Yapılan araştırmalarda CHP kadar olmasa da AKP’nin de yükseldiğini görüyoruz. Peki nasıl oluyor bu? Bu yükselişte kuşkusuz en önemli motivasyon kaynağı Erdoğan’ın kimlik siyasetini merkeze alarak CHP’yi ötekileştirmesidir. Yani kutuplaşma siyasetidir.
Bu yolun bir ucunda inançlarına uygun yaşayan Müslüman bireylik, diğer ucunda iktidar merkezli lümpen particilik var
19 Mart’tan sonra yapılan araştırmalar geçtiğimiz haftadan itibaren yayınlanmaya başladı. Araştırmaların birkaç sonucu öne çıkıyor.
İlki, kararsızlarda göreli olarak azalma. İkincisi ana muhalefet partisi CHP’nin yükselişi. Üçüncüsü ise CHP ile birlikte AKP’nin de yükselişi.
19 Mart sonrası gelişmelerden sonra CHP’nin yükselişi anlaşılabilir. Ancak araştırmalarda oransal olarak CHP kadar olmasa da, AKP’nin de yükselişi.
Peki bu normal mi?
Dahası nasıl olabiliyor?
19 Mart’ta İmamoğlu merkezi operasyon ve ardında da tutuklanması, sadece CHP tabanında değil farklı toplumsal kesimlerden tepkiler geldi. Saraçhane’de, Maltepe’de ve ülkenin farklı illerindeki meydanlarda bunu gördük.
CHP’nin araştırmalarında yükselişi bu açıdan anlaşılabilir.
Peki AKP’nin yükselişini nasıl açıklayabiliriz?
Bu yükselişte kuşkusuz en önemli motivasyon kaynağı Erdoğan’ın kimlik siyasetini merkeze alarak CHP’yi (ve diğer muhalefeti) ötekileştirmesidir. Yani kutuplaşma siyasetidir.
Burada mesele sadece Erdoğan başta olmak üzere hükümet mensuplarının konuşmaları değil bu konuşmaların toplumun en kılcal damarlarına kadar iletilmesinin aracı olan medya (özellikle görsel) ve Diyanet’in ideolojik işlevidir.
TRT başta olmak üzere iktidara yakın medyanın Erdoğan’ın tüm konuşmalarını canlı vermelerinden başlayarak, haber kanallarında her akşam CHP merkezli –ve tabi olumsuz öğelerin öne çıktığı- tartışmalar, yine CHP elitleri arasında olmayan tartışmaları varmış gibi göstermeleri, İmamoğlu soruşturmasında gerçekliği tartışmaları iddia ve görüntüleri sıkça yayınlanması ama en önemlisi de CHP’nin iktidara geldiğinde sosyal yardımlar başta olmak üzere destekleri keseceği, başörtüsünün gene yasaklanacağı gibi gerçek olmayan korlular üzerinden tabanını konsolide ediyor.
Bunun için de meydanlarda toplanan kalabalığı gösteriyor.
Erdoğan’ın son konuşmalarında sanki CHP ve muhalefet bir bütün olarak ekonomik sorunları dile getirmiyormuşçasına sadece içki fiyatlarını eleştiriyormuş gibi, “Affedersiniz, rakının, viskinin, biranın, şarabın fiyatını dert ediyorlar” sözleri bu politikanın en sarih ifadelerinden birisidir.
Burada hedef kuşkusuz “içki” üzerinden tabanını konsolide etmektir.
Hatta bunun için farklı toplumsal kümelerden meşruiyet üretmeye çabalıyorlar. Erdoğan ve iktidar modelini savunan gazetecisinden akademisyene, sivil toplum temsilcisinden sanatçısına kadar farklı toplumsal kümlerden insanlar bir anlamda kimliksizleşerek partili olmadan lümpen AKP’liye dönüştüler. Becerileri ile değil parti/devlet savunusu ile yüksek bir hayat standardına sahip bir toplumsal sınıf ortaya çıktı. Bu yüzden olsa gerek bulundukları her ortamda Erdoğan’ı, AKP’yi AKP’li siyasilerden daha çok savunuyorlar, savunmak zorunda hissediyorlar.
Bunun gibi örnekleri çoğaltmak mümkün.
Yine bu mesajları destekleyen söylemleri Cuma hutbelerinde de görüyoruz.
En son geçen Cuma günü kadın ve erkeğin gerek kamusal alandaki arkadaşlıklarını, yan yana olmalarını, aynı evde birlikte bulunmalarının bir anlamda günah olduğunu ilan etti.
