MENU
  • ÇEVİRİ
  • YORUM
  • YARGI KRİZİ
  • PİYASALAR
  • GÜNDEM
  • DÜNYA
  • EDİTÖRDEN
  • SPOR
  • KÖŞE YAZILARI
  • DOSYA>Seçimin Ardından
  • GENEL
  • KİTAP
  • DOSYA>Avrupa'nın Seçimi
  • DOSYA>Emekliler
  • YAZARLAR
  • FOTO GALERİ
  • WEB TV
  • ASTROLOJİ
  • RÜYA TABİRLERİ
  • HABER ARŞİVİ
  • YOL TRAFIK DURUMU
  • RÖPORTAJLAR
  • Künye
  • Gizlilik Politikası
  • E-Bülten
Yeni Arayış
Yeni Arayış
Yeni Arayış
  • ANA SAYFA
  • KÖŞE & YORUM YAZILARI
  • KATEGORİLER
    • SİYASET
    • EKONOMİ
    • DIŞ POLİTİKA
    • KÜLTÜR SANAT
    • HUKUK
    • TEKNOLOJİ
    • PSİKOLOJİ
    • FELSEFE
    • KENT
    • EDEBİYAT
    • SAĞLIK
    • ASTROLOJİ
    • GEZİ
    • SÖYLEŞİ
    • EKOLOJİ
    • MEDYA
    • EĞİTİM
  • KÜNYE & İLETİŞİM
Kapat

Mesele midir?

ANA SAYFASİYASETMesele midir?
Mesele midir?

Türkiye Avrupa Birliği’ne üye olsaydı, iç istikrarımız daha sağlam mı olurdu yoksa daha mı çürük olurdu? Demokratik bir ülkede devletin meşruiyeti elbette daha fazla olacaktı. Ekonomik sorunların hızla azaldığı bir ülkede farklılaşma elbette azalacaktı. Komşularla ilişkiler, etnik ve dinsel topluluklarla ilişkiler yeniden düzenlenecekti.

21 Eylül, 2025, Pazar 00:20
  • yazdıryorum yazfont küçültfont büyüt
Reha Çamuroğlu
Reha Çamuroğlu
yazı içi reklam

Merhum Süleyman Demirel ünlü vecizelerinden birinde ne demişti?

“Meseleleri mesele etmezseniz mesele olmazlar.”

Çünkü o da “devlet geleneğini” böyle devralmıştı.

Siyaset geleneğimiz günü kurtarmak üzerine kurulmuştur. En basit meseleler bile amiyane tabirle “sündürülür” ülkemizde.

Mesela çok basit bir örnek verelim; İstanbul’un taksi sorunu. Çözümü çok basittir. Kanuna filan da ihtiyaç yoktur. Çığırtkan bir direnç senelerdir çözümü engellemektedir. Bunu çözemeyen bir devletin çok daha “gerçek” meseleleri çözmesini beklemek biraz zorlamak olmaz mı?

Uzun bir süredir “Kürt Meselesi”nin çözümü ile yatıyor kalkıyoruz ülkecek. Sanki mesele inat etmiş de ayak diriyor gibi, tekrar ve tekrar olmuyor da olmuyor. Başladığımız noktaya dönsek bir nebze, hayır o da olmuyor, başladığımızdan daha beter bir noktada buluyoruz kendimizi. Barış derken daha beter bir kapışmanın ve hatta yeni meselelerin yolunu açmış oluyoruz, yeni kavgalar yaratıyoruz.

Şimdilerde açıkça görüyoruz ki Alevi Meselesi de güçlü ve kaçınılmaz olarak çözüm bekleme kuyruğuna girmiş bulunmaktadır ve herkes devletin ağzına bakmaktadır. Devlet ise kadir-i mutlak bir edayla “Ben bu meseleleri çözeceğim vs. vs.” demekten öteye gitmemekte, gidememektedir. Peki bu meselelerin çözümü gerçekten devletin gücü ve yapısı dahilinde midir? Yani devlet, “mevcut devlet” bu meseleleri çözebilir mi”? önce bu soruya cevap vermemiz gerekmez mi?

Seneler önce Kürt Meselesinin tartışıldığı geniş bir toplantıda,

“Devletin bu meseleyi çözebileceğini varsayıyoruz fakat bu doğru değil. Bu mesele doğuşundan beri uluslararası bir meseledir ve tek bir ulus devletin bu meseleyi çözme olanağı yoktur. Çözüm, uluslararası bir çözüm olacaktır.” demiştim.

Toplantıda geniş bir görüşler yelpazesi temsil edilmesine rağmen bu sözlerime bir itiraz gelmemişti. Şimdi ise adeta özel gayretlerle Alevi Meselesi de bu hale gelmiştir yahut gelmek üzeredir. Suriye’de HTŞ darbesinin Alevilere karşı uygulamaları bunun ipuçlarını vermektedir.

Halihazırda ise gördüğümüz üzere şimdiye kadar konuşmaktan ve olan biteni seyretmekten başka bir şey yapabilmiş değiliz. Bir şeylerin eksik olduğu ortadadır.

2004 yılını hatırlayalım. Avrupa Birliği’ne girecektik hani. Devletimizi reforme edecektik. Helsinki ve Maastricht konuşuyorduk. Önümüzdeki en büyük engel olan Kıbrıs Sorunu’nun çözüleceği bir referanduma gitmek üzereydik ve Annan Planı sorunu çözecekti. Olmadı. Avrupa Birliği inanılmaz bir tavır göstererek süreci tekrar çözümsüzlüğe itti. Zaten Türkiye’de Avrupa Birliği’ne katılıma karşı olan bir devlet eliti mevcut idi ve bu durum, onlar için “Allah’ın bir lütfu” oldu. Onca lafı edilen “Ankara Kriterleri’nin” neler olduğunu 2013’ten 2025’e kadar gördüğümüze göre lütuftan söz etmenin mümkün olmadığını görmüş olmalıyız.

