Önceki yazılarımda Almanya’nın göç ve göçmen politikalarındaki çıkmazlara değinmiş; tartışmayı “Almanya hepimizin evi olabilir mi?” sorusuyla noktalamıştım.
Geçtiğimiz hafta sonu bu sorunun cevabı Hannover’de belki de ilk kez ete kemiğe büründü.
Yeşiller Partisi kongresinde Cem Özdemir, emin adımlarla kürsüye yürüdü. Konuşmasını bitirdiğinde salonun ayağa kalkması, yalnızca bir siyasi figüre değil, Almanya’nın değişime duyduğu özleme alkış tutulmasıydı. Özdemir orada sadece bir bakan ya da bir milletvekili değildi; bu ülkenin dönüşen toplumsal dokusunun, çoğulculuğun, yeni kuşakların ve göçmen hikâyesinin sembolik bir temsilcisiydi.
Ancak aynı saatlerde Almanya’nın başka bir noktasında, Giessen kentinde bambaşka bir fotoğraf karesi oluşuyordu.
Aşırı sağcı AfD’nin gençlik yapılanması “Generation Deutschland” adı altında toplanmış, Almanya’yı tek renge indirgeyen bir kimlik tasavvurunu yeniden üretiyordu.
Hannover ile Giessen arasındaki fark sadece mesafe değildi; Almanya’nın ruhunda çatışan iki farklı gelecek vizyonuydu.
Göçmenlerin Sessiz Devrimi: ABD’den Avrupa’ya Taşan Bir Dalga
Dünya tarihine baktığımızda büyük dönüşümler çoğu zaman küçük adımlarla başlar.
1956’da Rosa Parks’ın otobüste verdiği mücadele, Obama’nın Beyaz Saray’a yürüyüşünü mümkün kıldı.
Bugün New York’a Belediye Başkanı seçilen Zohran Mamdani, küresel göçmen devriminin yeni kuşak yüzü oldu.
Şimdi aynı soru Almanya’nın kapısını çalıyor: “Almanya kendi içinden bir Rosa Parks, bir Obama, bir Mamdani çıkarabilecek mi?”
Bu sorunun bugünkü karşılığı ise açık: Cem Özdemir.
Almanya genelinde yapılan kamuoyu araştırmalarında ülkenin en sevilen politikacıları arasında üçüncü sıraya yükselen Özdemir’in elinde büyük bir anahtar var: Bu anahtar, çok kültürlü Almanya’nın kapısını aralayabilir mi?
Bu sadece bir kariyer sorusu değil; Almanya’nın kendiyle yüzleşme, kendini yeniden tanımlama ve geleceğe doğru açılma cesaretinin sınavı.
2026: Almanya İçin Bir Tarih Eşiği
Almanya’nın en stratejik eyaletlerinden biri olan aynı zamanda Mercedes yıldızıyla özdeşleşen Baden-Württemberg, 8 Mart 2026’da 18. kez sandığa gidecek.
Bu seçim, yalnızca bölgesel bir yarış değil; Almanya’nın geleceğini belirleyecek kritik bir dönemeç.
Çünkü Almanya’da ilk kez göçmen kökenli bir politikacının bu ölçekte bir başbakanlık yarışına girmesi, “misafir işçi” kavramının da tarihsel olarak sona erdiğini gösteriyor.
Artık mesele göçmenlerin entegrasyonu değil; ülkenin geleceğini birlikte şekillendirme meselesidir.
2026 seçimi bu nedenle sadece Baden-Württemberg için değil, tüm Almanya için bir aynaya bakma anıdır.
Yeni Almanya’nın Aynası
Hannover’deki kongrede görünen tablo netti: Almanya değişti ve dönüşüyor.
Okullarda, fabrikalarda, üniversitelerde, belediyelerde…
Yeni Almanya çoktan doğdu.
Cem Özdemir’in kürsüye yürüyüşü, yalnızca Yeşillerin değil, “Bu ülkenin yeni ritmini duyan” herkesin yürüyüşüydü.
Giessen’deki AfD gençliği ise “Almanya aynı kalsın” diye haykırıyor. Ama hayatın akışı çoktan kararını verdi.
Toplum değişti; siyaset sadece bu değişime yetişmeye çalışıyor.
Almanya’nın Önündeki Büyük Soru
Almanya bugün aynanın karşısında duruyor. Bir yüzünde korkular, diğer yüzünde ihtimaller…
Giessen’in karanlık sloganları, Hannover’in alkışlarıyla yarışıyor.
Bu yarış sadece bir seçim değil; bir ülkenin ruhunda süren sessiz bir hesaplaşma.
Cem Özdemir’in yükselişi, Almanya’ya şu soruyu daha yüksek sesle soruyor: “Kendini geçmişin zincirleriyle mi tanımlayacaksın, yoksa geleceğin çoğulcu nefesiyle mi?”
8 Mart 2026’da sandığa giden oylar sadece bir başbakanı seçmeyecek; Almanya’nın hangi hikâyeyi anlatacağını belirleyecek: Bir yanda kapanan kapılar, diğer yanda açılan ufuklar…
Bir yanda daraltılmış ‘Alman kuşağı’, diğer yanda hepimizi içine alacak geniş bir demokratik kimlik…
Tarih sahnesi bekliyor.
Ve artık kimse bu soruyu erteleyemez:
Almanya, korkunun mirasını mı devralacak, yoksa cesaretin kurduğu yeni bir cumhuriyete mi yürüyecek?


























Yorum Yazın