Lozan, her şeye rağmen asırlar sonra Türkiye’yi dünyanın gelişmiş ülkeleriyle eşit statüye getirmiştir. Uluslararası düzeyde saygınlığı olan bir ülkeye dönüştürmüştür. Türkiye’nin tam bağımsızlığını tescil etmiştir. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra akdedilen pek çok antlaşmanın yürürlükten kalkarken Lozan’ın varlığını koruması da bu sayede olmuştur. Lozan’ı siyasî çatışmaları körüklemek için değil, millî birlik ve beraberliğimizin bir nişanesi olarak ele almamız gerekiyor.
“Kültürel devrimler sırasında, bütün yeteneksizler kendilerini mahkûm edenin kendi sıradanlıkları değil seçkincilik olduğunu savlarlar”
Rene Girard
Türkiye’nin bazı tarihsel tartışma gündemleri var ki kendisini hızlı tazelediğine tanıklık ediyoruz. Bunların en başında kuşkusuz Lozan meselesi gelir.
Millî Mücadele’nin siyasî ve askeri safhasındaki kazanımların uluslararası düzlemde tescili anlamına gelen Lozan Barış Antlaşması, uzun yıllardır politik çatışmaların bir aracı olarak kullanılıyor. Cumhuriyetin kurucu belgelerinden olması nedeniyle birleştirici ve bütünleştirici bir işlev göstermesi gerekirken, ağırlıkla siyasiler eliyle cepheleşme iklimini körüklemek için kullanılıyor.
Türkiye’nin petrol başta olmak üzere doğal kaynaklarını Lozan yüzünden çıkaramadığı, 2023’te biteceği, türlü gizli maddeleri bulunduğu gibi tarihsel bağlamından kopuk, gerçekle yakından uzaktan alakası olmayan bir dizi iddia ortaya atılıyor.
Lozan’ın tarihsel boyutu üzerine çalışan tarihçiler, ciddi bir külliyat ortaya koymuştur. Söz konusu eserler, dillendirilen iddiaların asılsızlığını gösteriyor. Hâl böyleyken Lozan tartışmaları zaman zaman ısınarak gündemimizde yer teşkil etmeye devam ediyor.
Bunlardan bir tanesiyle geçtiğimiz hafta karşılaştık. Terör örgütü PKK, malum kendisini “feshettiğini” duyurdu. Örgüt, fesih kararını açıklarken Lozan’ı ve cumhuriyetin kurucu iradesini de eleştirmeden geçmedi. Lozan’da Kürt realitesinin görmezden gelindiği minvalinde bir beyanat verildi. Yani iddialara göre Lozan’da, Kürtlere tarihsel bir haksızlık yapılmıştı.
Peki, zikredilen savların tarihsel açıdan bir karşılığı var mıydı? Açık bir şekilde söyleyebilirim ki, hayır!
Lozan’da Kürtlerin es geçildiği söyleminin herhangi bir dayanağı yoktur. Zira 1919’dan sonra ortaya çıkan koşullarda Kürtler, Mustafa Kemal Atatürk’ün öncülüğündeki Millî Mücadele hareketine destek vermiştir.
Millî Mücadele döneminde, Anadolu halkının işgallere karşı tepkisini meşru bir zemine oturtmak amacıyla önce kongreler toplanmıştır. Bülent Tanör’ün tasnifiyle yerel, yöresel, bölgesel ve ulusal ölçekte toplanan kongreler, zamanla TBMM’ye evrilmiştir.
TBMM, Anadolu’da yaşayan her kesimin işgallere karşı ortak iradesini yansıtmıştır. Seçilerek TBMM sıralarına oturan milletvekilleri, hem Millî Mücadele hareketini yönetmiş hem de Lozan’ı onaylamıştır.
Millî Mücadele’yi kumanda eden ve Lozan’a onay veren mecliste, ağırlıkla Türklerin yaşadığı illerden gelen milletvekilleri olduğu gibi Kürtlerin yoğun bulunduğu bölgelerden gelen temsilciler de vardır. Türkler ve Kürtler –ve keza başka etnik unsurlar- bütün bu süreçleri demokratik müzakere yoluyla görüşüp karara bağlamıştır.
Lozan’ın altında İsmet İnönü’nün imzası vardır. Ancak Lozan, TBMM’de onaylandığı için Kürt milletvekillerinin de tasdiki söz konusudur. O tarihlerde Kürt milletvekilleri çıkıp da “Lozan ile bizim hakkımız yeniyor” kabilinden açıklamalar yapmamıştır.
