Bu iki ideoloji arasındaki ayrımlar devlete atfedilen rol, bireyin ontolojik ve kamusal alandaki konumu, piyasa mekanizmalarına karşı alınan tavır, tarihsel gelişimler ve yöntemleri itibari ile ortaya çıkıyor. Bu yüzden, sosyal demokrasinin eşitlik için özgürlükten taviz vermesi daha olasıyken; sol liberalizm fikri özgürlük için eşitliği öncelemektedir.
Modern siyaset felsefesinin önemli gerilimlerinden biri olan, bireysel özgürlük ve toplumsal eşitlik ile ekonomik adalet arasında kurulacak dengeye iki farklı ama birbirine çok benzeyen görüş yanıt arar. Bu iki görüş birbirlerine olan benzerliğinden ötürü sık sık karıştırılan "Sol liberalizm" ve "Sosyal Demokrasi" ideolojilerdir. Yine de bu görüşler özgürlük ve eşitlik kavramlarına yönelik farklı yöntemler ortaya sunarlar. Bu yüzden, birbirlerinden ayrışırlar.
Bu yazımda, modern siyaset felsefesinin bu ünlü iki görüşünü inceleyeceğim ve akabinde tarihsel gelişimleri ile pratikteki yansımlarını karşılaştırmalı olarak ortaya sunacağım.
Öncelikle, sosyal demokrasi fikrinin üzerine odaklanmak istiyorum. Sosyal demokrasi, tarihsel olarak sosyalist düşüncenin ‘’reformist’’ bir türü veya sol camianın deyimiyle fraksiyonudur. 19. Yüzyılda Eduard Bernstein’ın, klasik marksizmin devrim yöntemine karşı geliştirdiği revizyonist yaklaşım, sosyal demokrasi düşüncesinin teorik temellerini oluşturur. Berstein (1899), klasik marksizmi yeterince demokratik görmez ve sosyalizmin devrim yöntemi ile başarıya ulaşamayacağını, ancak evrimsel olarak yani demokratik yöntemler ile sosyalist partilerin parlementoda, halkın oyu ile gelebileceğini savunur. Bundan ötürü, yöntemi itibari ile sosyal demokrasi için evrimci bir yol izlediği söylenebilir. Bu evrimci yöntemin amacı da aslında, direkt olarak kapitalizmi ortadan kaldırmak değil, onu dönüştürmektir. Bu bağlamda sosyal demokrasi, kapitalizmin temel yapılarını reddetmemekte ve kapitalist sistemin neden olduğu eşitsizlikleri ve gelir adaletsizliklerini olabildiğince minimum düzeye indirip güçlü bir refah devleti kurmayı amaçlamaktadır.
20. yüzyılın İskandinav ve kuzey ülkelerinde gelişen sosyal demokrasi modelli yönetimler, devletin regülatif değil, aynı yeniden dağıtımcı (redistribution) ve üretici olmasını da önceler. Bu modelde devletin sadece yoksulluğu hafifletme yükümlülüğü yoktur, bu hususta tüm yurttaşların sosyal imkanlara ve kamusal ihtiyaçlara eşit erişimini garanti altına alacak şekilde kapsamlı hizmetler verme sorumluluğu da vardır. Örneklendirmek gerekirse, uzun yıllardır İskandinav ülkelerinde uygulanan sosyal demokratik politikalar sayesinde yurttaşlar, temel ihtiyaçlarına yani eğitim, sağlık ve kısmen barınmaya eşit ve adil erişim imkânı tahsis edilmiştir.
Sosyal demokratik görüşte devlete yüklenen bu kadar sorumluluk, bireyin self otonomisinin, kamusal alanda sorgulanmasına yol açar. Tam da burada sol liberalizm ve sosyal demokrasinin ayrıştığını görebiliriz.
Sosyal demokratlar, devletin sınırlarının genişlemesi konusunda (burada kastettiğim sınırlar somut değil, soyut sınırlar) daha optimist bir yaklaşım sergilerken, sol liberaller devleti “zorunlu bir kötü” olarak görüp devlet mekanizmasının bireylerin alanlarını işgal etmesi konusunda daha çekimser ve negatif bir pozisyondadırlar.
Sol liberalizm temel olarak adından da anlaşılacağı üzere, liberal ilkelerden beslenmektedir ve diskurunu sosyal olarak liberal bir yerden inşa etmektedir. Bu görüş, klasik liberalizmin temel ilkelerini ve bireyci mirasını korurken, özgürlüğün yalnızca soyut haklarla değil, somut toplumsal koşullar ile desteklenmesi gerektiğini de savunur. Bu yüzden, sol liberalizmin özgürlük anlayışı negatif değil de pozitif özgürlük kavramı temelli şekillenir denebilir.
