Zor ama doğru olan, halkın çıkarını korumaktır. Bu nedenle Kılıçdaroğlu ile Özel’in, bütün hırslarından azade, yan yana gelip, “mutlak butlan”ı da, “kayyım”ı da ve hatta CHP tabanını birbirine düşman edecek benzer nifakları da bertaraf edecek şekilde ortak davranmalıdırlar.
CHP’nin bugün yaşadığı kaosu anlamak için 2023 seçimleri sonrasına gitmemiz gerekecek; çok değil, iki yıl öncesidir söz konusu ettiğimiz tarih.
Ne olmuştu?
Kapısına kadar gelen Cumhurbaşkanlığı seçimi kaybedilmişti.
Kim mi kaybetmişti?
Ben Kılıçdaroğlu diyorum ama siz CHP anlayın.
Pek çok nedeni var bu kaybın ama bunların başında tutarsız, eklektik, hem nalına hem mıhına vuran iletişim stratejisinin geldiğini not edip, devam edelim.
Demokrasi kültürünü içselleştirmiş partilerde simge isimler, kazanılma olasılığı yüksek bir seçimi kaybettiğinde istifa beklentisi oluşur.
Beklenen Kılıçdaroğlu’nun da istifa etmesi idi.
Oluşan toplumsal dalga fırtınaya dönüşmek ve bu fırtına nedeniyle Kılıçdaroğlu, geleceğe dair kendisini bağlayan bir çıkış yolu aramak üzereydi ki zoom üzerinen yapılan “değişim”eksenli toplantıdan haberdar olduk. İmamoğlu hariç, hemen hepsinin yıllardır CHP politikalarını belirleyen isimler olmasına rağmen, “değişim” sloganıyla toplumun karşısına çıkmış olmaları, rüzgârı tersine döndürmüş; Kılıçdaroğlu’na nefes aldırmıştı.
Olup bitenler, Kılıçdaroğlu’nu cesaretlendirmişti.
O günlerde, “kime bırakacağım partiyi, adam mı var?” mealinden sözler söylemiş; istifa tartışmasına kapılarını kapatmıştı.
Ortaya çıkan bu iklimde kimse yenilginin nedenleri tartışmak, kendilerine düşen sorumluluğu kabul edip gereğini yerine getirme ihtiyacı duymadı.
Varsa yoksa “partiyi güvenli limana götürme” ve “değişim” vaatleri ekseninde bir tartışma yürütüldü. İktidar medyası CHP’nin içine çomak sokmak; CHP medyası da Kılıçdaroğlu’nu “günah keçisi” ilan etmekle meşguldü.
O sıralarda dile getirilen makul ve mantıklı hiçbir önerinin alıcısının olmadığını hatırlatmama gerek var mı?
“Et tekraru ahsen, velev kane 180” diyorsanız, o günlerde yaptığım aşağıdaki önerimi hatırlatmak isterim.
“…muhalefetin ‘amiral gemisi’ konumundaki CHP, sorumluluğu üzerine almalı ve dört başı mamur bir biçimde özeleştirisini vermeli. Bu özeleştiri, seçim sürecindeki yetkili MYK’yı görevden alıp yerine yenileri atamakla sınırlı değil elbette. Yaşanan ağır bir yenilgidir ve bu yenilginin altında kalkabilmek için hegemonik dil sorgulanmalıdır. Bu sorgulanma, zamanın çoğu da yoklama ve oylama gibi teknik mevzularla geçecek iki günlük kurultaylara sığdırılabilecek bir mevzunun ötesindedir.”
Ardından CHP’nin ve dolayısıyla Cumhuriyet tarihine bir atıfta bulunarak, yönetici değiştirmenin yeterli olmayacağına dikkat çekmiştim: “CHP’nin tarihine bakılsın; Atatürk’ün yaşadığı yıllarda kurultaylar bir hafta-on gün sürermiş. 15-22 Ekim 1927 tarihinde toplanan ve Nutuk’un okunduğu Kurultay, 9-16 Mayıs 1935 tarihleri arasında yapılan ve Atatürk’ün katıldığı son kurultay olarak tarihe geçen 4. Büyük Kurultay buna örnektir. Örnekler çoğaltılabilir ve CHP’nin içine düştüğü durum her açıdan analiz edilmeden 48/52 dengesi bozulmayacağına göre alınacak kurultay kararı, yönetici değişimiyle sınırlanamaz.”
Ardından net bir öneride bulunmuştum: “Bu ülkenin geleceğinden endişe eden bir aydın olarak önerim nettir. Kurultay tarihi bugünden ilan edilmeli ve o tarihe kadar partili-partisiz herkesin katılımına açık bloglar aracılığıyla o güne dek sürecek tartışmalar ile yenilginin nedenleri enine boyuna masaya yatırılmalıdır. Kurultay tarihindeyse başta kurultay delegeleri olmak üzere aydınlar, uzmanlar, araştırmacılar ve elbette üniversitede kürsü sahibi herkese açık tartışma yöntemiyle en az bir hafta boyunca müzakere edilmelidir. Muhalif seçmenin rahatsızlığını giderecek, geleceğe umutla bakmasını sağlayacak adımlardan biri ve belki de en önemlisi budur. Bitirirken bir not düşmek isterim; normal işleyişe sahip demokrasilerde seçim yenilgisi, alınması gereken pek çok dersi içerir. Alınması gereken en son ders, yetkililerin değişimidir.”
