19 Mayıs’ı bugünden kutlamanın tek meşru yolu, onu yeniden kurmaktır. Bayramın politik anlamı; tarihsel koreografilerde değil, bugünün gençlerinin siyasal taleplerinde saklıdır. Bu talepler; temsiliyetin ötesinde karar alma, söz kurma, siyaset yapma hakkına dair taleplerdir.
Türkiye’de 19 Mayıs, yalnızca bir tarihsel dönüm noktası değil, aynı zamanda gençliğe dair siyasal tahayyüllerin ve iktidar ilişkilerinin kristalleştiği bir gündür. Bu tarih, gençliğin özneleşmesinin hafızasıyla birlikte, aynı zamanda nasıl yeniden edilgenleştirildiğinin de izini taşır. Gençliğin bir siyasal özne olarak tanınması ile beden, disiplin, itaat ve temsil üzerinden yeniden tarif edilmesi arasında, ideolojik ve kurumsal bir gerilim hattı mevcuttur.
Bu yazı, 19 Mayıs’ı yalnızca bir “anma” olarak değil; gençliğin özneleşme hakkını ve buna yönelmiş ideolojik müdahaleleri analiz eden bir politik perspektifle ele alır. Temel çıkış noktası şudur:
Gençlik, toplumsal iktidar düzeneklerinin hem hedefi hem taşıyıcısıdır. Ve bu ikili konum, 19 Mayıs’ta tüm açıklığıyla görünür hale gelir.
19 Mayıs’ın Ortaya Çıkışı
Mustafa Kemal Atatürk’ün 1919’da Samsun’a çıkışı, yalnızca askeri bir direnişin değil, siyasal yeniden kuruluşun da başlangıcıydı. Bu sürecin taşıyıcı kadrosu gençlerdi: subaylar, aydınlar, örgütçüler. 1938’de 19 Mayıs’ın Gençlik ve Spor Bayramı olarak ilan edilmesi, bu hafızanın kurumsal ifadesidir.
Fakat bu hafıza, sonrasında giderek ritüelleşmiş, sterilize edilmiş ve ideolojik olarak yeniden yazılmış bir yapı haline gelecektir. Foucault’nun tabiriyle, “hafızanın yönetimi”burada devreye girer: geçmişin belli parçaları görünür kılınırken, siyasal radikalliği sistematik olarak silinir.
1936–1980: Gençliğin Kurucu Özneden Disiplinli Gövdeliğe İndirgenişi
1. Kurumsallaşma: Bedenin Disipline Edilmesi
1936 sonrası devlet, gençliği artık yalnızca kurucu değil; yönetilmesi, disipline edilmesi ve kontrol altında tutulması gereken bir unsur olarak çerçeveler. 1936’da kurulan Beden Terbiyesi Umum Müdürlüğü, yalnızca spor faaliyetleri değil, gençliğin bedensel disiplini üzerinden ulus-devlet tahayyülünün işletildiği bir araç olur.
Bu süreç, Foucault’nun “disipliner iktidar” kavramıyla açıklanabilir:
“Bedenler üzerinde işleyen iktidar, onları itaatkâr, üretken ve kontrol edilebilir hale getirir.”
19 Mayıs, bu bağlamda yalnızca bir hatırlama değil; bir performans, bir koreografi, bir beden politikasıdır. Gençlik, artık sahnede yer alan ama hiçbir kararın öznesi olmayan bir figür haline gelir.
2. Althusser ve İdeolojik Aygıtlar: Bayramın Devletleşmesi
Louis Althusser’in “ideolojik aygıtlar” teorisi, 19 Mayıs’ın devlet eliyle nasıl bir yeniden üretim aracına dönüştüğünü anlamamıza imkân tanır. Althusser’e göre okul, medya, aile gibi aygıtlar; bireyleri devlete tabi kılacak biçimde şekillendirir. Bayramlar da bu aygıtlardan biridir.
19 Mayıs, gençliği “vatandaş” haline getirmekten çok, devletin tanımladığı biçimde yurttaşlaştırma işleminin bir parçasıdır.
Özellikle 1960–1980 arasında yükselen devrimci gençlik hareketlerinin bastırılması ve bayramların militarist, ritüelci biçimlerde yeniden düzenlenmesi, bu ideolojik dönüşümün somut yansımasıdır.
1960–1980 Arası: Gençliğin Kendi Bayramını Kurması, Devletin Tekeline Direniş
1950’lerin sonunda yükselen öğrenci hareketleri, Türkiye’de gençliğin yalnızca demokratik talepleriyle değil, siyasal özne olarak kamusal sahnede görünür olmasıyla da yeni bir dönemin kapısını araladı. 28 Nisan 1960’ta İstanbul Üniversitesi’nde Turan Emeksiz’in polis kurşunuyla öldürülmesi, devlet şiddetinin gençlik üzerindeki ilk açık örneklerinden biri oldu. Bu olay, gençliğin devlet tarafından “yönetilmesi gereken” değil, bizzat bastırılması gereken bir tehdit olarak kodlandığını gösterdi. Bu olaydan yalnızca bir ay sonra, 27 Mayıs darbesi gerçekleşti. Ancak bu darbe, gençlik hareketinin taleplerini değil; yalnızca varlığını istismar ederek “yeniden düzenleme” iddiasını taşıdı.