Bu hususta negatif ve pozitif özgürlük anlayışlarını açıklamak yararlı olacaktır. Negatif özgürlük, dış baskılar veya müdahaleler olmadan bireyin sahip olduğu özgürlüktür; pozitif özgürlük ise bireyin, kendi yaşamı üzerinde rasyonel ve etkin denetim kurmasını ifade eder. Pozitif özgürlük, bireyin kendi kaderini tayin etme arzusunu ifade eder (Berlin, 2002, s. 179). Sol liberaller, bu denetimin ancak bireyin temel ihtiyaçlarını yani, sağlık, eğitim ve sosyal güvenlik gibi basit kamu hizmetlerinin güvenceye alınmasıyla mümkün olabileceğini dile getirirler. Bu bağlamda sol liberaller, Locke’un önerdiği doğal hakları terk etmeden, Rawls’ın da öngördüğü şekilde devletin regülatif rolünün toplumdaki en dezavantajlı grupların da (The Least Well-off individuals) refahını arttıracak düzeyde olması gerektiği kanaatindedirler. Locke’a (1988) göre, doğa durumu, her bireyin yaşamını, özgürlüğünü ve mülkiyetini koruma hakkına sahip olduğu bir eşitlik ve bağımsızlık durumudur (s. 271).
Sol liberalizmin teorik kurucusunun kim olduğu sorusuna rahatlıkla ‘’John Rawls’’ cevabı verilebilir. Rawls’un teorisi, sosyal adaletin liberal değerlerle bağdaştırılabileceğini ortaya koyarak, sol liberalizm fikrini hem teorik hem de pratik olarak güçlü kılmıştır. Sosyal hakların, bireysel haklar ile çelişmediğini, dolayısıyla, eşitlik ve özgürlük kavramlarının birbirinin zıddı değil de tamamlayıcıları olduğu fikrini geliştirmiştir. Fakat, sol liberalizmde sosyal refahın sınırsız genişletilmesi değil, bireyin kendi potansiyelini gerçekleştirmesini sağlayabilecek düzeyde haklara eşit erişimini sağlayabilecek güvence öncelenir. Bu güvence de regülasyonlarla yani bir otorite vesilesiyle sağlanır.
Sosyal demokratlar, devletin sınırlarının genişlemesi konusunda (burada kastettiğim sınırlar somut değil, soyut sınırlar) daha optimist bir yaklaşım sergilerken, sol liberaller devleti ‘’zorunlu bir kötü’’ olarak görüp devlet mekanizmasının bireylerin alanlarını işgal etmesi konusunda daha çekimser ve negatif bir pozisyondadırlar. Rawls’ın (1971) da ifade ettiği gibi, sosyal ve ekonomik eşitsizlikler yalnızca toplumdaki en dezavantajlı grupların yararına düzenleniyorsa ve herkesin adil fırsat eşitliği altında sosyal pozisyonlara erişimi varsa meşru sayılabilir (s. 266). Bu hususta, bu adil ve eşit erişimi sağlayan organizma da devlettir ve devletin müdahale alanının en son sınırları burada belirlenir denebilir.
Özetle, bu iki ideoloji arasındaki ayrımlar devlete atfedilen rol, bireyin ontolojik ve kamusal alandaki konumu, piyasa mekanizmalarına karşı alınan tavır, tarihsel gelişimler ve yöntemleri itibari ile ortaya çıkıyor. Bu yüzden, sosyal demokrasinin eşitlik için özgürlükten taviz vermesi daha olasıyken; sol liberalizm fikri özgürlük için eşitliği öncelemektedir. Dolayısıyla karakter olarak birbirine çok da benzemeyen tek yumurta ikizleri gibi oldukları söylenebilir, dışarıdan birbirlerine aynı sanılacak şekilde benzeseler bile irdeleyince aynı olmadıkları ortaya çıkıyor.
Kaynakça
- Bernstein, E. (1899). Die Voraussetzungen des Sozialismus und die Aufgaben der Sozialdemokratie. Dietz.
- Berlin, I. (2002). Liberty: Incorporating four essays on liberty (H. Hardy, Ed.). Oxford University Press. (İlk baskı: 1969)
- Locke, J. (1988). Two treatises of government (P. Laslett, Ed.). Cambridge University Press. (İlk baskı: 1689)
- Rawls, J. (1971). A theory of justice. Harvard University Press.

Yorum Yazın