Gerek Barrack’ın ifade ettiği millet sistemi söylemi gerek Bahçeli’nin Kürt ve Alevi cumhurbaşkanı yardımcısı bugünün Türkiyesi’nde anlamlı tartışmalar görünmese de, gelecek için verilmiş mesajlar olma olasılığı bağlamında okumak da mümkün.
Geçtiğimiz günlerde ABD’nin Türkiye Büyükelçisi ve Trump’ın Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack, “millet sistemi”nin Suriye bağlamı için konuşsa da mealen Türkiye için de iyi bir model olabileceğini söyledi.
Aile köklerinin Osmanlı olduğunu bildiğimiz Barrack için bu öneri, anlamlı olabilir.
Sonrasında İsmail Saymaz’ın başarılı bir gazetecilik haberini okuduk köşesinden; Devlet Bahçeli’nin kapalı bir toplantıda Kürt ve Alevi Cumhurbaşkanı yardımcısı olsun önerisini hazirun ile paylaşmış.
Özetle karşımızda sadece “millet sistemi” tartışması yok bir de “Lübnanlaşma” var.
Millet sistemi, Osmanlı için toplumsal düzlemde eşitliği sağlamak üzerine değil yönetimi kolaylaştırmanın aracı olmuş ve bunun için kullanılmıştır. Bu model, birlikte yaşama olarak görülse de hiyerarşik bir düzen varsayımı bağlamında eşitlikçi ve özgürlükçü olamayan bir yan yana yaşama biçimidir.
GERİYE GİDİŞ ÖNERİSİ OLARAK MİLLET SİSTEMİ
Millet sitemi, bir imparatorluk olarak Osmanlı’nın geniş bir coğrafyada birbirinden çok farklı kimliklerin bir arada tutmasının en uygun formu olarak, dinsel aidiyet temelinde farklı cemaatlerin yan yana yaşamasını sağlayan bir modeldir.
Millet sistemi özünde toplumu din temelli bir ayrışma üzerinden, merkezi idarenin cemaat liderleri üzerinden yönetmesidir. Bu açıdan farklı toplumsal grupları bir arada tutmanın ve yönetebilmenin aracıdır.
Ancak son tahlilde bu cemaatler arasında da bir hiyerarşi vardır. Sistem, cemaatlere özerklik tanıyor gibi görünse de, merkezi idarenin belirleyici olduğu çoğunluk cemaatinin (Osmanlı örneğinde Sünniliğin) en üstte olduğu, diğerlerinin hiyerarşik olarak yukarıdan aşağıya dizildikleri bir düzen ima eder. Nitekim Osmanlı’da Müslüman Sünni cemaat en üstte gayri müslim cemaatlar altta yer almıştır. Bu sistem, farklılıkların tanındığı ama yönetime entegre edilmediği bir yapıya dayanır.
Cemaat liderleri, o cemaatini vereceği vergiden de, merkezi idareye karşı sorumluluklarının da temsilcileridir. Cemaatlerin kendi hukukları vardır ve iç içleyişte özerktirler. Cemaat üyeleri hem cemaat liderinin hem de merkezi idarenin tebaasıdır.
Bu haliyle millet sistemi, Osmanlı için toplumsal düzlemde eşitliği sağlamak üzerine değil yönetimi kolaylaştırmanın aracı olmuş ve bunun için kullanılmıştır. Bu model, birlikte yaşama olarak görülse de hiyerarşik bir düzen varsayımı bağlamında eşitlikçi ve özgürlükçü olamayan bir yan yana yaşama biçimidir.
Sonuçta imparatorluk için aslolan cemaatleri, cemaat liderleri üzerinden denetim altında tutmaktır ve bunu da sadece cemaat liderleriye kurduğu bir ilişki ile yaptı. Çünkü kolay ve yönetebilir olan bu sistemdi. Ve cemaat liderlerinin devletle kurduğu ilişki bir eşitlik değil imtiyaz arayışına dayanmıştır. O yüzden Osmanlı’da millet sistemi sıfır toplamdı bir oyudu. Sonuçta bir cemaatin siyaseten alanının gevşemesi ancak başka bir cemaatin alanının daralması ile mümkündü.
