Bir Komünist Manifesto olmasa da, PKK bildirisi sosyalist bir metin olarak başlayıp bitiyor. Türkiye’nin sivil siyaset alanı için sosyalizmden bahseden metinlerin önemi tartışılmaz. Barışa giden yolda sosyalizmden söz etmek kesinlikle faydalı bir faaliyettir.
PKK’nın silah bırakma sürecine dair bildirisi, Türkiye’nin zaten atlıların gezdiği züccaciye dükkânına bir fil gibi dalarak raflardaki son bibloları da devirdi. Türkiye’nin demokrasi ve hukuk sıralamasının 140’lar civarında yer aldığı düşünüldüğünde, bu külli altüst oluşun sivil toplumun zayıf olduğu bir ülke için mutlaka kötü olmadığını düşünüyorum. Belki bu vesileyle toplum, yeni bir raf düzeninde daha fazla söz sahibi olmak için harekete geçer.
Öte yandan, bildirinin tarifindeki anlaşmazlık, meşhur “kör ve fil” metaforunu akla getiriyor. Empatiden yoksun, karşı tarafı dinlemekten uzak bir iktidarın körüklediği körebe oyunu içinde, bildirinin yorumlanması da körlerin fili tarifinden farksız. “Biz senin neyine itibar edelim?” sorusuna bugüne kadar tatmin edici bir cevap veremeyen bir iktidara güvenmek kolay değil.
İktidar cephesi, metinden yalnızca PKK’nın kendini feshettiğini anlıyor. Milliyetçi blok ise Lozan’la ilgili satırlara odaklanıyor. Oysa metnin pek çok kritik alt okumaya açık yapısı içinde, daha az ilgi çeken bir boyut benim gözümde vurgulanmayı hak ediyor: Abdullah Öcalan’ın önceki mesajlarında da vurguladığı, reel sosyalizmi eleştiren ancak sosyalizmden kopamayan anlayışın ifadesi.
PKK’nın reel sosyalist temelde kurulmuş olmasına dair geliştirdiği özeleştiri, bildirinin son cümlesinde zirveye ulaşıyor. “Ulus devletçi sosyalizmin yenilgisi”ne karşılık “demokratik toplum sosyalizminin zaferi” sloganı, kalın puntolarla göze sokuluyor. İktidar cephesinde en ufak bir huzursuzluğa yol açmayan bu sol fraksiyon çatışması tadındaki özeleştiri, belli ki PKK için yaşamsal bir yol ayrımı niteliğinde.
Uzun yıllar boyunca silahlı örgüt kodlarında kapalı devre kalmış bir yapı için entelektüel tartışmalar önem taşır. Ancak bunu dışarıdan algılamak kolay değil. Buna karşılık, benim gibi Türkiye tarihini soğuk savaş ekseninde okuyan ve Türkiye’yi soğuk savaşın yenik ülkesi olarak tanımlayan biri için, “Bildirinin sosyalizm pasajları”, üzerine düşünmeye değer başlıklar sunuyor.
1945’te başlayan ve neredeyse hiç bitmeyen 80 yıllık soğuk savaş retoriği içinde, bu bildirinin içine sığan sosyalist manifestonun Türk sağının bugünkü muktedir temsilcileri için kayda değer bulunmaması şaşırtıcı değil. Onlar, işlerine yarayan cümlelerin reçelini, turşusunu çoktan kurdu
“Demokratik Toplum Sosyalizmi” kavramı, ulus devletçi sosyalizme karşı konumlandırılmış. Ulus devletçi sosyalizm oksimoron görünse de buradaki niyeti az çok anlayabiliyoruz: PKK’nın, yani Kürdistan İşçi Partisi’nin, reel sosyalist argümanlarla bir Kürt ulus devleti kurma çabası buymuş ve yenilgiyle sonuçlanmış.
Buna karşıt olarak ifade edilen kavramın siyaset literatüründeki karşılığı ise “Demokratik Sosyalizm” gibi görünüyor. “Demokratik Toplum Sosyalizmi” diye bir terim mevcut değil. Bildiriyi kaleme alanların zihninde bu kavramın farklı bir anlamı olsa bile, reel sosyalizme karşı demokratik sosyalizm anlamlı bir alternatif olarak öne çıkıyor.
Bildiri, reel sosyalizmi, Kürt ulus devletine ulaşma çabasının nafile bir gayreti olarak tanımlıyor. Bunun karşısına koyduğu kavramın bir ucu, revizyonist olmakla itham edilen Alman sosyalist Bernstein’a, diğer ucu ise İngiltere’de Üçüncü Yol’u hayata geçirmeye çalışan Tony Blair’e uzanıyor.
Sosyalizmin, Sovyetler Birliği’nin sultasında geçirdiği yaklaşık 70 yıllık serüveni boyunca bir diktaya dönüşmesi ve 1945’te ABD’nin fitilini ateşlediği soğuk savaşa yenik düşmesi, reel sosyalist ideali zaten tarih sahnesinden silmişti. Bugün Kuzey Kore’de karikatür düzeyinde varlığını sürdüren bu versiyonun devrinin kapandığını tespit etmek için PKK’nın 34 yıl daha beklemesi gerekmiş.
Son sürecin tartışmasız mimarı MHP lideri Bahçeli, gözlerinde neredeyse yaşlarla kutladığı PKK fesih bildirisinin sosyalist sloganlarla kapanmasına takılmıyor. Türkiye’de soğuk savaş boyunca, resmi ideolojiye muhalif olan herkes, öyle ya da böyle komünizmin ekmeğine yağ sürmekle suçlanırdı.
Türk halkının genlerine “din elden gidecek” sanrısını da aşılayarak büyütülen anti-komünizm ağacı, Menderes’ten Erdoğan-Bahçeli ittifakına kadar sağ siyasetçilere hep meyve tedarik etti.
Buna CHP gibi ortanın solu da, CHP’nin daha solundaki örgütler de, Kürt muhalefeti de dahildi. Sivil ve askeri bürokrasi, Celal Bayar’ın unutulmaz “Bu Kış Komünizm Gelecek” uyarısına karşı her zaman teyakkuzdaydı. MHP’nin anti-komünist duruşu bu mücadelede en öndeydi. İslamcı siyasetin bileşenleri de Komünizmle Mücadele Derneklerinde stajlarını tamamlamıştı.
Türk halkının genlerine “din elden gidecek” sanrısını da aşılayarak büyütülen anti-komünizm ağacı, Menderes’ten Erdoğan-Bahçeli ittifakına kadar sağ siyasetçilere hep meyve tedarik etti.
1945’te başlayan ve neredeyse hiç bitmeyen 80 yıllık soğuk savaş retoriği içinde, bu bildirinin içine sığan sosyalist manifestonun Türk sağının bugünkü muktedir temsilcileri için kayda değer bulunmaması şaşırtıcı değil. Onlar, işlerine yarayan cümlelerin reçelini, turşusunu çoktan kurdu
Oysa ki bir Komünist Manifesto olmasa da, PKK bildirisi sosyalist bir metin olarak başlayıp bitiyor. Türkiye’nin sivil siyaset alanı için sosyalizmden bahseden metinlerin önemi tartışılmaz. Barışa giden yolda sosyalizmden söz etmek kesinlikle faydalı bir faaliyettir.

Yorum Yazın