MENU
  • ÇEVİRİ
  • YORUM
  • YARGI KRİZİ
  • PİYASALAR
  • GÜNDEM
  • DÜNYA
  • EDİTÖRDEN
  • SPOR
  • KÖŞE YAZILARI
  • DOSYA>Seçimin Ardından
  • GENEL
  • KİTAP
  • DOSYA>Avrupa'nın Seçimi
  • DOSYA>Emekliler
  • YAZARLAR
  • FOTO GALERİ
  • WEB TV
  • ASTROLOJİ
  • RÜYA TABİRLERİ
  • HABER ARŞİVİ
  • YOL TRAFIK DURUMU
  • RÖPORTAJLAR
  • Künye
  • Gizlilik Politikası
  • E-Bülten
Yeni Arayış
Yeni Arayış
Yeni Arayış
  • ANA SAYFA
  • KÖŞE & YORUM YAZILARI
  • KATEGORİLER
    • SİYASET
    • EKONOMİ
    • DIŞ POLİTİKA
    • KÜLTÜR SANAT
    • HUKUK
    • TEKNOLOJİ
    • PSİKOLOJİ
    • FELSEFE
    • KENT
    • EDEBİYAT
    • SAĞLIK
    • ASTROLOJİ
    • GEZİ
    • SÖYLEŞİ
    • EKOLOJİ
    • MEDYA
    • EĞİTİM
  • KÜNYE & İLETİŞİM
Kapat

Depreme dirençli şehirler mi istiyoruz, önce TOKİ’den başlayalım

ANA SAYFAKENTDepreme dirençli şehirler mi istiyoruz, önce TOKİ’den başlayalım
Depreme dirençli şehirler mi istiyoruz, önce TOKİ’den başlayalım

Afetlere dirençli ülkelerde, şehirlerde şehircilik deneyimleri yerle temas ederek, süreç odaklı olarak tasarlanıyor, çok yönlü, çok öncelikli ilişkilerle.

26 Nisan, 2025, Cumartesi 05:50
  • yazdıryorum yazfont küçültfont büyüt
Korhan Gümüş
Korhan Gümüş

Bu ülkede felaketleri ortaya çıkaran, tanımlayan modernlik biçiminin aynı zamanda felaketleri olanaklı kılan şey olabileceğinden şüphe duyuyorum. Bu modernleşme biçimi akıl dışı, kuralsız olanla karşıtlık içindeymiş gibi gözükürken ona güç sağlıyor da olabilir.

Afetlere dirençli ülkelerde, şehirlerde şehircilik deneyimleri yerle temas ederek, süreç odaklı olarak tasarlanıyor, çok yönlü, çok öncelikli ilişkilerle. Oysa kamu-özel karışımı ilişkilerle katılaşan hakikatler bilimle topluluklar arasında mesafe koyuyor, bilgi iyileştirici etkisini kaybediyor.

Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum’a göre depreme dirençli şehirler oluşturmak için “kentsel dönüşüm” gerekliymiş.

Peki Sayın Bakan, soruyorum: “Kentsel dönüşüm”e konu olacak yapılar nasıl seçiliyor?

Japonya’da olduğu gibi semt semt, sokak sokak, ev ev “mikro bölgeleme” adı verilen ayrıntılı analizler yapılıyor mu? Planlar çok yönlü, süreç odaklı, yerle temas ederek, yöneticilere, uzmanları, toplulukları farklı bir eşiğe taşıyacak yöntemlerle ele alınıyor mu? 

Hayır. Piyasaya bırakılıyor!

Kamu kendi seksiyonlaşmış zekasıyla kavrayamadığı ve çok karmaşık yapılar olan şehirsel hareketliliği, gelişmeleri düzenleyemediği için bu meseleyi bir inşaat sorunu gibi görüyor. Kendisini gözden geçirmek yerine.

