Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, bir süre önce yaptığı açıklamada, Avrupa'nın savaş kararı alması durumunda buna şimdiden hazır olduklarını belirterek, "Avrupa, şu anda yeni bir çatışmanın tohumlarını ekmek istiyor ve bunu açık açık bildiriyor" demişti. İşaret fişeği gibi bir cümleydi. Avrupa Birliği'ni (AB) hızlıca parçalamaya çalışan ABD'nin faşisti Donald Trump'ın yeniden başkan olmasının ve Rusya'nın Ukrayna'ya saldırmasının ardından kendisini tehdit altında hisseden AB ülkelerinde silahlanma çabası giderek histerik bir hâl aldı.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi Rusya'nın Ukrayna'ya saldırması savunma harcamalarının hızla artmasının tek nedeni değil. En az bunun kadar belirleyici olan bir diğer unsur da Atlantik'in karşı yakasından gelen tedirgin edici sinyaller... Bu sinyaller şu mesajı veriyor: ABD'nin Avrupa güvenliğine dair taahhütleri artık eskisi kadar "kesin" ve "otomatik" değil.
Trump'ın AB'ye ve NATO'ya bu olumsuz yaklaşımı yeni değil elbette. 2018'den bu yana defalarca NATO'yu "modası geçmiş", Avrupalı müttefikleri ise "bedavacı" olarak niteledi Donald Trump. Son seçim kampanyasında çıtayı daha da yükselten Trump, "NATO'nun savunma harcaması hedeflerini tutturamayan ülkeleri savunmayacağını" açık bir şekilde ifade etmişti. "Ödeme yapmıyorsanız sizi korumam" sözleri, Avrupa'da "Soğuk Savaş"tan bu yana görülmemiş bir güvensizlik dalgası oluşmasına neden oldu. Trump'ın yetenekli bir adam olduğunu kabul etmek gerekiyor. Bir yandan ülke içinde beyaz tenli olmayan insanlara faşist/ırkçı saldırılar tertip ederken, diğer yandan dünya ülkelerini bir takım tehditlerle hizada tutmaya çalışıyor. Bu hizada tutma işini elbette yine kendi faşist yöntemleriyle yapıyor. Örneğin, AB içinde kapısına bağladığı Alman neonazi partisi AfD gibi kokuşmuş oluşumları demokrasi ve özgürlüklere saldırtarak birliği dağıtmaya çalışıyor. Dünyanın şu zamanlarının en talihsiz olayı "süper güç" diye nitelenen bir ülkenin başında Trump gibi salt nefret ve ırkçılıktan müteşekkil bir başkanın olması.
Trump'ın AB ülkelerine yönelik sarf ettiği "bedavacılar sizi korumam" sözü, Avrupa'daki yeniden silahlanma sürecinin psikolojik zeminini oluşturuyor. Çünkü mesele yalnızca Rusya tehdidi falan değil ABD'nin "her koşulda" Avrupa'ya arka çıkacağı varsayımının büyük bir çatırtıyla çökmüş olması. Siyaset Bilimci Stephen Walt'a göre, "Avrupa'nın asıl şoku Rusya değil Amerika'nın güvenilirliğinin sorgulanır hale gelmesi." Bu tespit, ülkelerin savunma harcamalarındaki astronomik artışların neden kalıcı bir eğilim olarak ortaya çıktığını açıklıyor. Bu konudaki veriler, dönüşümü net biçimde gösteriyor. Stockholm İnternational Peace Research Institute'ye (SIPRI) göre Avrupa ülkelerinin savunma harcamaları 2024'te bir önceki yıla kıyasla çift haneli oranlarda artmış durumda. Almanya, Polonya ve Baltık ülkeleri bu artışın lokomotifi konumunda. Örnek vermek gerekirse; Trading Economics'in verilerine göre, Almanya'da askeri harcamalar, 2023 yılında 67 milyar dolar iken geçen yıl 88 milyar dolara kadar yükselmiş ancak bu artışın önemli bir kısmının, "ABD'siz bir NATO" senaryosuna hazırlık olarak okunması gerekiyor.