Çünkü böyle bir demeç tarihsel dinamiklere aykırıdır. 1920’lerin Türkiye’sinde Kürtlerin ayrılma gibi bir gündemi yoktu. Hakeza Millî Mücadele dönemi ve sonrasında onlarca Kürt ayaklanması çıktı. Bu isyanların hiçbirisinde “Lozan’da bizim hakkımız yenildi” denilmedi. Daha ziyade şeriat talepleri vardı.
Lozan’la ilgili hafızalarda yer edinen algıların pek çoğu da siyasal angajmanlar etrafında şekillenmiştir. 1940’lardan itibaren yükselişe geçen İnönü ve CHP karşıtlığı, Lozan üzerine dönen asılsız iddiaların harcını karmıştır.
Burada Kürtlerin, Millî Mücadele koşullarında niye Türklerle sırt sırta verdiği sorusu akıllara gelebilir. İşgalci güçlere karşı ancak ve ancak tek yumruk olarak mücadele edilebileceği düşünülüyordu da ondan. Ayrıca Kürtler özelinde Ermeni ve Rum tehdidi vardı. Hemen yanı başlarında İngilizlerin ciddi bir ordusu da bulunuyordu.
Demek ki Lozan sürecine TBMM’de bizzat dahli bulunan Kürtlerin, şimdilerde dillendirildiği gibi bir talepleri olmamış. Bilakis Kürt etnisitesine mensup milletvekilleri, Lozan’ı mecliste onayladığı gibi, ulus devlet eksenli cumhuriyet projesine ve 1924 Anayasası’na da destek vermiştir.
Lozan ve Kürtler üzerinden kurulan tartışmaların altı boştur. Aradan seksen sene geçtikten sonra “bize haksızlık yapıldı” diye yakınmanın neresi tutarlıdır?
Öbür taraftan Türkiye’de kimileri var ki sürekli “Lozan hezimettir” diye açıklamalarda bulunarak, Lozan üzerinden dönen algıları pekiştiriyor. Kuşkusuz Kürtlere yapılan “haksızlıklar” ve söz konusu “adaletsizliğin” giderilmesi, Lozan’a dair verilen “hezimet” mesajlarının alt metninde yatıyor.
Esasında Lozan’a bu nevi göndermeler, siyasî yakıt olarak kullanılıyor. Benzeri söz gelimi Alevilere de uygulanıyor, mütedeyyinlere de…
Örneğin Kürtlere, Alevilere veya inananlara tarihsel bir haksızlık yapıldı deniliyor. Peki, haksızlığı yapan kim? Cumhuriyetin kurucu iradesi. Onun temsilcisi kim? Tabii ki de CHP. CHP’nin toplumsal kesimlere şu ya da bu şekilde yaptığı haksızlıkları kim düzeltebilir? El-cevap: gene aynı haksızlıklara uğramış olan iktidar.
Bu karşıtlıklar üzerinden siyaset devşiriliyor. Yapay biçimde tarihsel haksızlık algısı oluşturularak karşıtlıklar üzerinden politik yakıt sağlanıyor. Temelde somut bir olgusallıkolmadığı için ekseriyetle yel değirmenleriyle savaşmaktan öteye geçilemiyor.
Lozan’la ilgili hafızalarda yer edinen algıların pek çoğu da siyasal angajmanlar etrafında şekillenmiştir. 1940’lardan itibaren yükselişe geçen İnönü ve CHP karşıtlığı, Lozan üzerine dönen asılsız iddiaların harcını karmıştır.
Rıza Nur’un hastalıklı bir ruh haliyle kaleme aldığı hatıraları, Necip Fazıl Kısakürek’in Büyük Doğu dergisindeki ithamları ve İbrahim Arvasi’nin iddiaları epey belirleyici olmuştur. Elbette Kadir Mısıroğlu’nun, Kısakürek ve Arvasi gibi isimlerden devraldığı mirası sürdürmesi de vardır.
Lozan, her şeye rağmen asırlar sonra Türkiye’yi dünyanın gelişmiş ülkeleriyle eşit statüye getirmiştir. Uluslararası düzeyde saygınlığı olan bir ülkeye dönüştürmüştür. Türkiye’nin tam bağımsızlığını tescil etmiştir. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra akdedilen pek çok antlaşmanın yürürlükten kalkarken Lozan’ın varlığını koruması da bu sayede olmuştur. Lozan’ı siyasî çatışmaları körüklemek için değil, millî birlik ve beraberliğimizin bir nişanesi olarak ele almamız gerekiyor.

Yorum Yazın