Aile, din ve devlet gibi kurumlar, tarihsel süreç içerisinde insani ilişkiler, roller ve çatışmalar sonucu evrilerek ortaya çıkmışlardır. Aile, insanüstü ve ötesi bir kurum değildir. Aile, tamamen insan ürünü bir kurumdur. Ailenin kutsallaştırılması ve insanüstüleştirilmesi, aile kurumunu anlamamak anlamına geldiği gibi, aileye kutsal adına müdahalelerde bulunmak aileyi huzursuz etmeye neden olmaktadır. Aile, tamamen insani bir kurumdur ve ilişkidir.
Aile kurumunun oluşumunda ve şekillendirilmesinde ataerkillik belirleyici olmuştur. Erkeğin egemenlik alanı olarak inşa edilen ailede, kadın ve erkek arasında şefkat, merhamet ve huzur bulunmamaktadır. Bugün dünyada şiddetin en fazla işlendiği yerler, karakol ve ailedir. Aile hakkında yapılan kutsallaştırıcı ve yüceltici konuşmalarla ve dayatmalarla, aile içindeki şiddetin ve vahşein konuşulmaması, tartışılmaması, ifşa edilmemesi ve karartılması sağlanmaktadır. Ailenin karanlık tarafı, ailenin merkezinde sürekli huzursuzluğa neden olmaktadır.
Her insani kurum gibi, ailenin de alternatifi olan ilişkiler ve yapılar inşa etmek mümkündür. Aile alternatifsiz bir kurum olarak dayatılarak ne yaşarlarsa yaşasınlar, kadınlar ve erkekler, tek bir yaşam biçimine mahkum edilmektedirler. Aile tiranlığı, aileyi kadının ve erkeğin hapishanesi haline getirmektedir. Aile, insan ilişkilerinin gerçekleştiği tek bir yapı değildir. Aile, birçok insani kurum arasında varolan birçok kurumdan biridir. Aile, birçok seçenekten bir tanesidir. Aile, tek kader değildir. Ailenin seçenek olarak değil kader olarak dayatılması, kadını ve erkeği boğan, kapatan, küçülten ve acizleştiren bir hayatı yaşamaya mahkum etmektedir. Yaşanmamış hayatlar, kadını ve erkeği huzursuz etmektedir. Kadınlar ve erkekler, aileye hayatlarını yaşayamadıkları yerler olarak bakmaktadırlar. Hayatlarını yaşamalarına engel olarak görmelerinden dolayı erkekler ve kadınlar arasında, aileye karşı antipati artmakta ve hayatlarında olumsuz giden her şeyden dolayı aileyi suçlamaktadırlar.
İnsanın, doğuştan belirlenmiş bir doğası yoktur. İnsanın doğuştan belirlenmiş bir doğası olduğundan hareketle belirli bir doğmaya, kimliğe ve kültüre göre çok erken yaşlardan itibaren çocukları şekillendirme, eğdirme ve geriletme misyonunun ve sorumluluğunun aileye dayatılması, çocukları büyüdüklerinde aileden uzaklaştırmakta ve yabancılaştırmaktadır. Doğma, gelenek, milliyet, devlet ve kimlik gibi kavramlar, aileyi çocuk üzerine kayyum olarak atamaktadır. Çocuk, anne-babanın, dinin, devletin, milletin malı ve mülkü değildir. Çocuklar, insan onuru ve özgürlüğüne sahip bireylerdir. Çocuklara, özgür bireyler olarak bakmak yerine ailenin, doğmaların ve devletin malı olarak yaklaşılması, aile içinde yer alan herkesi huzursuz etmektedir. Huzurlu olmak için aileyi korumak adına çocuklara musallat olma saplantısından vazgeçmek lazımdır.
Kadın ve erkek arasında insani bir birlikteliğin olması için kadın-erkek eşitliğinin esas alınması gerekmektedir. Kadın-erkek eşitliği, bütün insani ilişkilerin başı, ortası ve sonudur. Aile kurumu, kadın-erkek eşitliğine değil, kadın-erkek arasında yapay bir şekilde kurgulanan ayırımcılığa ve hiyerarşiye dayanmaktadır. Erkeğin kadının üstü ve hakimi olduğu anlayışı etrafında oluşturulan aile, eşitlikçi bir insani kurum olmak yerine ataerkil, cinsiyetçi ve ayrımcı bir yapıdır. Ataerkillik, aileyi huzursuz etmektedir.
Aileye yapılan müdahaleler, hep aileyi koruma adına yapılmaktadır. Ailenin koruyuculardan ve kurtarcılardan kurtarılması lazımdır. Aile koruyucusu, kurtarıcısı ve bekçisi olduğunu zanneden kişiler, kurumlar ve kaynaklar, insanın yaratılıştan gelen bir doğası olduğunu ve bu doğanın bozulmadan devamı için aileyi koruma görevlerinin olduğunu iddia etmektedirler. Aileyi korumaya ve kurtarmaya kalkanların esas amacı, aile huzurunu sağlamak değildir. Aile koruyucusu ve kurtarıcısı olduğunu iddia edenlerin esas amacı, aile huzuru değil, aile üzerindeki hakimiyettir.
Aile üzerinde hakimiyetlerini korudukları sürece hegemonik güçlerin, toplum, din, ekonomi, ticaret ve siyaset üzerindeki hakimiyetlerini korumaları mümkün olmaktadır. Aile, hakimiyet mücadelelerinin alanı haline haline getirildikçe, ailedeki huzursuzluğun sonu gelmemektedir. Aileyi huzursuz eden temel neden, aile üzerinde yürütülen siyasal, cinsel, sosyal, kültürel, ekonomik hakimiyet mücadelesidir. Hakimiyet mücadelesi devam ettikçe ailenin huzura kavuşması mümkün değildir. Hakimiyet mücadelesi olduğu sürece aileye huzur yok!

Yorum Yazın