Piyasaya bırakılınca ne oluyor? Şehrin depreme dirençli olmayan yapılarının bulunduğu semtlerindeki yapılar dururken en kaliteli yapı stoğunun bulunduğu bölgelerdeki sağlam yapıların parası karşılığı alınan çürük raporları ile yıktırılıyor.

Depreme dirençli şehirler mi istiyoruz? Önce TOKİ’den başlayalım. TOKİ sizin de söylediğiniz gibi ayrı çalışmasın, yerel yönetimlerle işbirliği yapsın. Şehirlerin daha iyi planlanması için yerel yönetimlere destek versin. Onlara kaynak kullandırsın. 

TOKİ şehirlerin bir eşya gibi, bir bina gibi inşa edilebileceğini varsayan ilkel bir şehircilik anlayışının kalıntısı. Şehirlerin dönüşümü yalnızca piyasa aktörlerine bırakılamaz. Bu kuruluş devlet gücüne, kamu imtiyazlarına sahip bir piyasa aktörü gibi konutlar inşa ettirerek afetlere dirençli kentlerin oluşmasını sağlayamaz.

Topluma bilim enjekte edilmesi gerektiğini söyleyen bir bilim insanı

Son olarak “afet kültürünün topluma eğitimle -yani zorla- enjekte edilmesi gerekiyor” sözünü de duyduk. 

Neden bu ülkede bilim insanlarının neredeyse çoğu deprem gibi afetler konusunda böyle sözler söyleyebiliyorlar? Karşılıklı bir öğrenme süreci yaşamak yerine toplulukları nesne olarak görüyorlar? 

Topluluklar bu nedenle afetleri tıpkı başlarına gelebilecek kazalar gibi algılıyor. Başlarına gelmedikçe ya unutmaya çalışıyor, ya da nafile bir çabayla jeofizikçiler gibi fay hatlarının, zemin yapılarının haritalarını, binaların durumunu öğrenmeye çabalıyor. Ama neyle karşı karşıya olduklarını, afetlerle nasıl başa çıkabileceklerini bilemiyor.

99 felaketi sonrasında muazzam bütçeler ayrılarak hazırlanan ve Büyükşehir’e ait billboardlarda ciltlenmiş olarak görseli yer alan “Deprem Master Planı”nın 26 sayfalık “katılım” bölümüne bakıldığında bile yalnızca cahil olan vatandaşların nasıl bilinçlendirileceğini sorun ettikleri görülüyordu, bu uzmanların. Bu planı hazırlayanlar 99 felaketinden sonra bile, hala “biz fay hatlarının yerlerini biliyorduk. Ama siyasetçiler bizi dinlemedi” demekten başka bir şey söylemiyorlardı. Ne paradoks değil mi, ama: Hem kamu adına konuştuklarını zannediyorlardı. Hem de bir sivil toplum kesimi gibi kendi kamu yararı anlayışlarını temsil etmeyi yeterli görüyorlardı.

Çünkü en uç durumlarda, çatıştıkları durumda bile biri olmadan diğerinin de olamayacağının bilinciyle hareket ederler. Örneğin yolsuzluk yapabilmek, rüşvet alabilmek için çok katı koruma kurallarının olması gerekir. Neredeyse diktatörlük yöntemleri ile hazırlanmış öngörünüm yasaları, koruma planları gibi… Hayatın karmaşıklığını kendi kurgularıyla kavrayamadıkça dışarıda bıraktıklarının hayaletler olarak geri dönmelerine, vücut bulmalarına daha çok ihtiyaç duyarlar. Onları ötekileştirdikçe daha çok güçlenirler.

Bu nedenle bilimi bir hakikat olarak inşa edenlerin ve onların yarattıkları hayaletlerin birbirlerine sımsıkı bağlı olduklarını düşünürüm hep.

