Almanya'daki son genel seçim, sadece iktidar aritmetiğini değil ülkenin siyasi iklimini de etkiledi. Anketlerde sürekli yüzde 5'in (seçim barajı) altında gösterilen Die Linke'nin (Sol Parti), sandıklar açıldığında yüzde 9 oy oranına ulaştığı görüldü. Bu beklenmedik ivme, hem siyaset bilimi çevrelerinde hem de medyada çok konuşuldu. Bu aşamada iki soru çok önemli: Die Linke ne yaptı da küllerinden doğdu? Bu yükseliş AfD'nin faşist/ırkçı dalgasına bir set oluşturabilir mi yoksa geçici bir gelişme mi?
Bununla birlikte seçim sonuçlarını doğru anlamak için Almanya'daki sosyo-ekonomik tabloyu "doğru" değerlendirmek gerekiyor. Bu tablo nasıl şekilleniyor? Enflasyon sorunu, artan kiralar, enerji fiyatları ve sosyal devletin zayıfladığı hissi… Özellikle gençler ve dar gelirli kesimler bu etkenlerden kaynaklanan krizin yükünü sırtlıyor. SPD, Yeşiller ve liberallerden (FDP) oluşan bir önceki koalisyon hükümetinin beklentileri karşılayamamasının, seçmenlerin "gerçek bir sol alternatif" arayışını güçlendirdiğine inanıyorum.
Lowy Enstitüsü'nce bu konuya ilişkin yapılan bir analizde vurgulandığı gibi, Almanya'daki "geleneksel statüko siyaseti" erirken, süreçte seçmenler "radikal ama tutarlı" söylemlere daha sıcak bakmaya başladı. İşte Die Linke de tam bu noktada devreye girdi ve gündelik ekonomik sorunlara somut çözümler sunarak, siyasetin soyut tartışmalarından uzaklaştı. Partinin yaptığı sıçramanın sac ayaklarından biri bu politik yaklaşım değişikliği oldu.
Seçimden birkaç hafta önce kamuoyu araştırmalarında yüzde 3-4 oy bandında gösterilen Die Linke'nin, sandıkta yüzde 8–9 bandına tırmanması, Alman kamuoyunda "sürpriz dönüş" olarak değerlendirildi. Bu arada, partinin bazı güncel anketlerde oy oranının yüzde 12'ye kadar yükseldiğini belirtmek gerekiyor. Rosa Lüksemburg Vakfı'ndan Siyaset Sosyoloğu Klaus Dörre, Linke'nin seçimde elde ettiği oy oranını "gerçek anlamda sansasyonel" sözleriyle değerlendirmişti. Bu sonuç, en çok da neonazi partisi AfD ortalığı toza dumana katarken yayılan karanlıkta, parlayan bir ışığın yarattığı etki kadar sansasyoneldi, umut vericiydi. Europe-Solidaire dergisinde seçimden hemen sonra yer alan bir başka analiz yazısında ise "Sol Parti haftalar önce yüzde 3'teydi; şimdi neredeyse yüzde 9'a ulaştı" diyerek bu dönüşün hızına dikkat çekiliyordu.
Genel tabloya bakıldığında bu ani yükselişin arkasında üç temel dinamik bulunduğu görülüyor: Genç üye sayısının hızla artması ve sahada yürütülen aktif kampanya ile daha da önemlisi sol-merkez partilerin sağa doğru yaşadıkları ideolojik savruluşlardan kaynaklanan büyük boşluk. Bu kapsamda, Al Jazeera ve Le Monde'un verilerine göre, son seçimde 18–24 yaş grubunda Die Linke'nin oy oranı yüzde 25’e yaklaşırken bu band, 2021 seçimlerine göre yaklaşık 17 puanlık bir artışa işaret ediyor. Unutmamak gerekiyor ki parti, uzun yıllar boyunca "Doğu kökenli, yaşlı seçmenin partisi" olarak tanındı ama 2025 seçimleriyle birlikte bu algının kırıldığı görülüyor. Peki bu nasıl oldu?
Sosyalist solun etkisini artırması
Die Linke'nin genç kadroları, TikTok ve İnstagram gibi sosyal medya mecralarında kısa, doğrudan ve mizah yüklü videolarla geniş bir kitleye ulaştı. Sosyal medyayı politik çalışmalar sırasında görmezden gelmenin tarihi bir hata olduğu gerçeğinin canlı kanıtı Almanya Sosyal Demokrat Partisi'dir (SPD). Hâlâ 1980'li yıllardan kalma yöntemlerle politika yapmaya çalışan SPD'nin hal-i pür melâlini geçen hafta Yeni Arayış'ta yayımlanan, "Almanya'da sosyal demokratların tarihsel gerileyişi ve politik kimlik bunalımı https://share.google/CFggaZb2TyOPH4dJ8" linkinde yer alan yazıda anlatmıştım. Bununla birlikte Siyaset Bilimci Edward Goodger, "Policy and Populism: Analysing Support for Die Linke" başlıklı araştırmasında, partinin başarısının klasik popülizmden değil seçmenle politik yakınlıktan kaynaklandığını belirtiyor. Bu önemli. Yani seçmen, Die Linke'nin "önerdiği politikaları" inandırıcı bulduğu için oy veriyor. Altı dolu, gerçekçi, sorunların çözümüne yönelik nokta atışı politikaların toplumda her zaman karşılığı olduğunun belgesi aslında Die Linke'nin son seçimde elde ettiği başarı.