Özetle millet sistemi, ulus-devlet modeli içinde değil ancak çok kültürlü, çok kimlikli geniş bir coğrafyaya yayılmış bir imparatorluk sistemi içinde onları bir arada tutmak için anlamlı bir yapıdır.
Nitekim 1789’da Fransız İhtilali ile ortaya çıkan ulus-devlet sistematiğinin Avrupa’da yayılması, çok kültürlü ve çok kimlikli Osmanlı İmparatorluğu’nun da sonunu getiren bir tarihsel kavşak olmuş ve millet sistemi giderek işlevsiz hale gelmiştir. 1839 Tanzimat ve 1856 Islahat Fermanları’yla gündeme gelen eşit yurttaşlık, millet sisteminin de bir anlamda sonu olmuştur.
Sonuç olarak alınan kararlar, cemaat liderlerini işlevsiz kılmış ve vatandaşlık düzleminde bir eşitlik ortaya çıkmıştır.
Ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu ülke sınırı içinde yaşayan herkes vatandaş olarak eşitlenmiştir.
Büyükelçi Tom Barrack’ın ailevi kökleri ile bağlantılı olarak millet sistemi övgüsü, geçmiş bir ideali sahiplenme mi yoksa bir gelecek hayali mi onu bilmiyoruz. Ama şu açık ki, 21. Yüzyılda gemişin gerçeklerini bugüne transfer etmek mümkün değil.
Keşke sorunları çözmek Bahçeli’nin dediği gibi bir Kürt ve Alevinin sembolik temsil ve görünürlüklerle gerçekleşebilseydi. Ama değil. Eğer gerçekten toplumsal bir kimliğin (etnik, dinsel, siyasi) sorunun çözülmesi isteniyorsa öncelik, onun varlığını kamusal alanda, onun olmak istediği görünürlükle kabulüne saygı duymakla başlar. Şu anda Türkiye’de olmayan da o.
SORUN TEMSİL DEĞİL EŞİTLİK
Gelelim Bahçeli’nin yalanlamayıp sahiplendiği, “cumhurbaşkanının iki yardımcısı olsun, bunlardan biri Kürt, biri Alevi olsun” çağrısına.
Bu çağrıyı millet sistemi ile bağdaştırmak anlamlı olmasa da; Bahçeli, toplumsal bir temsil yarasına işaret ederek bunları en üst temsil makamında görünür kılarak bu kesimlerin sorunlarına dikkat çekmek ve çözmek istiyor olabilir.
Demirel’e atfedilen bir hikaye vardır. Demirel bir seçimden sonra açıkladığı bakanlar kurulundan memnun olmayan çiftçilerden bir grup kendisine gidip, bakanlardan kendilerini temsil eden hiç kimsenin olmadığı şikayetinde bulununca, Demirel, “sizin en büyük temsilciniz benim” der ve grubu yolcu eder.
Evet Kürtlerin ve Alevilerin sorunlarını keşke sembolik temsil makamı ile ve görünürlüklerle gerçekleşebilseydi. Ama değil.
Eğer gerçekten toplumsal bir kimliğin (etnik, dinsel, siyasi) sorunları çözülmek isteniyorsa öncelik, onun varlığını, onun olmak istediği görünürlükle kamusal alanda kabul edilmesi yani sadece lafzi değil fiili olarak da eşit vatandaş kabulüyle başlar.
Şu anda Türkiye’de olmayan da o.
Bir Kürt ya da Alevi’ye kamusal alanda bir makam vererek, Kürtlerin de Alevilerin de sorunu çözülmez.
Bahçeli’nin bu önerisini mevcut yönetim sistemi içinde değerlendirdiğimizde siyaseten işlevsel olmaktan ziyade pragmatik bir öneridir, o kadar.
Ancak gerek Barrack’ın ifade ettiği millet sistemi söylemi gerek Bahçeli’nin Kürt ve Alevi cumhurbaşkanı yardımcısı bugünün Türkiyesi’nde anlamlı tartışmalar görünmese de, gelecek için verilmiş mesajlar olma olasılığı bağlamında okumak da mümkün.

Yorum Yazın