 Bu durumda gösterdikleri şey aslında göstermedikleri olandır. Yani onların felaketleri, korkuları kullanarak kendilerine ayrıcalık sağlama, çevreyi, dünyayı sahiplenme arzularıdır.Bu koşulları değiştirmek isteyenlerin sorumluluğu ise bu bilme biçiminin - seküler olmayan, iktidar üzerinden oluşturulan bilimsel kapasitelerin- düpedüz ideolojik olduğunu göstermektir.

9 şiddetindeki bir depremde bile can kaybı yaşamamayı öğrenmek 

İnsanlık felaketlerle karşılaşarak kendisini var eder. İnsan olmanın, yani bir hayvan türü olmanın özelliğidir bu. Modern toplum ise kurgularla müşterek alanı düzenlemeye çalışır.

Kurgularla akılcılaştırma fırsatları yaratır.

Peki bu ülkede öyle mi?

99 felaketi bu açıdan oldukça ufuk açıcıydı. Çünkü yardıma uzaktan gelenler arasında farklı “insanlık” deneyimlerine sahip insanlar vardı. Bir bakıma bu açıdan da bir karşılaşma alanı oldu.

Çok sayıda örnek var. Ama bunlardan en çarpıcı olanlarından biri de 99 felaketi sonrasında gelen Japon yardım heyetinin çalışma şekliydi.

Japon İmparatoru’nun başdanışmanın liderliğinde gelen heyetin yerellikle bambaşka bir ilişki biçimi kurduklarını gördük. Onlar için koşullarda bir değişiklik yaratmak, uzmanların didaktik bir şekilde bildiklerini aktarmaları değil, sorun sahiplerinin bildiklerini açığa çıkarmaya, öğrenmeye ve anlamaya çalışmasıydı.

Onlar müşterek alanı düzenleyen bilginin, kuralların, kurguların işlev görebilmeleri için arizi olarak değil, sürekli hayatla temasta olmaları, canlı tutulmaları gerektiğini düşünüyorlar, ileri yaşlarına rağmen ilişki kurmak için çırpınıyorlardı.

Ne tuhaf değil mi? Felaketler yaşayarak yalnızca 9 şiddetindeki bir depremde bile can kaybı yaşamamayı öğrenmiş olan Japon heyetinin değil, Hollanda, Almanya gibi ülkelerden gelen uzmanların da çalışma şekli buydu. 

Japon İmparatoru’nun baş danışmanının son nefesini verene kadar “üst-dil” denen şeyin eylemsel olduğunu, hakikat olmadığını kavrayarak uğraştığını gördüm. Kendisini yok edercesine...

Onlarla ancak gene kendileri gibi gönüllü insanlar çalışabildi. Karşılarında kamu gücünü, kariyer imkanlarını kullandıkları halde onlarla ilişki kurabilecek bir muhatap bulamadılar. 

Felaketleri bilme biçimimiz onları hazırlıyor olabilir

Bu gözlemlerden hareketle, bu ülkede felaketleri ortaya çıkaran, tanımlayan modernlik biçiminin aynı zamanda felaketleri olanaklı kılan şey olabileceğinden şüphe duyuyorum. Bu modernleşme biçimi akıl dışı, kuralsız olanla karşıtlık içindeymiş gibi gözükürken ona güç sağlıyor da olabilir.

Nesnelleştirici eylemsellikler, bilim bilinenlerin sürekli olarak sorgulanmasını, temsilin bir eksiklik olduğunu fark etmeyi zorunlu kılıyor, “modern” adı verilen topluluklarda. Oysa kamu-özel karışımı ilişkilerle katılaşan hakikatler bilimle topluluklar arasında mesafe koyuyor, bilgi iyileştirici etkisini kaybediyor.

İşte bu yüzden bilginin eşitlikçi ilişkiler kurması, işaretsizleştirici yöntemlerle erkin bir gösterisi halini almaması, yerle sürekli teması çok önemli. Afetlere dirençli ülkelerde, şehirlerde şehircilik deneyimleri yerle temas ederek, süreç odaklı olarak tasarlanıyor, çok yönlü, çok öncelikli ilişkilerle...