1960 sonrasında gençlik hareketi, yalnızca tepki veren değil; siyasal tahayyül kuran, örgütlenen ve bayramları dahi devletten geri alan bir kolektif güce dönüştü. 19 Mayıs, bu kuşak tarafından yalnızca “resmi” bir tören olarak görülmedi. Öğrenci dernekleri, sol/sosyalist gruplar, devrimci örgütlenmeler bu günü halkçı, anti-emperyalist ve demokratik bir içerikle yeniden kutlamaya başladı.
Özellikle 1968 kuşağı ile birlikte, Deniz Gezmiş, Taylan Özgür, Mahir Çayan gibi figürler, 19 Mayıs’ı artık yalnızca geçmişi değil, geleceği kuracak bir devrimci belleğe dönüştürdüler. “Tam Bağımsız Türkiye” mitinglerinde, öğrenci işgallerinde, sendikalarla ortak forumlarda 19 Mayıs, devletin değil halkın günüdür şiarıyla sahiplenildi.
Bu sahiplenme, yalnızca ideolojik değil; tören pratiklerine de yansıdı. Devlet törenlerinden ayrı yapılan yürüyüşler, alternatif bildiriler, halk kürsüleri ve öğrenci kortejleriyle 19 Mayıs gençlerin politik iddiasına bürünmüş bir mücadele gününe dönüştü.
Ancak bu süreç, 1980 darbesiyle birlikte son buldu. 1981’de “Atatürk’ü Anma” ifadesi 19 Mayıs’a eklendi. Bu yalnızca isimdeki bir değişiklik değildi; bu, zihinsel şemanın el değiştirmesiydi. Artık 19 Mayıs, gençlerin değil; devletin kurtardığı bir gün olarak çerçevelenecekti.
Törenlerin içeriği değiştirildi. Koreografiler sıkılaştırıldı, protokol kuralları yaygınlaştırıldı, halk kürsüleri susturuldu. Gençlik artık bu bayramda yalnızca “temsil edilen”, “yer gösterilen”, “okul formasıyla hizaya sokulan” bir nesne haline getirildi. Kolektif özne değil; ritüelin parçası.
Bugün AKP rejimi altında gençlik, bir yandan karar alma süreçlerinden dışlanmakta; diğer yandan devlet-dışı mekanizmalarla kuşatılmaya çalışılmaktadır. Ancak gençliğin tarihsel ve politik direnci, bu çerçevelere sığmayacak kadar güçlüdür.
1981 Sonrası ve AKP Dönemi: Gençliğin Denetimi, Dönüştürülmesi ve Direnişi
1980 darbesiyle birlikte gençliğin siyasal, akademik ve kamusal alandaki özneliği sistematik şekilde bastırıldı. Üniversiteler YÖK ile denetim altına alınırken, öğrenci hareketleri dağıtıldı; gençliğin talepleri değil, sessizliği teşvik edildi. 1980 sonrası inşa edilen bu baskıcı yapı gençliğe dair kamusal hafızayı dönüştürdü. 19 Mayıs gibi sembolik günler, bu dönemin ideolojik aygıtları haline geldi.
2002 sonrasında iktidara gelen AKP hükümeti, gençliği başlangıçta kalkınmanın öznesi gibi sunarak yeni bir hegemonya kurdu. Ancak bu hegemonya, gençliği bir yandan “milli ve manevi değerler” söylemiyle, diğer yandan neoliberal girişimcilik ideolojisiyle biçimlendirdi. Gençlik politikaları, cemaatler, vakıflar, gençlik merkezleri ve yandaş fonlama mekanizmaları üzerinden yeniden inşa edildi.
“Dindar ve kindar nesil” hedefi, gençliği eleştirel değil; sadakatle bağlı, itaatkâr ve milliyetçi bir figür olarak konumlandırmayı amaçladı. Bu süreçte gençlik, piyasa koşullarına uyum sağlayan bireyler olarak teşvik edilirken; ifade özgürlüğü, protesto hakkı ve üniversite özerkliği sürekli tehdit altında tutuldu. KYK borçları, genç işsizliği ve güvencesiz çalışma, geniş gençlik kesimleri için yapısal bir yoksullaşma ve belirsizlik yarattı. Aynı zamanda politik katılım alanları daraltıldı, öğrenci kulüpleri kapatıldı, kampüsler polisleştirildi. Sosyal medya kullanımı dahi denetime ve baskıya tabi kılındı.
