MENU
  • ÇEVİRİ
  • YORUM
  • YARGI KRİZİ
  • PİYASALAR
  • GÜNDEM
  • DÜNYA
  • EDİTÖRDEN
  • SPOR
  • KÖŞE YAZILARI
  • DOSYA>Seçimin Ardından
  • GENEL
  • KİTAP
  • DOSYA>Avrupa'nın Seçimi
  • DOSYA>Emekliler
  • YAZARLAR
  • FOTO GALERİ
  • WEB TV
  • ASTROLOJİ
  • RÜYA TABİRLERİ
  • HABER ARŞİVİ
  • YOL TRAFIK DURUMU
  • RÖPORTAJLAR
  • Künye
  • Gizlilik Politikası
  • E-Bülten
Yeni Arayış
Yeni Arayış
Yeni Arayış
  • ANA SAYFA
  • KÖŞE & YORUM YAZILARI
  • KATEGORİLER
    • SİYASET
    • EKONOMİ
    • DIŞ POLİTİKA
    • KÜLTÜR SANAT
    • HUKUK
    • TEKNOLOJİ
    • PSİKOLOJİ
    • FELSEFE
    • KENT
    • EDEBİYAT
    • SAĞLIK
    • ASTROLOJİ
    • GEZİ
    • SÖYLEŞİ
    • EKOLOJİ
    • MEDYA
    • EĞİTİM
  • KÜNYE & İLETİŞİM
Kapat

Ahlaki ve yapısal krizlerin aşındırdığı toplumsal güven

ANA SAYFASİYASETAhlaki ve yapısal krizlerin aşındırdığı toplumsal güven
Ahlaki ve yapısal krizlerin aşındırdığı toplumsal güven

Toplumsal güvenin yeniden inşası, ancak köklü bir dönüşümle mümkündür. İlk adım, liyakat ilkesinin yeniden tesis edilmesidir. Eğitimden kamu yönetimine kadar her alanda ehliyet ve yetkinlik önceliklendirilmelidir.

10 Ağustos, 2025, Pazar 02:15
  • yazdıryorum yazfont küçültfont büyüt
Tunay Şendal
Tunay Şendal
yazı içi reklam

Türkiye, tarih boyunca birçok zorluğu aşmış bir toplumdur. Ancak bugünkü sınav, yalnızca ekonomik ya da siyasi değil, aynı zamanda ahlaki ve toplumsal bir sınavdır. Toplumsal güvenin yeniden inşa edilmesi, her bireyin, her kurumun ve her yöneticinin sorumluluğundadır. Bu sorumluluk, yalnızca bir zorunluluk değil, aynı zamanda bir umut ışığıdır. Çünkü güven, bir toplumun en büyük sermayesidir; ve bu sermaye, doğru adımlarla yeniden kazanılabilir.

Toplumsal güven, bir toplumun ayakta kalmasını sağlayan görünmez bir harçtır. Bu harç, bireylerin birbirine, kurumlara ve devlete duyduğu inancın somut bir yansımasıdır. Ancak Türkiye’de son yıllarda bu harç, liyakatsizlik, ahlaksızlık, sahtekârlık ve yolsuzluk gibi derin yaralar açan dinamiklerle sarsılmaktadır. Toplumsal güvenin erozyona uğraması, bir toplumun yalnızca bugünü değil, geleceği için de ciddi bir tehdit oluşturmaktadır.

Toplumsal Sözleşmenin İhaneti

Liyakat, bir toplumun işleyişinde adaletin ve eşitliğin temel taşlarından biridir. Ancak Türkiye’de liyakat, yerini çoğu zaman sadakat ve kayırmacılığa bırakmıştır. Kamu kurumlarında, özel sektörde ve hatta akademik dünyada, ehliyet ve liyakat yerine bağlantılar, siyasi yakınlıklar ya da maddi çıkarlar ön planda tutulmaktadır. Bu durum, bireylerin yetkinlikleriyle değil, ilişkisel ağlarıyla yükseldiği bir sistemin kök salmasına yol açmıştır. Toplum, hak edenin değil, hak etmeyenin yükseldiği bir düzenin tanığı oldukça, güven duygusu derin bir yara almaktadır.

Liyakatsizlik, yalnızca bireylerin değil, kurumların da meşruiyetini sorgulanır hale getirmektedir. Bir toplumda liyakat ilkesi zedelendiğinde, bireyler arasında rekabetin yerini umutsuzluk ve yabancılaşma almaktadır. İnsanlar, çaba göstermenin değil, doğru kişilere yakın durmanın başarı getirdiğine inanmaya başlamıştır. Bu inanç, toplumsal motivasyonu kemirmekte, kolektif hedeflere olan bağlılığı zayıflatmaktadır.

