Zengezur Koridoru’nun açılmasını Türkiye istiyor, İran istemiyor, Rusya ise istememekle birlikte artık açıktan karşı da çıkmıyor. ABD'nin askeri olarak da bölgeye girişi Tahran ve Moskova'nın tamamen aleyhine bir jeopolitik denge yaratacak, bunu sınırlamak ve hatta engellemek için orta vadede farklı arayışlara gireceklerdir.
Karabağ sorunu post-Sovyet coğrafyada çözümsüz bırakılan “dondurulmuş ihtilaf”lardan biri olarak, 1990’lardan 2020’lere kadar Kafkasya’da istikrarsızlık üretmeye devam etmiş, Misnk Grubu başta olmak üzere uluslararası toplumun zaman kazanmaya yönelik hamleleriyle otuz yıllık uzun bir süreç geride bırakılmıştı. Ancak 1990’larda zayıf durumda olan Azerbaycan güçlendikçe, Türkiye-ABD-İsrail ile daha yakın işbirliği içine girdikçe ekonomik ve politik açıdan hızla ilerlemiş, Rusya ile sürdürdüğü inişli çıkışlı ilişkilerse Karabağ sorununun artık ancak “askeri yolla” çözülebileceği beklentilerini Azerbaycan kamuoyunda iyice yükseltmişti. Nihayet 2020 sonbaharında Çehov’un “duvardaki silahı” patladı ve Azerbaycan bu sorunu birkaç hafta içinde askeri yollarla çözerek Karabağ’ yeniden topraklarına kattı.
Aradan geçen beş sene içinde bu sefer, Nahcivan ile Azerbaycan arasında bir kara bağlantısı kurulması ihtiyacı dillendirilmeye başlandı. Uluslararası siyasette benzer durumlarda bir kara koridoru açılması zaman zaman rastlanan bir çözümdü, Azerbaycan da bunu talep etmekteydi. Hatta Aliyev 2025 yılının ilk günlerinde, Zengezur Koridoru’nun açılması meselesinin diplomatik bir çözüme kavuşturulması için yıllardır beklediklerini, daha fazla beklemeye tahammülleri kalmadığını vurguluyordu. Yine aynı günlerde ikinci dönem görevine başlayan ABD Başkanı Trump’ın Ortadoğu’daki “süper yetkili sefiri” Tom Barrack ise Temmuz ayında bu işi çözmeye soyunacak, Aliyev’in açıklamalarından birkaç ay sonra ABD’nin bu konuda bir planı olduğunu söyleyecekti.
O planın ne olduğu 8 Ağustos 2025 tarihinde Beyaz Saray’da ortaya çıktı: ABD Başkanı Trump, Azerbaycan ve Ermenistan liderlerini de yanına alarak, Zengezur Koridoru hakkındaki anlaşmayı imzalayarak kamuoyuna duyurdu. Anlaşmaya göre 43 km uzunluğundaki bu koridor 99 yıllığına ABD tarafından işletilecek, “Uluslararası Barış ve Refah için Trump Yolu” (TRIPP) olarak adlandırılacak bu koridor, bölgenin batıya açılmasını sağlayacak, ABD’li özel şirketler de hattın “güvenliğinden (!)” sorumlu olacaktı. Bu güvenlik meselesinin detayları henüz net değil, ama geçmişteki uygulamalar zayıf ülkelerdeki bu tür ticari görünümlü operasyonların hızla politik ve askeri boyut kazanabileceğini ve sıcak çatışmalara yol açabileceğini gösteriyor. Trump ise hem yola adını verdirerek, hem de Nobel Barış Ödülü’ne kendisini aday gösterterek uzun zamandır beklediği prestijli “barış yapıcı” rolüne bir adım daha yaklaşacak.
Bu işten hangi ülke ne kazanacak veya ne kaybedecek?
Öncelikle belirtmek gerekir ki, Türkiye’de tartışılan algı temelli zeminin tüm boşlukları bir yana; her mesele gibi bu sürece de iyi-kötü diye bakılamaz, bu tür çok taraflı anlaşma ve süreçlerin olumlu yanları olduğu gibi ters ve riskli tarafları da sözkonusu. Nitekim uluslararası siyaset böyle bir alan, tüm parametreleri birden kontrol edip tüm şartları kendi lehine şekillendirmek umumiyetle mümkün değil. Ancak Türkiye ve Azerbaycan’ı merkeze aldığımızda, bölgesel ve küresel yansımaları açısından şu hususları vurgulamakta fayda görüyorum:
-Karabağ'ın 2020’de Türkiye’nin de desteğiyle Azerbaycan tarafından geri alınmasından sonra Ermenistan ile barışın tesisi çok önemli bir süreçti, şu an için en büyük kazanım budur ve mutlaka korunmalıdır. Türkiye de daha önce sınırları kapatırken ilan ettiği şartların sağlandığı mevcut konjonktürde, Azerbaycan ile bilistişare, Erivan'la tedricen sınırı açıp ilişkileri tamamen normalleştirmelidir. Bunun için Ermenistan’la muhtemelen fazla uzun sürmeyecek bir müzakere süreci yürütülerek, normalleşmenin sağlanacağını öngörüyorum.
