Zıddımıza aşık olmak; konfor değil, dönüşümdür. Ve kusura aşık olmak; estetik değil, gerçektir. O yüzden aşk dediğimiz şey çoğu zaman sükûnet değil, bir iç savaş gibi başlar. Ama o savaşta kendimizi tanır, o çatışmada büyür, o kusurda güzelliği görürüz.
İnsan garip bir varlık. Hep huzur ister gibi yaşar ama çoğu zaman huzur veren değil, huzuru altüst eden kişiye tutulur. Sessiz biri çığırtkana, planlı biri dağınığa, aşırı düşünen biri boşvermişe… Sanki kalbimiz, düzenimizi değil, onun yıkımını çağırır. Çünkü biz, kendimize benzeyene değil, bambaşka bir ihtimale aşık oluruz.
Psikolojide bu durum, “eksik olanın tamamlanma arzusu” diye açıklanır. Ama aslında insan tamamlanmak değil, taşmak ister. Biz kendimize benzemeyene aşık oluruz çünkü o kişi bize bilmediğimiz bir tarafımızı gösterir. Jung’un dediği gibi: “Karşımıza çıkan herkes, içimizde bastırdığımız bir yönün yansımasıdır.” Belki de âşık olduğumuz kişi, kendi içimizde bastırdığımız ihtimallerin ete kemiğe bürünmüş halidir.
Ve işin en çarpıcı yanı şu: Bizi etkileyen sadece zıtlık değil, kusurdur da. Çünkü kusur, maskesizdir. Gerçektir. Kırılgan bir yanını gösterebilen biri, bize de kırılma hakkı verir. Kusurda, samimiyetin dili vardır. Ve biz o dili tanırız. Çünkü kendi içimizde taşıdığımız ama susturduğumuz tüm o yamuk yerler, karşıdakinin kusurlarıyla rezonansa girer.
Bakın, Leonard Cohen ne der: “Her şeyde bir çatlak vardır. Işık içeri böyle girer.”
Belki de biz, o çatlaklardan giren ışığa tutuluruz. Tertemiz, pürüzsüz bir yüzey değil, içinden ışık sızan bir yaradır bizi kendine çeken.
Zıddımıza aşık olmak; konfor değil, dönüşümdür. Ve kusura aşık olmak; estetik değil, gerçektir. O yüzden aşk dediğimiz şey çoğu zaman sükûnet değil, bir iç savaş gibi başlar. Ama o savaşta kendimizi tanır, o çatışmada büyür, o kusurda güzelliği görürüz.
Çünkü bazı insanlar hayatımıza gelir ve biz ilk kez kendimizi “eksik değil, böyle de güzel” hissederiz. Ve o an anlarız ki aşk, bizi düzeltmeye değil, bize dokunmaya gelmiştir.

Yorum Yazın