Ancak bu baskıya rağmen gençlik sürekli yeniden sahneye çıktı: 2013 Gezi Direnişi, gençliğin yalnızca tepki değil, toplumsal tahayyül kurabilen bir aktör olduğunu gösterdi. 2021 Boğaziçi Direnişi, üniversitelerin siyasallaşmasının bastırılamayacağını ve özerklik talebinin gençlik mücadelesinin merkezinde olduğunu kanıtladı. 19 Mart 2025’ten sonra gelişen gençlik mobilizasyonları ise, sistematik dışlanmaya karşı kararlılık ve kolektif iradenin sürekliliğini ortaya koydu.
Bugün AKP rejimi altında gençlik, bir yandan karar alma süreçlerinden dışlanmakta; diğer yandan devlet-dışı mekanizmalarla kuşatılmaya çalışılmaktadır. Ancak gençliğin tarihsel ve politik direnci, bu çerçevelere sığmayacak kadar güçlüdür.
“Hangi Genç?”: Bayramdan Dışlananlar, Siyasetten Kovulanlar
GoFor’un 2025 yılında yayımladığı Hangi Genç? başlıklı izleme raporu, Türkiye’de gençlerin yaşadığı yapısal dışlanmayı hem niteliksel hem niceliksel verilerle ortaya koyar. Bu rapor, gençliğin yalnızca bir “sosyal grup” değil, sistematik biçimde kamusal alanın dışına itilen, politik özneleşmesi engellenen bir sınıf olduğunu belgelendirir.
Raporun ortaya koyduğu temel bulgular:
• Barınma krizi: Yurt, konut ve ev kiralarındaki artış nedeniyle özellikle üniversite öğrencileri sokakta, parkta, derme çatma yapılarda barınmak zorunda kalıyor.
• İfade özgürlüğü ihlalleri: Sosyal medyada fikir beyan eden, eyleme katılan, üniversitede söz hakkı isteyen gençler gözaltına alınıyor, uzaklaştırılıyor veya fişleniyor.
• Örgütlenme hakkı: Öğrenci kulüpleri kapatılıyor, sendikalaşma çabaları bastırılıyor, kampüslerde muhalif öğrenci varlığı hedef gösteriliyor.
• Kürt, kadın ve LGBTİ+ gençler: Bu gruplar için “gençlik” kategorisi içinde dahi eşit temsile yer verilmiyor; bayrak törenlerinde, resmi temsilde, kamu hizmetlerinde bu kimlikler ya görünmez kılınıyor ya da kriminalize ediliyor.
Bu durumun doğrudan sonucu şudur: 19 Mayıs gibi bayramlar, birçok genç için temsil edilmenin değil, dışlanmanın tarihsel mekanları haline geliyor.
Tören alanında olmayanlar, karakolda, yurtta, sokakta, mahkemede, barınma mücadelesinde, kampüs boykotunda, sendikalarda ve forumlarda mücadele veren gençlerdir.
Bugün 19 Mayıs’ı konuşmak, bu gençleri merkeze almadan mümkün değildir.
Demokratik bir Türkiye yalnızca gençlerin taşıdığı bayrakla değil; kurduğu siyasetle, yürüttüğü mücadeleyle ve oluşturduğu gelecek tahayyülüyle mümkündür. Bugün 19 Mayıs, yalnızca bir hatırlama değil; bir kurma çağrısıdır.
19 Mayıs’ı Yeniden Kurmak – Gençliğin Öncelediği Bir Gelecek Mümkün
19 Mayıs’ı bugünden kutlamanın tek meşru yolu, onu yeniden kurmaktır. Bayramın politik anlamı; tarihsel koreografilerde değil, bugünün gençlerinin siyasal taleplerinde saklıdır. Bu talepler; temsiliyetin ötesinde karar alma, söz kurma, siyaset yapma hakkına dair taleplerdir.
Bugün gençliğin öncülüğünde kurulacak bir Türkiye için dört temel politika çağrısı vardır:
1. Gençliğin karar süreçlerine doğrudan katılımı sağlanmalıdır.
Yerel yönetimlerden parlamentoya kadar gençlerin kalıcı ve yetkili temsili zorunludur.
2. Gençliğe yönelik tüm politikalar eşitlik, çeşitlilik ve adalet ilkeleriyle yeniden yazılmalıdır.
Kürt gençler, LGBTİ+ gençler, mülteci gençler, işçi gençler politikanın eşit özneleri olmalıdır.
3. Gençliğin ifade, örgütlenme ve protesto hakkı anayasal güvenceye alınmalı, fiili baskılar derhal kaldırılmalıdır.
4. Gençlik politikaları, yalnızca devletin değil, sivil toplumun ve gençlerin birlikte yazacağı demokratik süreçlerle şekillenmelidir.
Çünkü demokratik bir Türkiye yalnızca gençlerin taşıdığı bayrakla değil; kurduğu siyasetle, yürüttüğü mücadeleyle ve oluşturduğu gelecek tahayyülüyle mümkündür.
Bugün 19 Mayıs, yalnızca bir hatırlama değil; bir kurma çağrısıdır.

Yorum Yazın