Rothenburg gezdikçe insanın içini ferahlatan, sadece orada olmaktan ve o sokaklarda yürümekten ötürü mutluluk veren bir yer.
Dik bir merdiven Wildbad’ı çevreleyen küçük ormanı geride bırakıp Romantik Yol’un en büyülü köyün kapısına getiriyor.
Artık sur içine adım atıp bu Ortaçağ köyünün tadını doyasıya çıkarabiliriz.
Bir beş dakika yürüdüğümüzde şehrin merkezine ulaşacağız ama etrafımızı çevreleyen ve hepsi birer otel ya da misafirhane olan birbirinden güzel binaların cephelerine, çiçeklerle dolu cam önlerine, taş döşeli ara sokaklarına baka baka, süreyi iyice uzatarak yürüyelim.
Rothenburg, İkinci Dünya Savaşı’nda şansı yaver gitmeyen yerlerden.
Bir bölümü bombalanmış, tamamen yanmış, yıkılmış ama bugünkü hali savaşı anımsatmıyor, olanca güzelliğini ziyaretçilerine cömertçe sunmaktan geri durmuyor.
Elimdeki kitapçıktan 1356’da burada kaleyi bile yıkan büyüklükte bir deprem olduğunu öğrendim.
Ama Rothenburg’un kaderini değiştiren adam depremin hemen ardından ortaya çıkıyor: Belediye Başkanı Heinrich Toppler, burayı imparatorluğun en büyük şehirlerinden biri haline getirmiş.
Onun döneminde Rothenburg’un nüfusu 6 bine yükselmiş.
Toppler’in adına şehrin hemen her yanında rastlanıyor; kaldığı ev, inşa ettirdiği ve kendi adını verdiği kule bütün ziyaretçilerin uğrak yerlerinden.
Gene de, bütün bu sansasyonel başarılarına rağmen, Toppler’in kaderi Rothenburg zindanlarında son bulmuş; ölmüş mü öldürülmüş mü yoksa ölüme mi terk edilmiş meçhul.
Rothenburg’un şehir müzesi, bu günlerle bir bağ kurmamızı sağlıyor çünkü Almanya’daki en eski manastır mutfağı bu müzenin içinde, 13. yüzyıldan kalma.
Bu mutfak, aynı zamanda rahibelerin o zamanlarda nasıl beslendiğine, neler yediğine, pişirme tekniklerine dair de bize bilgi sunuyor.
En önemli besin kaynağı olan ekmeğin yanı sıra bakliyat, meyve, sebze, kök sebzeler, yumurta, peynir ve süt bu mutfağın temelini teşkil ediyor; et ise sadece sağlık amacıyla ve şart olduğu düşünülen durumlarda mutfağa sokuluyor.
Et benzeri bir yasak balıkta yok ama sofraya nadiren çıktığını anlıyoruz.
Burada gördüğümüz tahta merdiven ise 1791’den.
Müzenin yanında küçük ama güzel bir de bahçesi var.
Ama hiç şüphesiz Rothenburg’un büyülü dünyasına en yaraşan yer Kathe Wohlfahrt’ın yılbaşı süsleriyle dolu dükkânı -ve müzesi.
Kathe Wohlfahrt yılda sadece bir-iki ay açık olan Noel temalı hediyelik eşyalar satan dükkân fikrini genişleterek burayı yıl boyunca açık tutacak bir hale getirmiş, içerisi muhteşem, kapıdan girdiğiniz anda adeta Noel Baba’nın kızağında, bulutların üstünde olduğunuzu hissediyorsunuz.
Birbirinden güzel hediyelik eşyalarla bezeli, sevimli mi sevimli, yolu Rothenburg’a düşen herkesin mutlaka uğraması gereken bir müze-dükkân burası.
Rothenburg’un bir güzel tarafı da meydana çıkan sokaklardaki dükkânların hemen hepsinin bakmaya değer bir şeyler sunmasıydı.
Bu coğrafyadaki pek çok yerde olduğu gibi Rothenburg’a gelenler de yiyip içtiklerinden memnun olacaklardır.
Akşam yemeğini şehir meydanındaki Reichküchenmeister -“Kral’ın aşçıbaşısı”- adlı otelin lokantasında yedik -yemeğin üstüne ayvalı ve armutlu birer de schnapps yuvarladık.
İsim hakikati ne kadar yansıtıyor bilemeyeceğim ama yediğimiz yemeğin ikimizi de hayli tatmin ettiğini söyleyebilirim.
Rothenburg’un meşhur bir de tatlısı var, adı “schneeballen”, yani “kartopu”, kızgın yağda kızartılmış yumruk büyüklüğünde bir hamur.
Pudra şekeri serpiyorlar üstüne.
Çok çeşidi var ama ben tarçınlısı yedim.
Ben bu kızarmış hamur denen şeyden pek hazzetmediğim için bu tatlının da öyle övünülecek bir şey olmadığı kanaatindeyim.
Rothenburg gezdikçe insanın içini ferahlatan, sadece orada olmaktan ve o sokaklarda yürümekten ötürü mutluluk veren bir yer.