CHP’nin tepesine biriken “kara bulutlar” dağılmadan, hiç kimse için güvenli bir gelecek, özgürlükçü bir ülke yoktur. Vakit, “sen haksızsın, hayır ben haklıyım” ikilemini geride bırakma vaktidir. Sorumluluk kimde? Kılıçdaroğlu ve Özel’de…
YÜK OMUZLANMADAN, YOL ALINMAZ
O sıralar, Grup Başkan Vekiliydi Özgür Özel. O da öyle düşünmüş olacak ki yenilgi sonrası yapılan ilk grup toplantısında, kapısına kadar gelen Cumhurbaşkanlığı seçimini, pek çok taktik hata nedeniyle kaybeden Kılıçdaroğlu’nu şu sözlerle kürsüye davet etmişti:
“Geçmişte küskün olan, birbirine el uzatmayan kesimleri birleştirdiniz, el ele tutuşturdunuz. Adalet ve demokrasi yürüyüşünüz sürüyor. Türkiye’yle helalleşen ve barıştıran lider olarak hepimizin önünde yürümeye devam ediyorsunuz.”
Sonrasını biliyorsunuz; CHP Kurultayı, 4-5 Kasım 2023’de yapılmış, Kurultay sonucu Özgür Özel Genel Başkan seçilmişti.
Kılıçdaroğlu’nun yerinde kalacağı, Parti Meclisi’nin ise önemli ölçüde değişeceği beklentisi egemenken, nasıl olmuştu bu? Temsil ettiği ilden çıkarken Kılıçdaroğlucu olduğundan şüphe duyulmayan delege, nasıl olmuştu da Ankara’da “değişimci” olup, oyunu Özgür Özel’e vermişti?
“Partiyi güvenli limana götürme” sözünü samimi bulup, Kılıçdaroğlu’na destek veren delegeler, ne olmuştu da Ankara’da tavır değiştirmişlerdi?
Bugünlerde sıklıkla dile getirilen ve hatta Kurultayın “mutlak butlan” olarak değerlendirilip, olmamış kabul etmesine neden olacak etik dışı yöntemlere gerçekten başvurulmuş muydu?
Geçen zaman, iktidarın kullandığı ideolojik hegemonya araçları aracılığıyla içimize ateş düşürmüş ve toplumun pek çok kesiminde, “derin şüphe” uyandırmıştı bir kere.
Demokrasi, kurum ve kurallarıyla işlemiş olsa emin olun hepimiz Nazım’ın şu dizelerini hatırlardık:
“Şüphedeyim.
Şüphedeyiz…
Şüphe:
çıplak ayaklı bir gece gibi
ilerliyor içimde.”
HATIR KALSIN, YOL KALMASIN
Gelin görün ki demokrasi kurum ve kurallarıyla işlemiyor; toplum, yargının bağımsızlığı konusunda “derin şüphe” taşıyor.
Dolayısıyla hiç kimse olup bitene rağmen “saçını taramak” ile meşgul olamaz.
Ne yapılmalı peki?
Oklar Kılıçdaroğlu’na odaklanmış durumda ama partinin Genel Başkan Özgür Özel’dir. Şu andan itibaren görev bu iki ismin omuzlarındadır. Her ikisinin birlikte atacağı adımlar, CHP’nin geleceğine şekil verecektir. Bu nedenle geçen haftaki yazımın başlığı, “Durun Siz Kardeşsiniz” idi. O başlık, hala, günceldir.
Düşman olmak, bölünmek, kendimize “güvenli limanlar” inşa etmek kolaydır. Bu konuda iktidarın el ovuşturduğu ve hatta isteyene destek olacağı da açıkça görülmektedir.
Zor ama doğru olan, halkın çıkarını korumaktır. Bu nedenle Kılıçdaroğlu ile Özel’in, bütün hırslarından azade, yan yana gelip, “mutlak butlan”ı da, “kayyım”ı da ve hatta CHP tabanını birbirine düşman edecek benzer nifakları da bertaraf edecek ortak davranmalıdırlar.
Bu iki isim, tarihi sorumluluğu üstlenip, kişisel hiçbir hırslarının olmadığını; tek dertlerinin, Türkiye’yi, evrensel demokrasinin kurallarının hüküm sürdüğü, özgürlükçü ve laik bir yönetim modeline kavuşturmak olduğunu; bunun için de öncelikle CHP’nin tepesinde birikmiş “kara bulutları dağıtmak” için omuz omuza vereceklerin açıklamak olmalıdır.
CHP’nin tepesine biriken “kara bulutlar” dağılmadan, hiç kimse için güvenli bir gelecek, özgürlükçü bir ülke yoktur. Vakit, “sen haksızsın, hayır ben haklıyım” ikilemini geride bırakma vaktidir.
Sorumluluk kimde?
Kılıçdaroğlu ve Özel’de…
Bu iki isim, birbirlerine omuz vermeli ve CHP’yi, iktidarın içine ittiği kaostankurtarmalıdırlar. Bu görev, yerine getirilmesi gereken tarihi bir sorumluluktur. Bu sorumluluk, “hatır kalsın, yol kalmasının” geleneğinin de gereğidir.
Seçilmiş belediye başkanlarının, “sarı öküz” örneğinde olduğu gibi tek tek “avlanmasının”ve başta İstanbul olmak üzere kentlerimizin yağmalanmasının önüne geçecek olan da bu omuzdaşlık olacaktır.

Yorum Yazın