-Ermenistan’la normalleşme bilhassa bu süreci önemseyen Paşinyan ve Ermenistan hükümetinin geleceği ve iktidarda kalabilmesi açısından oldukça kritik. Sert ve savaş yanlısı seleflerine göre daha ılımlı çizgideki Paşinyan’a içeride ve Moskova'da tepki büyük, Kremlin destekli bir darbe ihtimali –artık azalsa da- hala sözkonusu. Gerçi ABD askeri/politik varlığı biraz da bunu engellemeye yönelik olarak konuşlandırılacak muhtemelen, ama Türkiye de Azerbaycan da Ermenistan hükümetini zorda bırakacak adımlardan kaçınmalı, hatta normalleşmeyi hızlandırarak statükoyu bozan bu önemli ismi bir anlamda “ödüllendirmeli.”
-Zengezur Koridoru’nun açılmasını Türkiye istiyor, İran istemiyor, Rusya ise istememekle birlikte artık açıktan karşı da çıkmıyor. ABD'nin askeri olarak da bölgeye girişi Tahran ve Moskova'nın tamamen aleyhine bir jeopolitik denge yaratacak, bunu sınırlamak ve hatta engellemek için orta vadede farklı arayışlara gireceklerdir.
-Kremlin, tıpkı post-Sovyet coğrafyadaki benzer “dondurulmuş ihtilaflar” gibi 30 senedir bir oldubittiyle statüko yaratmıştı bölgede. Bu statükonun yarattığı Moskova-Erivan-Tahran hattı hem Paşinyan hükümetinin dış siyaseti hem de Zengezur Koridoru'yla artık anlamını yitirmiş durumda. Ukrayna’da yıllardır meşgul olan ve önceliğini buraya veren Kremlin açısından, Karabağ meselesi Ukrayna ayarında “varoluşsal” bir öncelik değil. Rus Hariciyesi’nin anlaşmaya ilişkin ilk açıklamalarında temkinli bir dil kullanılması bu nedenle şaşırtıcı değil. Ancak son birkaç aylık süreçte Moskova’nın önce Suriye’deki kazanımlarını kaybettiği, ardından İran’a yapılan ABD-İsrail saldırısını engelleyemediği de oldukça açık.
-Tamamen boşa çıkan ve anlamını yitiren bir diğer husus ise, içinde Rusya ve Fransa’nın oldukça aktif olduğu, ancak yıllardır hiçbir soruna çözüm üretemeyen Minsk Grubu oldu. Son dönemde Türkiye'nin, Afrika ve Suriye'nin ardından Kafkasya'da da Fransa ile bilek güreşine girmesi ve Misnk Grubu’nu etkisizleştiren bu adımla Fransa’ya karşı konumlanması ise ayrıca dikkat çekici.
-Türkiye açısından kuşkusuz bu çözüm ehven-i şer olarak değerlendirilebilecek bir hamle, Ankara’nın önceliği bu değildi ama Rusya ve İran'ı Kafkasya’da tek başına dengeleyebilmesi de zaten mümkün değil. Hem Paşinyan'ın iktidarda kalması, hem Karabağ ve Bakü'deki kazanımların korunması için statükonun değişmesi gerekiyordu, böylece değişmiş oldu ve bu Ankara’nın da Bakü’nün de istediği bir çözüm yoluydu. Ancak Türkiye’nin masada yer al(a)maması, “bölgesel güç” iddiaları açısından çok da tercih ettiği bir durum değil kuşkusuz. Bu noktada Azerbaycan’ın –bu meselede değilse de- yeri geldiğinde Türkiye’den bağımsız adımlar atabileceğini de göz önünde bulundurup buna göre politika geliştirmek önem taşıyor.