Liyakatsizliğin en vahim sonucu, yetkin olmayan bireylerin kritik pozisyonlara gelmesidir. Bir doktorun, bir mühendisin ya da bir yöneticinin ehliyetsizliği, yalnızca o bireyin başarısızlığıyla sınırlı kalmaz; toplumun genel refahını tehdit eder. Örneğin, bir kamu projesinin yanlış ellerde yönetilmesi, kaynakların israfına, hatta insan hayatlarının tehlikeye atılmasına yol açmaktadır. Nasıl sahip olunduğu hesaplanamayan bir düzine diplomanın yanında, aynı anda yapılan iki doktora derecesi gibi ‘’üstün başarılar’’, toplumun devlete ve kurumlara olan güvenini derinden sarsmaktadır.

Liyakatsizlik, bir toplumun kendi potansiyeline ihanet etmesidir; çünkü yetkinliklerin değil, çıkarların öncelendiği bir düzen, uzun vadede toplumsal çöküşü kaçınılmaz kılmaktadır.

Toplumsal güvenin yeniden inşası, ancak köklü bir dönüşümle mümkündür. İlk adım, liyakat ilkesinin yeniden tesis edilmesidir. Eğitimden kamu yönetimine kadar her alanda ehliyet ve yetkinlik önceliklendirilmelidir. İkinci olarak, ahlaki değerlerin yeniden canlandırılması gerekmektedir. Toplum, dürüstlüğün ve doğruluğun ödüllendirildiği bir düzen görmelidir. Son olarak, yolsuzlukla mücadelede şeffaflık ve hesap verebilirlik ilkeleri benimsenmelidir. Ancak bu adımlar, güçlü bir siyasi irade ve toplumsal bir mutabakatla hayata geçirilebilir.

Toplumun Manevi Omurgasının Kırılması

Ahlak, bireylerin birbirine ve topluma karşı sorumluluklarının temelini oluşturur. Ancak, kişisel çıkarların toplumsal faydanın önüne geçtiği bir ortamda, ahlaki değerler aşınmaktadır. Türkiye’de son yıllarda, etik ilkelerden sapma, gündelik hayatın her alanında kendini göstermektedir. Küçük ölçekli rüşvetlerden, büyük çaplı yolsuzluklara kadar uzanan bu ahlaki çöküş, toplumun manevi omurgasını kırmaktadır. İnsanlar, dürüstlüğün değil, kurnazlığın ödüllendirildiğini gözlemledikçe, ahlaki duruşlarını sorgulamaya başlamıştır. Bu durum, bireylerin birbirine olan güvenini zedelemekte, toplumsal dayanışmayı baltalamaktadır.

Ahlaksızlığın toplumsal güven üzerindeki etkisi, yalnızca maddi kayıplarla ölçülemez. Bir toplumda dürüstlük ve doğruluk ilkeleri terk edildiğinde, bireyler arasında empati ve dayanışma duygusu da zayıflamaktadır. Örneğin, bir kamu görevlisinin kişisel çıkarları için kuralları çiğnemesi, yalnızca o kurumu değil, tüm sistemi sorgulanır hale getirmektedir. Toplum, bu tür olayları izledikçe, “herkes böyle yapıyorsa, ben neden dürüst olayım?” sorusunu sormaya başlamıştır. Bu soru, toplumsal güvenin en büyük düşmanıdır; çünkü bireyleri ahlaki bir nihilizme sürüklemektedir. Ahlaksızlık, bir toplumun kendi değerlerine olan inancını yok etmekte, insanları yalnızlığa ve güvensizliğe mahkûm etmektedir.

Kamu kaynaklarının kötüye kullanılması, yalnızca maddi bir kayıp değil, aynı zamanda toplumun adalet duygusuna vurulan bir darbedir. Türkiye’de yolsuzluk, sistematik bir sorun haline gelmiş, toplumun her katmanına sirayet etmiştir. Yolsuzluk, bir toplumun kanını emen bir sülük gibidir; çünkü ortak kaynakları tüketirken, bireylerin geleceğe olan umudunu da yok etmektedir.

Yolsuzluğun en çarpıcı sonucu, eşitsizlik duygusunu körüklemesidir. Toplum, kaynakların adil dağıtılmadığını, yalnızca belirli bir zümrenin zenginleştiğini gördükçe, öfke ve çaresizlik hissetmektedir. Bu his, toplumsal barışı tehdit etmekte, bireyleri sisteme karşı yabancılaştırmaktadır. Dahası, yolsuzluk, liyakatsizlik ve ahlaksızlıkla birleştiğinde, bir toplumun çürüme süreci hızlanmaktadır. Örneğin, bir kamu projesinin liyakatsiz kişilere emanet edilmesi ve bu süreçte yolsuzlukların ortaya çıkması, toplumun hem adalet duygusunu hem de kurumlara olan inancını yok etmektedir. Bu tür olaylar, toplumsal güvenin kalesini bir kumdan kaleye çevirmektedir; en ufak bir dalgada yıkılmaya hazır bir yapı ortaya çıkmaktadır.