Bir soru sormanın zamanıdır. Yunanistan 1974’te askeri darbelerin gölgesinden kurtulabilmişti. Kıbrıs’ta uğradıkları büyük yenilginin bir sonucu da buydu. Bir daha askeri darbe olmadı Yunanistan’da ve darbeciler ağır cezalara mahkûm edildiler. Yunanistan Avrupa Birliği’ne girmeseydi Yunan Devleti bu dönüşümü sağlayabilir miydi? Yahut yıllarca Yunan siyasetinde ve sanatsal, ekonomik, kültürel hayatında baskın rol oynayan Yunan Kilisesi’nin baskıcı gücü laiklik lehine sınırlanabilir miydi? Daha sonra Yunanistan “Kuzey Makedonya” diye bir devleti tanır mıydı? Daha sonra girdiği büyük ekonomik krizden çıkabilir miydi? Bu soruları İspanya, Portekiz, Bulgaristan, Polonya, Macaristan, Romanya ve birçoğu daha için de sormak mümkündür. Cevabımızın “hayır” olacağı ortadadır.

Buradan başka sorulara rahatlıkla geçebiliriz aslında.

Türkiye Avrupa Birliği’ne üye olsaydı, iç istikrarımız daha sağlam mı olurdu yoksa daha mı çürük olurdu? Demokratik bir ülkede devletin meşruiyeti elbette daha fazla olacaktı. Ekonomik sorunların hızla azaldığı bir ülkede farklılaşma elbette azalacaktı. Komşularla ilişkiler, etnik ve dinsel topluluklarla ilişkiler yeniden düzenlenecekti. Türkiye bir eksene oturmuş olacaktı ve savrulmaları azalacaktı. Avrupa Birliği ise kesinlikle daha güçlenecekti. Bugün dünyadaki gelişmelere baktığımızda bunları doğrulayan pek çok şey görmek mümkündür.

2025 yılında nevzuhur bir karar verip “Türkiye, Rusya ve Çin ittifak oluşturmalı” gibi dünyada ve bizde ancak müstehzi gülümsemelere yol açacak işlerle uğraşmak yerine girilecek yol tekrar ısrarlı bir AB üyeliği yoludur. Dünyada yeni fay hatları oluşmuş, Rusya’nın Ukrayna istilası ve Trump politikaları ile İsrail’in yayılma çabaları güç dengelerini değiştirmiş ve Türkiye’nin elindeki değerler 2004’e göre önemli ölçüde artmıştır. “Önce iç barışı, iç istikrarı sağlayalım” gibi vecizeler boş laflardır. Zaten boş oldukları o iç barışın bir türlü sağlanamamasından bellidir. Dünyada artık iç dıştır, dış da içtir. Bunu bilerek adım atmanın zamanıdır.

 

Yazarlar sayfasını izyeret ettiniz mi?

Yorum Yazın

yazı altı ebülten
Reha Çamuroğlu
    Reha Çamuroğlu

    Bizi Takip Edin
    Facebook
    X (Twitter)
    Instagram
    Linkedin
    Mastodon
    Bluesky
    Köşe Yazarları
    Hakan Tahmaz
    Hakan Tahmaz Yeni çözüm süreci: Sessiz bir başlangıç, belirsiz bir gelecek
    Erol Katırcıoğlu
    Erol Katırcıoğlu Komisyona bir öneri
    Çağhan Uyar
    Çağhan Uyar CHP’nin kayyum çıkmazı
    Bahar Akpınar
    Bahar Akpınar Osmanlı–İngiltere İlişkileri (2): Prens Edward’ın Birinci İstanbul Gezisi (1862)
    Murat Aksoy
    Murat Aksoy CHP siyaseti hızlanan zamana yetişebilecek mi?
    Eser Karakaş
    Eser Karakaş Bayrampaşa ve maskeli balo
    Murat Kartalkaya
    Murat Kartalkaya Yeter ki ekonomi konuşmayalım!
    Yüksel Işık
    Yüksel Işık CHP yeniden yola çıkarken…
    Ahmet Öztopkara
    Ahmet Öztopkara Evet, Göztepe Satılık… Daha Güçlü Olmak İçin…
    Tunay Şendal
    Tunay Şendal CHP’nin 22. Olağanüstü Kurultayı
    Bahattin Yücel
    Bahattin Yücel "Hayat kısa kuşlar uçuyor"
    Reha Çamuroğlu
    Reha Çamuroğlu Mesele midir?
    Akın Özçer
    Akın Özçer Bolsonaro’nun tarihi mahkûmiyeti
    Korhan Gümüş
    Korhan Gümüş 18. İstanbul Bienali başladı: “Üç Ayaklı Kedi” metaforu başka nasıl okunabilir?
    Deniz Nas
    Deniz Nas Almanya’da neler oluyor: North Rhine-Westphalia 2025 Yerel Seçimleri değerlendirmesi
    instagram gel gel
    Yeni Arayış
    KünyeGizlilik PolitikasıE-BültenRSSSitemapSitene EkleArşiv
    SOSYAL MEDYA BAĞLANTILARI
    FACEBOOKTWITTERINSTAGRAMLINKEDIN

    Yeni Arayış | Onemsoft Haber Yazılımı