MENU
  • ÇEVİRİ
  • YORUM
  • YARGI KRİZİ
  • PİYASALAR
  • GÜNDEM
  • DÜNYA
  • EDİTÖRDEN
  • SPOR
  • KÖŞE YAZILARI
  • DOSYA>Seçimin Ardından
  • GENEL
  • KİTAP
  • DOSYA>Avrupa'nın Seçimi
  • DOSYA>Emekliler
  • YAZARLAR
  • FOTO GALERİ
  • WEB TV
  • ASTROLOJİ
  • RÜYA TABİRLERİ
  • HABER ARŞİVİ
  • YOL TRAFIK DURUMU
  • RÖPORTAJLAR
  • Künye
  • Gizlilik Politikası
  • E-Bülten
Yeni Arayış
Yeni Arayış
Yeni Arayış
  • ANA SAYFA
  • KÖŞE & YORUM YAZILARI
  • KATEGORİLER
    • SİYASET
    • EKONOMİ
    • DIŞ POLİTİKA
    • KÜLTÜR SANAT
    • HUKUK
    • TEKNOLOJİ
    • PSİKOLOJİ
    • FELSEFE
    • KENT
    • EDEBİYAT
    • SAĞLIK
    • ASTROLOJİ
    • GEZİ
    • SÖYLEŞİ
    • EKOLOJİ
    • MEDYA
    • EĞİTİM
  • KÜNYE & İLETİŞİM
Kapat

Öğretme ve öğrenme üzerine...

ANA SAYFAEĞİTİMÖğretme ve öğrenme üzerine...
Öğretme ve öğrenme üzerine...

Beynin çalışma biçimi köklü biçimde değişmez; öğrenmenin temel ilkeleri de öyle. Öğretmenlerin öğrenmeyi sevmeleri, hatta ona “takıntı” derecesinde bağlanabilmeleri için bu bilgi şart. 

24 Ağustos, 2025, Pazar 03:31
  • yazdıryorum yazfont küçültfont büyüt
Deniz Tarım
Deniz Tarım

Öğrencileri için en iyisini istemeyen bir öğretmen olduğunu sanmıyorum; ancak öğrenme için verimli ve etkili bir öğretim-öğrenme ortamı oluşturabilmek, bellek süreçlerine ilişkin temel bilgiye ve insan belleğinin sınırlılıkları içinde nasıl çalışılması gerektiğini asgari düzeyde kavramayı gerektirir.

 “Oyunun asıl amacı, öğretmenlerin öğretmeye olan takıntısını, öğrenmeye olan takıntıya dönüştürmektir.”

(Harvard, 2025). 

Eğitimciler olarak en temel özelliklerimizden birsi öğretmeyi elbette çok seviyor oluşumuz. Bu amaçla, dersler tasarlıyor, etkinlikler hazırlıyor, projeler planlıyoruz. Sanırım bu meslekte bir süredir bulunan herkes ne demek istediğimi biliyor. 

Bu tutku şahane olsa da, bir sorunu gözden kaçırıyoruz: Öğretmeyi sevmek, her zaman “öğrenmeye” takıntılı olduğumuz anlamına gelmiyor. 

Peki neden çoğumuz “öğretme”ye saplanıp “öğrenme”ye aynı tutkuyla bağlanamıyoruz? Sanki kök neden, öğretmen adaylarının üniversitede aldığı hazırlık ve meslek boyunca sunulan hizmet içi gelişimin niteliği. Mesleki gelişim programları veya öğretmen yetiştirme programları, genellikle bir şeylerin nasıl öğretileceğini gösterirken, neden o yöntemlerin kalıcı öğrenmeyi desteklediğine odaklanmıyor. Birçok program öğretme taktiklerine yer verirken, bellek işleme ve öğrenme kuramlarını kapsayan eğitim/bilişsel psikoloji derslerini geri plana atıyor. 

“Öğrencilerim öğrenince seviniyorum,” demek yetmez; nasıl bildiğimizi ve hangi koşullarda hangi stratejilerin daha güçlü öğrenmeye yol açtığını açıklayabilmemiz gerekir. Sweller, Ayers ve Kalyuga’nın dediği gibi: “İnsan bilişine dair bilgi olmaksızın yapılan öğretim tasarımı kördür”. (1) 

Öğrenmenin en önemli, fakat belki de en az kavranan boyutu insan belleğidir. Eğitimciler olarak öğrencilerimize bilgi ve beceri kazandırmakla yükümlüyüz; bu, yaptığımız işin özü. Aramızda öğrencileri için en iyisini istemeyen bir öğretmen olduğunu sanmıyorum; ancak öğrenme için verimli ve etkili bir öğretim-öğrenme ortamı oluşturabilmek, bellek süreçlerine ilişkin temel bilgiye ve insan belleğinin sınırlılıkları içinde nasıl çalışılması gerektiğini asgari düzeyde kavramayı gerektirir.

