Sağ popülizm dünyayı kasıp kavuran demokrasi krizinin hem nedeni hem de sonucu. Pek çok sorun doğrudan doğruya sağ popülist aktörlerin siyaset yapma biçiminden kaynaklanıyor. Ama yeni sağcı aktörler çoğu durumda sadece iletken rolündeler. Toplumda, özellikle de orta ve orta alt sınıflarda birikimmiş negatif enerji sağ popülizm aracılığıyla sisteme entegre oluyor. Sağ popülizmin özelikle sosyal medyada güçlü olduğu, post-truth koşullarının da etkisiyle daha da popüler hale gelen komplo teorilerini her türlü entelektüel çabayı ikame edecek şekilde kullandıkları açık. Reddetmek, karşı çıkmak, hatta konuşturmamak konusunda çok iyi sağ popülistler. Onlardaki özgüven kimsede yok. Hep en doğruyu onlar biliyor. Büyük resmi iki cümlede açıklayabilirler. Rakip dünya görüşünü aşağılamak, kitleleri ötekileştirmek, çoğulculuğu boğmak popülizmin yine iyi olduğu, maharetle yaptığı işlere karşılık gelmekte. Bu arada sağ popülist liderler kitledeki bu uç özellikleri kendi öznelliklerinde temsil ediyor. Trump’tan Ümit Özdağ’a kadar pek çok sağ popülist lider söylemlerinden çok ego ve karizma temelli siyaset performanslarıyla anılmakta.
Sağ popülistler gerçekleri reddeden bir politik söylem hattı kurmuş durumda. Peki, neyi mi reddediyor yeni sağcılar? Dünyanın dört bir yanında termometreler kırmızıya kilitlenmiş durumda. Çölleri andıran sıcaklık dalgaları, kuraklık, yangınlar ve seller… Bilim insanları bu tabloyu tek bir kavramla açıklıyor: iklim krizi. Ancak popülist siyasetçiler bu fotoğrafın tamamına gözlerini kapatmayı tercih ediyor. Onlara göre yaşadığımız şey küresel ısınma değil, doğanın olağan iniş çıkışlarından biri. Dünya geçmişte nasıl soğuma ve ısınma dönemleri yaşadıysa, bu da öylesine geçici bir dalgalanma. Küresel ısınma konusunda ısrarcı bilim insanları ise uluslararası bir komplonun aktörleri olarak görülmekte.
Gelişmekte olan dünyanın ulusal kalkınma çabasını engellemeye, bu mümkün olamıyorsa geciktirmeye çalışan küreselci güçler iklim krizi söylemi üzerinden yanlış bir algının yerleşmesine yol açıyor. Bahsi geçen yanlış bilinç bir kez yerleştiğinde “temiz enerji” adı altında gelişmiş dünyadan daha fazla teknoloji almayı zorunlu hale getiren araçsal bakış ön plana çıkıyor. Gelişmekte olan ülkelerin çevreyi koruma adına katlanmak zorunda kalacakları ek maliyet merkez kapitalist ülkelerden daha fazla borç alınmasına yol açacak. Bu bağlamda yeşil ekonomi aslında bir tuzak. Yoksulların zenginlere daha fazla bağlanmasına, onların ekonomik çıkarları doğrultusunda çevre ülke olarak, yani bir alt seviyede kalmasına yol açmakta.
Sağ popülistlerin söylem üstünlüğünü en çok ele geçirdiği alan ise mülteci meselesi. ABD’de Latinler, Avrupa’da Müslümanlar, Türkiye’de Suriyeliler yabancı karşıtı politik öfkenin hedefindeki topluluklar. Ötekileştirici dil tek bir sloganda birleşiyor: Defolup gitsinler. Mültecilerin neden ülkelerinden kaçtıkları, işgal, emperyal kuşatma ve fakirlik gibi ağır insan hakları ihlallerinin bu insanlarda açtığı yaralarla hiç ilgilenmiyor bahsi geçen zihniyet. Toplumların mülteci karşıtlığına verdiği destek ise sınıfsal pozisyona göre değişmekte. Alt ve orta sınıflar devletin yabancılara kaynak ayırmasından ve kaybettikleri işlerden şikayetçi. Mülteci, sofrasına göz dikmiş bir asalak onlara göre. Orta üst sınıflar ise ulusal kültür, dil ve devlet düzeninin göçmen tehdidi altında olduğunu düşünüyor.
Kolaylıkla fark edileceği üzere popülistler toplumsal sorunlara sahici çözümler sunmamakta. Öfke ve korku üzerinden duyguları tahrik etmek yeni sağın siyasal ufkunun özeti gibi. Bu basitleştirilmiş anlatı düşündürmek yerine refleksleri yöneltiyor. Bir meseleyi tüm yönleriyle tartışmak, konuşmak sağ popülizme hakim söylem kurma biçiminin anti-tezi. Bu nedenle popülizmin güçlendiği her coğrafyada siyasetin düzeyi kutuplaşma, duygusal patlamalar, simgeler ve gerilimler üzerinden şekillenmekte. Bir kez bu yola girildiğinde, popülizmi faşizme yaklaştıran düşünsel iklim de kendiliğinden bir şekilde ön plana çıkıyor.
Dünün faşistleri ve bugünün popülistlerinin bizi mahkum ettiği zihinsel seviye ise post-truth kıvamında entelektüel bir çöl. Bugün iklim krizini inkâr edenler, yarın salgın hastalıkları küçümseyenler, ertesi gün mültecileri hedefe koyanlar aslında ortak bir zeminde buluşuyor: gerçeklerin yükünü reddetmek. Oysa siyasetin görevi hakikati eğip bükmek değil, toplumun karşısına cesur çözümlerle çıkmaktır. Sağ popülizm, kısa vadede öfkeyi mobilize etse de uzun erimde çözümsüzlüğü daha da derinleştiriyor. Bu yüzden asıl sorumuz şu olmalı: Kendi geleceğimizi mi inşa edeceğiz, yoksa hakikati reddedenlerin kurduğu kısır döngüde mi savrulacağız?

Yorum Yazın