Bununla birlikte Trump faktörü, Avrupa'da iki paralel tartışmayı tetikliyor. İlki, NATO içinde kalıp daha fazla harcama yaparak Washington'u "memnun etme" stratejisi. İkincisi ise ABD'den bağımsız bir Avrupa savunma kapasitesi inşa etme arayışı. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un yıllardır savunduğu "stratejik özerklik" fikri, bugün Berlin ve Brüksel'de eskisinden çok daha az alaycı bir tavırla karşılanıyor. Bunu savunma harcamalarında yaşanan astronomik patlamalardan net bir şekilde anlıyoruz ancak bu noktada ciddi bir çelişki ortaya çıkıyor. Avrupa, ABD'ye olan bağımlılığını azaltmak isterken silahlanma sürecinde yine büyük ölçüde Amerikan savunma sanayisi ile çalışmak zorunda. Yani yaşlı kıta, ABD olmadan silahlanamıyor maalesef. F-35 alımları, Patriot hava savunma sistemleri ve ABD menşeli mühimmat sözleşmeleri, Avrupa'nın güvenlik kaygısının aynı zamanda ABD ekonomisine katkı sağladığını da gösteriyor. Siyaset Bilimci Ulrike Franke'nin ifadesiyle, "Avrupa ABD'ye güvenmek istemiyor ama onsuz da silahlanamıyor." Ne kadar trajikomik bir durum AB için. Yıllar içerisinde ABD'ye oldukça katmanlı bir şekilde artan bağımlılık, bugün AB'nin dünya ölçeğinde bir ekonomik ya da askeri kutup olarak ortaya çıkmasını engelliyor. Bunun yanı sıra ABD'ye birliğin içişlerine müdahale imkânı sunuyor. Trump, kendisine itaat etmiş Avrupalı ırkçı/faşist partiler aracılığıyla kıtanın politik iklimine şekil veriyor. Üstelik, Trump'ın AB'ye yönelik siyasi mesafesi bu tabloyu daha da ağırlaştırıyor. Ticaret savaşları, gümrük vergileri ve "AB bir rakiptir" söylemi, güvenlik alanındaki işbirliğini de dolaylı biçimde zedeliyor.
CAYDIRICILIK MI PROVOKASYON MU?
Öte yandan, bu silahlanma yarışının elbette riskleri de bulunuyor. Kontrolsüz harcama artışı, sosyal devlet modellerini ve yeşil dönüşüm hedeflerini baskı altına alıyor. Ayrıca askeri kapasite artışı, Rusya ile yeni bir gerginlik döngüsünü tetikleme riski içeriyor. Güvenlik uzmanı Mark Galeotti, "Caydırıcılık ile provokasyon arasındaki çizgi, silahlanma dönemlerinde hızla bulanıklaşır" diyor.
Sonuç olarak, Avrupa'daki silahlanma yarışı, yalnızca Moskova'ya verilen bir yanıt değil Washington'a duyulan güvensizliğin de ortaya çıkardığı bir durum. Trump'ın "sizi savunmam" tehdidi, Avrupa'yı askeri olarak büyütürken siyasi olarak zor bir tercihle karşı karşıya bırakıyor. ABD'ye daha fazla bağımlı bir silahlanma mı yoksa pahalı ve sancılı bir stratejik özerklik mi? Yanıt henüz net değil. Ancak açık olan şu ki Avrupa artık güvenliğini Washington'un seçim takvimine angaje etmek istemiyor. Bu da silahlanma yarışının geçici bir refleks değil aksine uzun soluklu bir transformasyon süreci olduğunu gösteriyor. Bu dönüşümün sonucunda Avrupa daha güvenli bir hale mi gelecek ya da daha kırılgan mı olacak bunu zaman gösterecek.
* Gazeteci - Yazar (Almanya)


























Yorum Yazın