Öyleyse, öğretmenlerin bellek hakkında ne bilmesi gerekir?

Duyular ve duyusal bellek: Hatırlamanın en ilk adımı duyumdur; öğrencilerin materyali hissetmesi gerekir. Çoğu zaman okulda bu, bilgiyi görmek ve/veya duymak anlamına gelir. Bu gerekli bir ilk adımdır, ancak kendi başına oldukça geçicidir. 

Pratikte, sınıfta öğretmenlerin öğrencilerin materyali mümkün olduğunca kolay bir şekilde algılamaları için bir ortam yaratması gerekir. Eğitimde şu anda en popüler fikir olmasa da, tüm öğrencilerin bilgilerin çoğunlukla sunulduğu sinifin ön tarafına bakmasını sağlayarak ilk adimi atabiliriz. Bu, gerekli materyali görsel olarak algılama olasılıklarını artırır.

Dikkat: Duyusal girdiden sonra gelen kritik süreç dikkattir. Eğitim literatüründe bu, “katılım” olarak adlandırılır ve öğrencinin dikkatini öğrenmeye yöneltme ve sürdürme düzeyini ifade eder; bu, bilişsel bir süreçtir. Öğrencinin dikkati öğrenme için gerekli uyaranlarda mı, telefonda mı, yoksa birden fazla uyarana dağılmış halde mi? Bu soru öğrenmenin merkezindedir.

Öğrencilerin dikkatlerini öğrenme için en önemli olana vermelerini kolaylaştırmak gerek. Bu, öğretmenlerin, duvarlarında hangi süslemelerin olduğunu, sıraların fiziksel düzenini ve materyali ne kadar net ve öz bir şekilde sunduğunu göz önünde bulundurarak dikkat dağıtıcılardan mümkün olduğunca arınmış bir ortam yaratması anlamına gelir.

Çalışma belleği: Öğrenciler öğrenme materyalini hisseder ve ona dikkat ederse, bilgi anlaşılabilir ve çalışma belleklerinde kodlanabilir. Basitçe ifade etmek gerekirse, şu anda sahip olduğunuz bilinçli düşünce, çalışma belleğinizde bulunan şeydir; bilişsel olarak üzerinde çalıştığınız bilgidir. Ancak, bu çok gerekli bir adım olsa da, materyalin uzun süreli korunması için yeterli değildir. Çalışma belleği, hem herhangi bir zamanda bilgiyi işleme kapasitesi hem de prova yapmadan o bilgiyi ne kadar süre tutacağı açısından oldukça geçicidir. Bir bakıma bilgi işleme için bir “darboğaz”dır, çok fazla materyal kaybolmadan ilerleyemez. Bu nedenle öğretmenlerin, sınıftaki bilişsel yükü ve tasarladıkları derslerin bilişsel taleplerini dikkatle izlemesi gerekir. 

Öğrencilerin mutlaka karşılaşıp anlaması gereken öğrenme hedefi nedir? Dikkati çeken her unsur çalışma belleğine bir yük bindirir. Öğretim tasarımı aşırı karmaşık olduğunda ya da odak noktaları yeterince açık belirtilmediğinde öğrenciler yanlış uyarıcılara yönelir ve gerekli işlemleme için çalışma belleğinde yer kalmayabilir. Özellikle yeni ve/veya karmaşık içeriklerde öğretim tasarımının yalın ve amaç odaklı kalması esastır. 

Elbette sınıfların ve derslerin “bunaltıcı ölçüde sade” olması gerekmez; ancak öğrencinin karşılaştığı her yeni bilgi, şema, görsel ya da manipülatif çalışma belleği üzerindeki yükü artırır. Seçimleri bilinçli ve tutumlu yapmak gerekir.

Uzun süreli bellek: Bildiğimiz kadarıyla, çalışma belleğinin aksine, uzun süreli bellek hem kapasitesi hem de anıları tutabileceği süre açısından sınırsızdır. Pratik bir bakış açısından, bu eğitimcinin bir hedefi olmalıdır: ilgili bilgiyi öğrencilerin uzun süreli belleğine ulaştırmak. 