-Bu açıdan vurgulanması gereken bir husus da Azerbaycan’ın ABD’deki Yahudi lobisi, bilhassa çatı kuruluşu AIPAC ile son yıllarda geliştirdiği yakın ilişkiler. Türkiye’nin Washington’da 1990’ların ortalarında sahip olduğu lobi gücünü hatırlatır şekilde, Azerbaycan da günümüze Yahudi lobilerin çok yoğun desteğine sahip ki Karabağ Savaşı’nda ABD’nin daha önceki yıllarda takındığı negatif tavrını tekrarlamaması ve hatta hiç “ses çıkarmaması” olgusunu bu perspektiften okuyorum. Bu lobilerle yakın ilişki içindeki Trump Yönetimi ve Büyükelçi Barrack’ın bu sefer Zengezur Koridoru sürecinde Azerbaycan’ın yanında yer almalarında da bu lobilerin desteğinin etkisini hafife almamak gerektiğini düşünüyorum. Keza İran’ın itirazlarının biraz da bu perspektiften değerlendirmek, resmi doğru anlayabilmek açısından önemli.
-Bu noktada Türkiye’de Türk Dünyası ile bütünleşme yönünde heyecan yaratan bu koridor “Turan Yolu” olarak anılmış ve temelsiz bir coşku doğurmuştu. Bu kesimler açısından “Trump Yolu” biraz şok edici oldu, ama Türkiye de Azerbaycan da bu kazanımı tek başına korumaya muktedir değildi zaten. ABD'ye her iki ülke de muhtaç, bu açıdan bölge dengeleri bağlamında gerçekçi olmakta ve hayalci beklentilere girmemekte büyük fayda var.
-ABD’nin Zengezur vasıtasıyla bölgeye girmesine yönelik haklı eleştiriler de kamuoyunda seslendiriliyor. Ancak “ABD’nin girdiği yerden kolay kolay çıkmadığı” söylemlerine pek katılmıyorum, gücü yetmediği ve şartlar uygun olmadığı durumda çıkar. Nitekim Taliban'ı 2001'de devirip 2021'de aynı yapıya Afganistan'ı teslim edip çıktı. Keza Irak'taki başarısızlıktan sonra da birkaç sene içinde ülkeyi İran'ın tesir sahasına teslim edip çıktı. Dolayısıyla kuvvetle muhtemel 99 sene sürmeyecek bu anlaşma, zira bölgede dengeler oldukça hızlı değişiyor.
-Bu sürecin asıl kaybedeniyse kuşkusuz, hemen yanıbaşındaki bu stratejik ittifakı engelleyemeyen İran oldu. ABD bölgedeyken, koridorun hemen güneyinde yer alan İran Azerbaycan'ına da komşu olacak ki zaman içinde buradaki sınırlı desteğe sahip ayrılıkçılığa ve ihtilaflara müdahil olması beklenebilir. İran’ın jeopolitik nedenlerle karşı çıktığı Zengezur bir süre sonra Tahran açısından bir güvenlik zafiyetine dönüşebilir. Ortadoğu'da ABD-İsrail karşısında son iki senedir tüm cephelerde tamamen gerileyen İran açısından bu cephenin de –en azından kısa vadede- kaybedildiğini söylemek yanlış olmayacaktır.
-Bu anlaşmayla Çin’in de kaybettiğine dair yorumlar var ama Çin'in bu bölgede zaten herhangi bir varlığı yok hâlihazırda, dolayısıyla Çin’in kaybı İran veya Rusya ölçeğinde dahi olmayan daha uzun vadeli bir kayıp olabilir ancak. Kişisel olarak, hemen her meseleyi Çin’i merkeze alarak “küresel oyun” perspektifinden okuma çabalarını bu aşamada mübalağalı bulduğumu, Kafkasya’da daha ziyade bölgesel dengeler eksenli gelişmeler gördüğümüzü vurgulamak isterim.
-Öte yandan zaman içinde ABD’nin yavaş yavaş Orta Asya'ya doğru “sarkması” beklenmeli ki Çin ve Rusya’nın kayıplarının asıl o zaman daha ciddi konuşulması gerekeceğini düşünüyorum, ancak bunun için de daha birkaç yıllık bir süreye ihtiyaç var. ABD’nin bölgede riski az ama getirisi çok olan, ilginç bir oyun oynadığı görülüyor. Türkiye bu bölgeye tek başına girip Çin-Rusya-Iran üçlüsünü dengeleyebilecek güçte değil, ne ekonomik ne askeri ne politik olarak. Bununla birlikte, 3,5 yıl sonra görev süresi bitecek Trump önderliğindeki ABD'ye güvenip Orta Asya’da ne kadar var olabilir? Bunun hesap kitap boyutunun da dikkatli yapılması gerektiği aşikâr.

Yorum Yazın