Öte yandan, SPD ve Yeşiller'in iktidarda yıpranması, yukarıda da belirttiğimiz gibi sol seçmen zemininde büyük bir boşluk oluşmasına neden oldu. Die Linke bu alana net, somut ve ekonomik temelli mesajlarla girdi: "Temel gıdalarda KDV'nin kaldırılması", "Kira artışlarına yasal sınır getirilmesi" ve "Zenginlerden daha yüksek vergi alınması" gibi. Bunlar, yıllardır atalet içerisinde atıl hale dönüşen sol siyasetten umudunu kesen seçmenin uzun süredir duymadığı türden "klasik ama güçlü sol" taleplerdi ve kesinlikle çok etkili oldular. Die Linke, bu politikalarıyla "refah devleti" kavramını yeniden gündeme taşıyarak, "radikal ama uygulanabilir" bir "sol" vizyon sundu. Bu vizyon, seçmenin "sol siyaset, fabrika ayarlarına dönüyor" duygusunu tahkim ederek, oy davranışını sol lehine yeniden inşa etmesini sağladı.
Tüm bunların yanı sıra parti, saha kampanyalarında da oldukça başarılıydı. Kapı kapı gezilen mahallelerde, sokak standlarında ve öğrenci yurtlarında aktif bir çalışma yürütüldü. Organik bir kampanya planlandı ve başarıyla uygulandı. Bu, partinin sadece dijital değil fiziksel olarak da görünür hale gelmesini sağladı.
Nazi partisi AfD’ye karşı bir "sol baraj" mümkün mü?
Elbette mümkün. Ancak bunun pratiğe uygulanması için SPD ve Yeşiller'in faşizmi okşayan neoliberal politikaların etrafında dolaşmayı bırakması gerekiyor. "Göçmenler Alman kentlerinin manzarasını bozuyor" diyen sözde muhafazakâr CDU'nun lideri, özde aşırı sağcı Başbakan Friedrich Merz'e, "Hayırdır. Ne göçmeni? Ne diyorsun sen" diyemeyen ve koalisyon stepnesi, dolgu malzemesine dönüşmüş bir SPD'den bahsediyoruz.
Tüm bunlar yaşanırken, unutmamak gerekiyor ki AfD, son genel seçimde yüzde 20 civarında oy alarak ülkenin ikinci büyük gücü haline dönüştü. Bu kötülük odağı, karanlık partinin, küresel katil Hitler'in ardından Almanya için yeni bir yıkım projesi olduğu açık bir şekilde ortada ancak Die Linke'nin yükselişi, AfD'nin sosyo-ekonomik tabanına alternatif bir sol yanıt olarak görülmeli. Friedrich Ebert Vakfı'nın seçim sonuçlarına ilişkin bir analizinde yer alan, "AfD seçmeninin bir kısmı, ekonomik protestoyu kültürel bir isyana dönüştürdü. Die Linke bu protestoyu yeniden sosyal adalet eksenine çekebilir" tespiti bu bağlamda çok önemli. Bu olursa neonazi partisinin, salt göçmenler üzerinden yürüttüğü nefret politikalarının boş içerikler olduğu vatandaş tarafından anlaşılabilir. Şunu vurgulamak gerekiyor ki, Die Linke'nin yükselişi sadece seçim bir başarısı değil aynı zamanda Almanya'da demokrasinin sağa kayışını frenleme potansiyeli de taşıyor. Fakat bu potansiyelin "faşizm karşıtı güçlü bir baraj"a dönüşmesi garanti değil. Doğu eyaletlerinde AfD'nin hâlâ açık ara önde olması, Alman demokrasisinin önündeki en büyük sorun olarak ortada duruyor.
Die Linke'nin önünde iki yol var: Son seçim başarısını örgütsel derinliğe dönüştürmek ya da protesto oylarının geçici etkisiyle yeniden gerilemek. Parti, bir yandan genç seçmendeki dinamizmini korurken, diğer yandan geleneksel işçi sınıfı tabanını yeniden kazanmak zorunda. Eğer bu iki kesimi bir araya getirebilirse, "sol"un uzun süredir özlemini duyduğu "geniş cephe" yeniden kurulabilir. Ancak politik sürdürülebilirlik, sadece kampanyaya değil kurumsal güvene de bağlı elbette. Parti içindeki ideolojik bölünmeler, sıkıntılar –örneğin Sahra Wagenknecht kanadının kopuşu– yeniden yaşanırsa bu yükseliş kısa ömürlü olabilir.
Toparlarsak, Die Linke'nin son seçimdeki başarısı, yalnızca bir partinin ayağa kalkmasına değil Almanya'da sol/sosyalist siyasetin yeniden görünür olmasına işaret ediyor. AfD'nin ırkçı/neonazi söylemlerle seçmeni kendine çektiği bir dönemde, Die Linke ekonomik adalet, gençlik politikaları ve iklim-sosyal eşitlik ekseninde alternatif bir söylem inşa etti. Bu önemli politik aksiyonlar, Avrupa genelinde geleneksel partilerden oluşan merkez siyasetin erozyona uğradığı bir dönemde "umut verici sinyaller" olarak değerlendirilmeli. Ancak açık olan şu ki, Die Linke bu başarısını toplumsal örgütlenmeye, yerel düzeyde kalıcı yapılara ve güvenilir, etkili bir muhalefet çizgisine dönüştüremezse "sürpriz dönüş" sadece karanlıkta bir kibrit parlamasından ibaret kalabilir. Önemli olan şu ki Alman solu, Die Linke'nin sıçramasıyla büyük bir şans elde etti. Die Linke bu yeni şansı doğru değerlendirebilirse ülke siyasetinin geleceği, belki de uzun yıllar sonra yeniden solun elinde şekillenebilir. Sol, faşizme karşı birleşemez ve bu yeni zemini değerlendiremezse o zaman herkese kolay gelsin. Ne diyor, antifaşist yazar Bertolt Brecht, "Faşizme karşı birleşemeyenler, faşizmin zindanlarında buluşurlar..."


























Yorum Yazın