Bu noktada en güçlü kanıta dayalı stratejilerden ikisi “geri çağırma uygulaması” ve “aralıklı tekrar”dır. Bu stratejiler, farklı zamanlarda öğrencinin belleğindeki bilgilere kasıtlı olarak erişmesini ve bilgiyi çaba harcayarak kullanmasını gerektirir. Dikkat çekici olan, bir anı geri çağrıldığında bilginin yeniden çalışma belleğine alınmasıdır.

Genel olarak, bir anıyı “geri çağırma” ne kadar çok ve düzenli biçimde prova edilirse, anı izleri o kadar güçlü ve erişilebilir hale gelir. Bir öğrencinin bilgiyi ertesi gün hatırlaması uzun süreli belleğe girdiğine işaret etse de, bu bilginin sonsuza dek erişilebilir olacağı anlamına gelmez; kullanılmayan izler zayıflayabilir veya geri getirilemez duruma gelebilir. Bilgiyi kullanma pratiği hem öğrenmenin bir değerlendirmesi hem de bizzat öğrenmenin kendisi için zorunludur.

Özetle, beynin çalışma biçimi köklü biçimde değişmez; öğrenmenin temel ilkeleri de öyle. Öğretmenlerin öğrenmeyi sevmeleri, hatta ona “takıntı” derecesinde bağlanabilmeleri için bu bilgi şart. 

Bugün bir eşik seçelim: Dersi bitiren bir sunum değil, öğrenmeyi sürdüren bir tasarım. Dikkati gereksizden arındıralım, çalışma belleğini boğmayalım, hedefleri kristal berraklığında kuralım. Geri çağırma uygulaması ve aralıklı tekrar ile izleri uzun süreli bellekte derinleştirelim. Sanıyorum, egitimciler olarak bellek, dikkat ve biliş mekanizmalarını anladığımızda, sınıflarımızdaki etki katlanarak artacak. 

----

Kaynaklar:

1.Sweller, J., Ayers P., & Kalyuga, S. (2011). Cognitive load theory. Springer.

2. Harvard, B. (2025). Do I Have Your Attention? Routledge.

Yazarlar sayfasını izyeret ettiniz mi?

Yorum Yazın

Deniz Tarım
Deniz Tarım

Bizi Takip Edin
Facebook
X (Twitter)
Instagram
Linkedin
Mastodon
Bluesky
Köşe Yazarları
Bahattin Yücel
Bahattin Yücel Yoksulluk tırmanıyor
Murat Aksoy
Murat Aksoy Meydan siyaseti, promter/mesaj siyasetine karşı
Tunay Şendal
Tunay Şendal Türkiye’nin sosyo-kültürel sınıf çizgileri
Deniz Tarım
Deniz Tarım Öğretme ve öğrenme üzerine...
Osman Erden
Osman Erden Almanya- İsrail ilişkileri ve kültür sanat alanında ifade özgürlüğü (2)
Seda Aktaş
Seda Aktaş Hegemonik söylem altında kadın emeği: Ekonomik gerçeklikten ideolojik kurguya
Burak Can Çelik
Burak Can Çelik Kızıldeniz’de perde arkası güç kayması: Çin ve Rusya Batı’ya meydan okuyor
Bilal Sambur
Bilal Sambur İnsanlığın güruhlaşması ve küresel ahmaklık
Deniz Nas
Deniz Nas Liberal demokrasinin sonu mu: İttifakların gölgesinde liberaller
Aydan Bakan
Aydan Bakan Yazının şeytanı
Hakan Tahmaz
Hakan Tahmaz Provokasyonların sigortası sürecin toplumsallaşması
Gönen Orhan
Gönen Orhan CHP'li Belediyelere operasyon neden kaçınılmaz?
Korhan Gümüş
Korhan Gümüş Farklı bir kamusal alan deneyimi açısından Yetimhane eşi benzeri olmayan bir fırsat
Başak Yağmur Eray
Başak Yağmur Eray Sovyetler’den AKP’ye: Çöküş mü, kontrol mü?
Çağatay Arslan
Çağatay Arslan Konut hayalleri borsada: 25 santimetre karelik umutlar
instagram gel gel
Yeni Arayış
KünyeGizlilik PolitikasıE-BültenRSSSitemapSitene EkleArşiv
SOSYAL MEDYA BAĞLANTILARI
FACEBOOKTWITTERINSTAGRAMLINKEDIN

Yeni Arayış | Onemsoft Haber Yazılımı