Toplumsal Güvenin Yeniden İnşası Mümkün mü?

Türkiye’de toplumsal güvenin erozyona uğraması, liyakatsizlik, ahlaksızlık ve yolsuzluk gibi birbirini besleyen dinamiklerin bir sonucudur. Bu dinamikler, toplumun yalnızca bugünü değil, geleceğini de ipotek altına almaktadır. Liyakatsizlik, hak edenin değil, hak etmeyenin yükseldiği bir düzen yaratmış; ahlaksızlık, toplumun manevi omurgasını kırmış; yolsuzluk ise ortak kaynakları talan ederek adalet duygusunu yok etmiştir. Bu çürüme sarmalı, toplumun her bireyini derinden etkilemekte, kolektif bir umutsuzluk ve güvensizlik iklimi yaratmaktadır.

Peki, bu karanlık tablodan çıkış mümkün müdür?

Toplumsal güvenin yeniden inşası, ancak köklü bir dönüşümle mümkündür. İlk adım, liyakat ilkesinin yeniden tesis edilmesidir. Eğitimden kamu yönetimine kadar her alanda ehliyet ve yetkinlik önceliklendirilmelidir. İkinci olarak, ahlaki değerlerin yeniden canlandırılması gerekmektedir. Toplum, dürüstlüğün ve doğruluğun ödüllendirildiği bir düzen görmelidir. Son olarak, yolsuzlukla mücadelede şeffaflık ve hesap verebilirlik ilkeleri benimsenmelidir. Ancak bu adımlar, güçlü bir siyasi irade ve toplumsal bir mutabakatla hayata geçirilebilir.

Türkiye, tarih boyunca birçok zorluğu aşmış bir toplumdur. Ancak bugünkü sınav, yalnızca ekonomik ya da siyasi değil, aynı zamanda ahlaki ve toplumsal bir sınavdır. Toplumsal güvenin yeniden inşa edilmesi, her bireyin, her kurumun ve her yöneticinin sorumluluğundadır. Bu sorumluluk, yalnızca bir zorunluluk değil, aynı zamanda bir umut ışığıdır. Çünkü güven, bir toplumun en büyük sermayesidir; ve bu sermaye, doğru adımlarla yeniden kazanılabilir.

  • CHP’nin Komisyon Çıkmazı CHP’nin Komisyon Çıkmazı
Yazarlar sayfasını izyeret ettiniz mi?

Yorum Yazın

yazı altı ebülten
Tunay Şendal
    Tunay Şendal

    Bizi Takip Edin
    Facebook
    X (Twitter)
    Instagram
    Linkedin
    Mastodon
    Bluesky
    Köşe Yazarları
    Murat Aksoy
    Murat Aksoy Olağanüstü İstanbul Kongresi’nde ne oldu?
    Ersin Kalaycıoğlu
    Ersin Kalaycıoğlu Sol siyasal partilerin açmazı: Sosyal demokrasi ile Ulusalcılık arasında sıkışmışlık
    Armağan Öztürk
    Armağan Öztürk Sağ popülizm neyi savunur?
    Kübra Evliyaoğlu
    Kübra Evliyaoğlu Çürümenin Kitabı: Hangi gelecek bizim adımıza konuşacak?
    Bilgehan Uçak
    Bilgehan Uçak Sadettin Saran’ın seçim zaferinin düşündürdükleri
    Hakan Tahmaz
    Hakan Tahmaz Yeni çözüm süreci: Sessiz bir başlangıç, belirsiz bir gelecek
    Erol Katırcıoğlu
    Erol Katırcıoğlu Komisyona bir öneri
    Çağhan Uyar
    Çağhan Uyar CHP’nin kayyum çıkmazı
    Bahar Akpınar
    Bahar Akpınar Osmanlı–İngiltere İlişkileri (2): Prens Edward’ın Birinci İstanbul Gezisi (1862)
    Eser Karakaş
    Eser Karakaş Bayrampaşa ve maskeli balo
    Murat Kartalkaya
    Murat Kartalkaya Yeter ki ekonomi konuşmayalım!
    Yüksel Işık
    Yüksel Işık CHP yeniden yola çıkarken…
    Ahmet Öztopkara
    Ahmet Öztopkara Evet, Göztepe Satılık… Daha Güçlü Olmak İçin…
    instagram gel gel
    Yeni Arayış
    KünyeGizlilik PolitikasıE-BültenRSSSitemapSitene EkleArşiv
    SOSYAL MEDYA BAĞLANTILARI
    FACEBOOKTWITTERINSTAGRAMLINKEDIN

    Yeni Arayış | Onemsoft Haber Yazılımı