Gençliğimde Tofaş’ın altyapısında basketbol oynardım.
Eşsiz mutluluklardan payıma düşenin coşkusuyla soyunma odasına döndüğüm de oldu, gözyaşlarımı saklamaya çalışarak da.
Takımca iki kere İspanya’da turnuvaya katıldık, bir kere de ben, takımdan ayrı, Pau Gasol’ün ve daha birçoklarının çıktığı Elite Jove kampına katıldım.
Bu turnuvaların ikincisinde Barcelona’yla oynuyorduk.
Hiç unutmuyorum, oyuna yeni girmiştim, Eray kaçırdığı topun ribaundu alır almaz bana verdi, dipteydim ve boştum.
Bugün bile Barcelona’ya attığım o üçlüğü düşündükçe yersiz mutluluklar yaşıyorum.
Katıldığımız ilk turnuvada ise -yardımcı coach’umuz Milli Takım’da, Beşiktaş’ta, Galatasaray’da ve Anadolu Efes’te senelerce Ergin Ataman’ın yardımcılığını yaptıktan sonra Galatasaray’a başantrenör olarak dönen Yakup Sekizkök’tü- Real Madrid, Pamesa Valencia ve Panathinaikos’la oynamıştık.
O turnuvadaki tek sayımı Panathinaikos’a karşı atmıştım, faul çizgisinden ikide bir.
Benim için basketbolun Yunanistan’la ilişkisi bu karşılaşmayla sınırlı değildi.
Tofaş’ta oynarken basketbol kampları için İspanya haricinde Yunanistan’a da bir kez geldim, Kolindros’ta, daha sonra Olympiacos’un önemli oyuncularından biri olan Mantzaris’le aynı takımda oynamıştık.
Bir süre sonra benim basketbolla sahadaki ilişkim yerini ekran başına bıraktı.
Ve iyi bir EuroLeague izleyici oldum.
EuroLeague, benim için, her şeyden önce dört büyük deplasman demektir; Partizan, Kızılyıldız, Olympiacos ve Panathinaikos.
Hep çok istemişsem de bir türlü bu salonlarda bir EuroLeague maçı izleyememiştim, ama Atina Demokrasi Forumu, EuroLeague’de 2025-2026 sezonunun açılış karşılaşmasının olduğu güne denk gelince ben de senelerdir aradığım fırsatı bulmuş oldum.
OAKA baştan sona bir çılgınlıktır.
Maçtan çok tribüne takılır gözleriniz, hiçbir sözü anlamasanız da taraftarın hırsından ne dediklerini kavrarsınız.
Erkenden salonun yolunu tuttum.
Satın aldığım bileti bir de ayrıca onaylatmam gerektiğini tabii ki bilmiyordum, hiçbir manası olmayan bir sürü işi yaptıktan sonra OAKA’nın büyülü salonuna adım attım.
Gözüme ilk çarpan, Alvertis’le Diamantidis’in tavana asılan formaları oldu.
Ama bunun sebebi baktığım “seviye” de olabilir.
Ne yalan söyleyeyim, tribündeki yerimden parkede oynayan oyuncuları izlemekle Boğaziçi Köprüsü’nden Ortaköy’ü izlemek arasında pek bir fark olmayabilirdi, zira, bileti iki hafta öncesinde almış olmama rağmen ancak üst tribünün en üst sırasında kendime bir koltuk bulabilmiştim -benden yukarıda bir tek çatı vardı.
Saat yaklaştıkça OAKA’nın ateşi yükseldi, sezonun açılış maçı olduğu için oyuncular sahaya tek tek çıkıyor ve tezahüratlarla karşılanıyorlardı.
Basketbolda oyunkurucunun Yunan olması o takımın başına gelen iyi bir şey addedilir; “at, avrat, Yunan guard” sözünü basketbolu seven herkes bilir.
En büyük alkışı bir Olympiacos efsanesiyken Panathinaikos forması giymeyi kabul eden Kostas Sloukas aldı, sanırım Panathinaikoslular onu yeşil formayla gördükçe Olympiacos’a kaptırdıkları kendi efsaneleri Vassilis Spanoulis’in intikamını aldıklarını düşünüyorlar.
Ergin Ataman, Panathinaikos’un başına geçer geçmez senelerdir beklenen EuroLeague kupasını OAKA’ya getirince adeta bir yarı-kahramana dönüşmüş.
Türkiye’den geldiğimi öğrenen kim olduysa “merhaba” yerine “I love Ataman!” demeyi tercih etti.
Atina, hiç kuşkusuz ki bir Olimpiyat şehri ama bir o kadar da basketbol şehri.
Maçı, gözlerimi tribünden alabildiğim dakikalarda izledim.
OAKA bir çılgınlıktır.

Yorum Yazın