Bu söylemlerin hepsi kimlik siyaseti, kültürel farklılık üzerinde iktidar tabanını konsolide olmasını sağlamaktadır. Erdoğan ve iktidar toplumsal fay hatlarının her birini kullanıyor ve kullanmaya devam edecek.
Muhalefet bu düzeni değiştirmek isterken Erdoğan partisinin tabanının konsolide etmeye çalışıyor.
23 yıllık iktidarın sonunda, ülkenin yaşadığı ekonomi başta olmak tüm sorunlar sanki kendi eserleri değilmiş gibi çözme iradesi ortaya koymaya çalışıyorlar.
Bugün Türkiye yaşanan ekonomik kriz, sosyolojik düzlemde bakıldığında en çok AKP’ye oy vermiş, verecek olan mütedeyyin ve muhafazakâr tabanı etkilemekte, onları yoksullaştırmakta ve fakirleşmektedir.
EN ÇOK KİM FAKİRLEŞİYOR?
İşte CHP ve muhalefetin, Erdoğan’ın bu siyasetini veri alarak siyaset üretmesi gerekmektedir.
Muhalefetin şunu güçlü biçimde vurgulamasında yarar vardır.
Bugün Türkiye yaşanan ekonomik kriz, sosyolojik düzlemde bakıldığında en çok AKP’ye oy vermiş, verecek olan mütedeyyin ve muhafazakâr tabanı etkilemekte, onları yoksullaştırmakta ve fakirleşmektedir. Dahası AKP bunu siyaseten tercih etmekte, yoksulluğu da merkezi idare yardımları üzerinden oy potansiyeli olarak görmektedir.
Yani ekonomik krizi, sadece CHP’liler, İyi Parti’liler, diğer partililer yaşamıyor. AKP ve MHP’liler dahil tüm Türkiye bundan nasibini alıyor.
Bu gerçeği göz önüne alarak AK Parti’ye samimi olarak oy veren, vermeyi düşünen muhafazakârlara ve mütedeyyinlere sormak durumundayız;
Ekonomik kriz sizlerin gündemi değil mi?
Hayat pahalılığı, işsizlik onların gündemi değil mi?
Adaletsizlik, hukuk onların gündemi değil mi?
Çocuk tacizleri, kadınların öldürülmesi onların gündemi değil mi?
Ülkede bir bütün olarak yaşanan ahlaki erozyon onların gündemi değil mi?
Ben olduğunu düşünüyorum.
Bütün mesele siyasi, kültürel ve dinsel kimliklerimiz farklı olsa da onlarla yani AKP tabanı ile aynı dili konuşabilmek, sorunlarımızın ortaklığını anlatmaktır.
Bu yüzden CHP siyaseten izleyeceği hat kutuplaşmaya karşı siyaseten kapsayıcı, siyasi dil olarak da samimi olmaktan geçmektedir.
Kısaca mütedeyyin ve muhafazakârlar gelecekte iktidar merkezli bir particilik ile inancını yaşayan Müslüman birey olma arasında bir tercih yapacaklar.
ZOR SINAV
Bununla birlikte bir tartışma başlığını da AKP’ye oy veren, vermeyi düşünenlerin içinde olduğu mütedeyyin ve muhafazakârları önünde olduğu yol ayrımına ayırmak gerekmektedir. Bu yol ayrımı, siyasi değil daha temelde ahlaki bir sınavdır.
Bu sınavı, hangi dinsel cemaate bağlı olursa olsun, hangi siyasal görüşe yakın olursa olsun tüm mütedeyyin ve muhafazakârlar verecek. Mütedeyyin ve muhafazakârların sınavı kamusal alanda seküler dünyanın parçası mı olacaklar yoksa AK Parti ve devletinin dönüştürdüğü demokrasi, özgürlük ve adaletin olmadığı topluma, devletten aldıkları yardımların karşılığında sisteme itaat mi edecekler?
Mütedeyyin ve muhafazakârların tercihinin bir ucunda samimi olarak inanan ve inandıklarını kamusal alanda yaşamak isteyen, Müslüman birey/cemaat olmak var. Diğer ucunda İslami bir kimlikle tüm varlığını parti/devlete bağlamış, eleştirel aklı kaybetmiş, onun çizdiği sınırlar içinde yaşamayı ideolojik olarak tercih etmiş lümpen partililik var.
Kısaca mütedeyyin ve muhafazakârlar gelecekte iktidar merkezli bir particilik ile inancını yaşayan Müslüman birey olma arasında bir tercih yapacaklar.

Yorum Yazın