Nietzsche, “Her kim kendine bir cennet kurmuşsa, gereken gücü kendi cehenneminde bulmuştur” derken aslında insan ruhunun en yalın, en çıplak gerçeğine dokunur: Hiç kimse huzura, karanlığını tanımadan ulaşamaz. Cenneti ararken çoğumuz göğe bakarız, oysa oraya çıkan yol yerin altından geçer.
Psikolojik olarak bakarsak, insanın en büyük dönüşümü genellikle en derin acıdan doğar. Depresyon, kayıp, hayal kırıklığı, reddedilme… Bunlar sadece yaralar değil; bilincin karanlık odalarıdır. Orada bastırılmış hisler, inkâr edilmiş benlik parçaları ve çocuklukta unutulmuş korkular yankılanır. Fakat bir gün, o yankının içinden bir çağrı gelir: “Artık kendine bak.” İşte o an, cehennem bir işkence değil, bir doğumhanedir. Çünkü insan, ancak orada kendi gerçeğiyle tanışır.
Nietzsche’nin sözü, “acıdan kaçma, onu dönüştür” çağrısıdır. Psikolojide buna “posttravmatik büyüme” denir; travmanın insanı yok etmesi değil, insanın travmayı dönüştürmesi. Bir kalp kırıklığından sonra daha derin sevmeyi öğrenmek, bir kayıptan sonra daha bilge yaşamak, bir yıkımdan sonra daha güçlü yürümek… Bunlar hep cehennemden toplanan taşlarla inşa edilmiş cennetlerdir.
Belki de insanın en cesur hali, düştüğü yerden kaçmaması, oraya bakmasıdır. Çünkü “bakmak” en acı terapi biçimidir. Karanlığa bakmak, kendi gölgenle tanışmak demektir. Jung’un dediği gibi, “Işık, bir insan kendi karanlığını bilmediği sürece doğmaz.”
Kendine bir cennet kurmak, dış dünyanın huzuruna ulaşmak değil; iç dünyanın fırtınalarını yatıştırabilmektir. O yüzden bazı insanlar sessizdir, ama gözlerinde bir bilgelik taşır. Çünkü onlar cehennemlerinden geçmiş, ellerinde hâlâ oradan getirdikleri bir sıcaklık vardır.
Sonunda anlarız ki: Cehennem, cezalandırılmak için değil, olgunlaşmak içindir. Ve o yanıklardan geriye kalan her iz, insanın kendine açtığı en kutsal kapıdır. Nietzsche’nin dediği gibi, cennete çıkan yolun taşları, cehennemden çıkarılmıştır



























Yorum Yazın