Siyaset uzmanlık gerektiren bir iş. Kampanya stratejilerinin belirlenmesinden politika önerileri geliştirmeye, gündelik siyasette birkaç adım ilerisini görmekten perde arkasında olup biteni tahmin etmeye kadar, bu alanda söz söyleyen otoritelerden beklenen bir dizi işlev var. Bu beklentiler söz konusu isimlerin öngörü kabiliyetine duyduğumuz güvenden kaynaklanıyor. Kendi alanlarında derinlemesine bilgi sahibi olan kişilerin, politik gelişmelere dair isabetli öngörülerde bulunabileceklerini varsaydığımız için onların fikirlerine önem veriyoruz. Uzman fikirleriyle hareket etmenin en rasyonel seçenek olduğunu varsayıyoruz. Oysa geçmişe dönüp baktığımızda, siyasete dair üretilen bunca öngörünün pek azı isabetli oluyor. Bunun nedeni siyaset ve toplumsal olaylar konusunda kendisini otorite görenlerin bireysel yetersizliği değil. Esas sorun siyasetin uzmanlaşmaya çok da müsait olmaması ile ilgili. Bir diğer ifadeyle politika, örneğin tıp, mühendislik, piyano ya da basketbol gibi üzerinde gerçek anlamda ve objektif şekilde uzmanlaşabileceğiniz bir alan değil.
Bir alanda kendinizi geliştirmek çok fazla emek, zaman ve özveri istiyor. Sporcular aynı atışı binlerce kez deneyerek ve eksik olan yönlerinin üzerine giderek mükemmelleşiyorlar. Aynısı müzisyenler ve fizikçiler için de geçerli. Birisi farklı bestelerle diğeri de alanındaki soru ve problem örnekleri ile tekrar tekrar karşılaşarak uzmanlaşıyor. Siyaset ve toplum üzerine söz söyleyenlerin durumu da buna benziyor. Onlar da her gün yeni gelişmeler ve olgularla karşılaşıyor, bunlar hakkında yeni değerlendirmelerde, güncel tahminlerde bulunuyorlar.
Öte yandan siyasal ve toplumsal konularda uzmanlık geliştirmenin, adını andığımız diğer alanlardan üç önemli farkı var. Öncelikle siyasette yapılan öngörü ve tahminler genellikle uzun süreli. Bir yorumcu AKP-MHP ittifakının geleceği ile ilgili öngörüde bulunduğunda, söylediklerinin doğru çıkıp çıkmadığını anlayabilmemiz en iyi ihtimalle aylar sonra mümkün oluyor. Halbuki bir alanın uzmanlaşmaya elverişli olması, yapılan çalışma ve denemelerden mümkün olduğunca hızlı geri bildirim almakla mümkün. Her bir ‘denemenizin’ isabetli olup olmadığını ne kadar hızlı görürseniz, kendinizi düzeltme şansınız o kadar fazla. Bir müzisyen enstrümanıyla yaptığı çalışmanın sonucunu ya da bir basketbolcu çektiği şutların neticesini anlık olarak alıyor. Oysa siyaset üzerine çalışanlar için durum böyle değil.
İkinci önemli fark geri bildirimin niteliği ile ilgili. Son maçını değerlendiren bir satranç oyuncusu, tercih ettiği her bir hamlenin sonuçlarını ve oyun içindeki pozisyonunu geliştirip geliştirmediğini kesin olarak bilebilir. Bir doktor da yaptığı teşhisin doğru olup olmadığını hemen her zaman aynı kesinlikte öğrenir. Buna karşın siyaseti ve toplumu yorumlarken yaptığınız öngörülerin geri bildirimi daha muğlaktır. Bir örnekle açıklayayım: Diyelim ki son cumhurbaşkanlığı seçimini muhalefetin kazanacağı yönünde bir tahmininiz vardı. Ancak Erdoğan yeniden cumhurbaşkanı seçilmeyi başardı. Bu durumda tahmininizde yanıldığınızı söyleyebilir miyiz? Buna yanıtınız evetse, tıpkı tercih ettiği hamlelerin yanlışlığını gören bir satranç büyükustası gibi, sizin de artık benzer bir durumda farklı tahminler yapacak şekilde siyasete dair yaklaşımlarınızı dönüştürmeniz gerekir.
