evet, satranç oynamak her zaman bize bir sonraki hamleyi tahmin etmeyi öğretir ve bu da bize hayatta çok şey katar fakat “Strateji” yapmak, akıl oyunlarına başvurmak bununla aynı şey değildir. Belki o da bizi hayatta tutar, günü kurtarmamızı sağlar ama bununla birlikte çok da şey kaybettirir; insanların güvenleri ve saygıları gibi. Ve siyaset çok uzun bir yoldur…
Sadece siyasi figürlere değil, tüm mantığım ve kalbimle dilerim ki hepimiz ölümümüzden sonra Sayın Başkan gibi anılalım. Seçimler kazanılır, seçimler kaybedilir; ki kaybedilecek de… Önemli olan bizi insan yapan, bizi hayvanlardan ayıran 1 beyin ve 1 kalbi aynı anda işleve sokabilmek.
Sayın Başkan’a rahmet ve saygılarımla…

Yorum Yazın