İktidar son gelişmeler karşısında sessiz kalırken, CHP’nin iç tartışmalara ayrılacak bir dakikası bile olmamalı. Bazıları Emevi Camiinde şükür namazlarına niyetlenirken, İsrail Golan Tepeleri’ni resmen sınırlarına katan haritaları yayınlamaya başladı. Gelişmelerin Türkiye’yi etkilenmeyeceğini sanmak, safdillik olur.
Atatürk’ün 1919-1938 yılları arasındaki iktidar döneminde,1933-1937 yıllarının ayrı yeri vardır. Bu dönem için Türkiye’nin dış politikadaki çok başarılı yılları denebilir. Almanya’da Nazilerin iktidara gelmeleri ile başlayan, 1.Dünya savaşının rövanşını alma eğilimi, Avrupa’da yeni bir dönemi başlattı. Türkiye; bölgesel (Balkan Antantı, Sadabat Paktı) ve küresel (Montrö, Milletler Cemiyeti) düzeyde, barışçı ve etkili diplomasi yürüterek, savaşa neden olacak gelişmelerin dışında kalmaya özen gösterdi.
Lozan’da, Misak-I Milli ve daha ötesi İstanbul ve Çanakkale Boğazlarındaki egemenlik haklarından, konjonktürel nedenlerle tavizler verilmişti. Ancak Dr. Tevfik Rüştü Aras yönetimindeki Dış İşleri, Avrupa’nın savaş öncesi siyasal ortamından ustalıkla yararlandı. Verilen tavizleri geri almayı başardı.
Montrö Anlaşması ve Hatay’ın yeniden anavatana bağlanması, bu politik çizginin önemli başarılarıdır. Avrupa’da her geçen gün artan savaş tehlikesine karşın, Türkiye bağımsız dış polşitiak çizgisini korudu. Balkan Paktı-1934-, Sadabat Paktı-1937-Milletler Cemiyeti (Cemiyet-I Akvam) üyeliği-1932- Montrö Anlaşması-1936- İngiltere ve Fransa ile Üçlü İttifak-1939- girişimleri, 1923 yılında bağımsızlığına savaşarak kavuşan, bir ülkenin izlediği dış politikanın gerçekçiliğini gösterir.
Savaşın bitimine kadar tarafsızlık çizgisini sürdüren Türkiye, 1947 yılından başlayarak, Batı Blokunda yer aldı. Zamanla NATO şemsiyesi altında, Batının doğudaki ileri karakolu olmayı kabul etti.
Menderes’in Başbakanlığında Bağdat Paktı-1955- ve İnönü’nün Başbakanlığındaki koalisyonlar döneminde, RCD üyelikleri-1964- Nato’dan sonra Türkiye’nin Batı ile yakınlaşma çzigisini perçinledi.1945 yılı öncesine kadar izlenen tarafsız dış politika gerilerde kalmıştı.
Türkiye açısından baktığımızda, 1990 Yılında ABD askeri güçlerinin bölgeye yerleşmesiyle başlayan gelişmelere kadar, Ortadoğu ile yoğun ilişklere dayalı yakınlaşmadan söz edilemez. Ecevit’in Başbakanlığındaki CHP-MSP Hükumetinin 1974 yılındaki arayışları, Kıbrıs Barış Harekatı sırasında, Kaddafi yönetimindeki Libya dışında olumlu karşılık bulamadı. Körfez savaşında Turgut Özal’ın ABD ile işbirliği girişimleri de Türk kamuoyunda yeterli desteği alamadı.
AKP’nin iktidara geldiği 2002 seçimlerinin ardından, yavaş ilerleyen ancak kararlı tutumla Türkiye Ortadoğuya yönel(ti)ldi. Bölgedeki siyasal sınırların yeniden oluşturulacağı bir dönemin başladığı ve bu değişikliğin, Türkiye’ye olası etkileri üzerine kamuoyunu aydınlatacak girişimlerde bulunulmadı.
AKP İktidarının iç kamuoyuna verdiği; sorunun inanç temelinden kaynaklandığına ilişkin mesajlara karşın, dışarıda ABD’nin Bölgeye dönük tasarımıyla uyumlu, sözde karşı çıkışları, Türk kamuoyunu tatmine yetmedi.
En uzun sınırlarımızın bulunduğu ülke olan Suriye’de, ABD-Rusya ve İsrail’in uzlaşmaları sonucu, Baas iktidarının yıkılması öncesinde mayınların -insani gerekçelerle- temizlenmesini, gelişemelere bakılınca, bir raslantı ile açıklamak söz konusu olamaz.
Ortadoğu’da 1990 yılında ABD-İngiltere ikilisinin siyasal sınırların yeniden düzenlenmesine ilişkin projelerinin hayat geçirilmesiyle, ilk aşamada Irak’ın fiilen bölünmesi gerçekleşti. Aradan geçen 34 yılda benzer gelişmelerin Suriye’de yaşanması ve ardından, İsrail’in İran’a saldırmasıyla, Bölgede yeni bir devletin kurulma olasılığı artabilir.
Başta CHP bütün muhalefet partilerinin; sınırlarımızdaki gelişmeler karşısında, önerecekleri, gerçekçi bir program ile kamuoyunun karşısına çıkmaları, giderek kaçınılmaz hale geliyor.
İktidar son gelişmeler karşısında sessiz kalırken, CHP’nin iç tartışmalara ayrılacak bir dakikası bile olmamalı.
Geçtiğimiz hafta içinde ABD Başkanı Trump’ın ülkede yaşama ve çalışmalarına izin verilen, yüzbinlerce yabancı uyrukluyu sınırdışı etmeye hazırlandığı haberlerinin ardından, olası İranlı sığınmacı akımı da Türkiye’nin gündeminde olmalı. Bir süre önce bu ülke ile olan sınırlarımız boyunca, daha önce Suriye’de yapıldığı gibi mayınların temizlenmesi görmezden gelinmemeli.
Bazıları Emevi Camiinde şükür namazlarına niyetlenirken, İsrail Golan Tepeleri’ni resmen sınırlarına katan haritaları yayınlamaya başladı. Gelişmelerin Türkiye’yi etkilenmeyeceğini sanmak, safdillik olur.

Yorum Yazın