Ancak sizin tahminleriniz ile seçimin sonucu arasındaki uyuşmazlığın en az iki farklı ve makul açıklaması daha olabilir. Her şeyden önce siz tahminde bulunurken hem iktidarın hem de muhalefetin kazanmak için ellerinden gelenin en iyisini yapacağını tahmin etmiştiniz. Halbuki muhalefet, en güçlü adayı ile seçime girmemeyi tercih etti. Öngörülmesi imkânsız bu “siyah kuğu” olayı olmasaydı seçim sizin tahmin ettiğiniz şekilde sonuçlanacaktı. Dolayısıyla seçim sürecinin altında yatan dinamikleri doğru şekilde teşhis edip, muhalefetin seçimi kazanma ihtimalinin iktidara göre daha yüksek olduğunu söylerken haklıydınız. Tam da bu yüzden, Erdoğan’ın zaferinin ardından toplum ve siyaset üzerine öngörüde bulunma biçiminizi gözden geçirmeniz yersiz olur. Dahası da var. Belki de aslında öngörünüzde zaten haklı çıktınız. Zira muhalefet gerçekten de iktidarı büyük bir seçim yenilgisine uğrattı. Tek sorun, tahmininizin doğru olduğunun anlaşılması için biraz daha zaman geçmesi gerekti. Yenilgi, cumhurbaşkanlığı seçiminde değil, onu takip eden bir sonraki seçimde gerçekleşti. Dolayısıyla ortaya çıkan sonuç, biraz uzun vadeden bakıldığında aslında düşünme biçiminizin doğruluğunun da bir teyidi oldu.
Gördüğünüz gibi tek bir siyasi öngörünün sonucuna dair birbirinden farklı üç makul yorum yapabiliyoruz. Bunda şaşırtıcı bir şey yok. Siyaset doğası gereği böyle bir söylemsel kayganlığa izin veriyor. Dolayısıyla siyaset uzmanları yaptıkları analizlerin geri bildirimleri, çok geç gelmelerinin yanı sıra, son derece muğlak ve tartışmaya açık olabiliyor.
İşi zorlaştıran üçüncü nokta ise, toplumsal yaşamdaki kısa vadeli gelişmelerin önemli oranda ‘biricik’ olması. Bir alanda uzmanlaşabilmek, o alanın belirli bir iç örüntüye sahip olması ile mümkün. Üzerinde ne kadar zaman çalışırsanız çalışın, tekil ve rastlantısal olaylardan oluşan bir sistem hakkındaki öngörü kabiliyetinizi arttıramazsınız. Örneğin piyango tümüyle rastlantısal bir sistemdir. Tam da bu yüzden, hayatında ilk defa piyango oynayan birisi ile yıllarca piyango oynamış, hatta bu konuda kendince stratejiler geliştirmiş birisinin kazanma şansı aynıdır. Oysa briç, içerisinde belli bir örüntüler dizisi barındırır. Dolayısıyla yıllarca briç oynayan birisinin bu alanda uzmanlaşmaması için bir neden yoktur. Güncel siyasete dönecek olursak, belki siyasi gelişmeler bir dizi yazı tura atışı gibi birbirinden bağımsız ve biricik değil. Ancak içerisindeki değişkenlerin çokluğu, her an bir siyah kuğu çıkma olasılığı ve iki siyasi olayın asla tam olarak birbirine benzememesi, siyasetin briç ile yazı tura arasında salınan bir yerde durduğunu gösteriyor.
Eğer tablo buysa, bu durumda siyasette uzmanlaşmaya yer yok mu? Okuduğumuz yazarların, dinlediğimiz yorumcuların görüşleri tümüyle değersiz mi? Elbette hayır. Her şeyden önce uzmanların işi yalnızca geleceğe dair öngörüde bulunmak değil. Yaşananların altındaki dinamiklere işaret eden uzmanlar, var olanı daha iyi anlamamızı sağlayabilir. İkincisi, aslında siyasetin ve toplumsal olayların nitelikleri, bunlar hakkında uzmanlık geliştirmenin imkansızlığını işaret etmiyor. Bunun yerine, siyasi tahminlerin başarısının belirli bir uzmanlık tipine bağlı olduğunu gösteriyor. Buna göre belirli bir disiplin içerisinde yetişmiş, alanında derinlemesine bilgi sahibi, tek bir metodolojiye bağlı kalan uzmanların öngörüleri çoğu kez rastgele yapılan tahminlerden bile başarısız olabiliyor. Bunlar genellikle birkaç küçük ayrıntıdan hareketle sonuca çabuk varıyor, kanaatlerini değiştirme konusunda geç kalıyor ve tekil olaylara özgü incelikleri görmezden geliyorlar.
Buna karşılık pek çok alanda bilgi sahibi, farklı metodolojilerin ve kuramsal çerçevelerin avantajlarını bir arada kullanabilen, zamana ayak uydurmaya elverişli ve tikel durumların biricikliğini görmezden gelmeyenler, tahmin ve öngörü konusunda daha güvenilir bir tercih. Tam da bu nedenle siyaset, bir alana ömrünü vakfetmiş geleneksel uzmanlara emanet edilemeyecek kadar karmaşık ve çok boyutlu. Gerek seçmenler gerekse siyasiler, ne kadar çok uzmandan destek alırlarsa alsınlar, nihayetinde kendi entelektüel kapasiteleri ile bir sentez yapmaya ve bir karar almaya mecbur. Ve bu siyasi sorumluluk yalnızca demokrasinin bir gereği değil, aynı zamanda siyaset alanının da ontolojik bir zorunluluğu.

























Yorum Yazın