Bilindiği gibi projeler, planlar, temsiller yalnızca hayali nesneleri olan kurgulardır. 

Onlara gerçeklik statüsünün tanınması ve potansiyel sözleşmeleri sembolik şiddeti üreten eylemsellikler ve bu kurguları hazırlayan sembolik sınıfların iktidar yapıları ile örtüştükleri anlamına gelebilir. Ya da imtiyazlı bir çıkar grubu gibi kendilerini temsil etmeleri.

Bu durumda gösterdikleri şey aslında göstermedikleri olandır. Yani onların felaketleri, korkuları kullanarak kendilerine ayrıcalık sağlama, çevreyi, dünyayı sahiplenme arzularıdır. Bu koşulları değiştirmek isteyenlerin sorumluluğu ise bu bilme biçiminin - seküler olmayan, iktidar üzerinden oluşturulan bilimsel kapasitelerin- düpedüz ideolojik olduğunu göstermektir.

  • Kanal İstanbul: Şehre musallat olan hayalet Kanal İstanbul: Şehre musallat olan hayalet
Yazarlar sayfasını izyeret ettiniz mi?
Kensel DönüşümDepremTOKİModernleşmeİstanbul

Yorum Yazın

Korhan Gümüş
    Korhan Gümüş

    Bizi Takip Edin
    Facebook
    X (Twitter)
    Instagram
    Linkedin
    Mastodon
    Bluesky
    Köşe Yazarları
    Hakan Tahmaz
    Hakan Tahmaz Yargının siyaset kıskacı ve Yeni Çözüm Süreci dengeleri
    Yavuz Saltık
    Yavuz Saltık Kültür ve sanat yoksunluğu: Görünmeyen uçurum
    Başak Yağmur Eray
    Başak Yağmur Eray Görünüşün gücü ve hakikatin çürüme ile imtihanı
    Ahmet Ziya Gökalp
    Ahmet Ziya Gökalp Gerçek, Anlatının Gölgesinde Kayboluyor
    Çağatay Arslan
    Çağatay Arslan Finans Alla Turca
    Fatih Öztürk
    Fatih Öztürk Türkiye Cumhuriyeti Demokrasisi’ni kurtarmak (3): Temsilcilerin azli
    İlter Turan
    İlter Turan Önceliklerimizi yeniden gözden geçirmek gerekiyor
    Sema Erder
    Sema Erder Dost/Düşman siyaseti ve yer değiştiren kimlikler
    Murat Aksoy
    Murat Aksoy Çerçioğlu'nun transferi ya da siyasetin 'sıfır'lanması
    Erdem Bağcı
    Erdem Bağcı Türkiye'nin makroekonomik görünümü
    Ali Kılıç
    Ali Kılıç Zengezur kavşağı: İki lider, tek kader
    Burcu Ağca Karakaya
    Burcu Ağca Karakaya Teknoloji, pedagoji ve içeriğin kesişiminde ‘etkili öğretim’
    Ece Uğuz
    Ece Uğuz CHP ne yapıyor, ne yapmalı?
    Ali Arslan
    Ali Arslan Araştırma Üniversitesi yerine araştırma yapan akademisyen destek programına geçilmelidir
    Kübra Evliyaoğlu
    Kübra Evliyaoğlu Müzayede
    Armağan Öztürk
    Armağan Öztürk Yapay zeka, robotlar ve insanlık
    instagram gel gel
    Yeni Arayış
    KünyeGizlilik PolitikasıE-BültenRSSSitemapSitene EkleArşiv
    SOSYAL MEDYA BAĞLANTILARI
    FACEBOOKTWITTERINSTAGRAMLINKEDIN

    Yeni Arayış | Onemsoft Haber Yazılımı