İnsan olmak, insani davranışlar yoluyla insan varlığının ve doğasının temel özelliklerini, tecrübelerini, kaynaklarını, kalıplarını ve kurallarını değiştirmeyi ve yenilemeyi gerektirmektedir. İnsancıl olmak, insanın varlığının ve doğasının derinliklerini ve temellerini değiştirme ve geliştirme kapasitesine ve gücüne sahip olmasıdır. İnsancıllığını yitiren bugünün dünyasında kişiler, kendilerini değiştirememekte, teknolojinin, geleneğin, siyasal partilerin, despotik liderlerin, popülizmin, milliyetçiliğin, medyanın basit birer takipçisi ve taklitçisi durumuna düşmektedirler. İnsancıllığın yitimi, kişilikle birlikte değişim kapasitesini yitiren yığınlarla dolu bir dünyanın oluşmasına neden olmuştur.
Tarih boyunca insanlar ve toplumlar, tanrısal güçlerle dolu tanrılar tarafından gönderildiği sanılan kurtarıcıların kendilerini kurtaracağını sanmışlardır. İnsanlığı ve dünyayı kurtaracak hiçkimse yoktur. Hiçbir siyasal, sosyal, dini ve ekonomik lider, parti ve ideoloji, insanlığın kurtarıcısı değildir. İnsanın kendisini kurtarabilecek güç, yine kendisidir. Tevazu ve olgunluk içinde insani sorumluluk duygusunu ve düşüncesini, kalbinde yeşerten, dirilten ve geliştiren kişi kendini özgürleştirebilir ve kurtarabilir. İnsancıllığını yitirmek, kişinin insani sorumluluk duygusunu ve düşüncesini kalbinde hissetmememesi demektir. İnsanın kurtuluşu, kişinin kendi kalbinde sorumluluk duygusunu ve düşüncesini yeniden kalbinde oluşturmasıyla mümkündür. Sahte popülist ve despotik kurtarıcıların peşine düşmek, derin bir cehalet, sapkınlık ve ahmaklıktır. İnsanların, kalplerinde yeniden nasıl sorumlu olabilirim sorusunu sahici ve ciddi bir şekilde sormaları ve bu sorunun cevabını bulmak için seferber olmaları günümüzün en acil ihtiyacıdır.
İnsan haklarının, demokrasinin, hukukun üstünlüğünün, barışın, bireysel özgürlüklerin, insani eşitliğin, felsefenin, bilimin, sanatın çöktüğü ve gerilediği bir dünyadayız. Şiddetin yükseldiği, savaşın ve milliyetçiliğin yükselişe geçtiği, devletin kutsandığı, parayı, silahı ve teknolojiyi elinde tutanların tanrısallaştırıldığı, aklın ortadan kalktığı, propagandalara ve yalanlara inanan ve teslim olan köle yığınların yaratıldığı, ataerkilliğin diriltildiği, fanatizmin, popülizmin ve bedeviliğin yükseldiği bir dünyadayız. Bütün bunlara karşı insancıl temelde yeni bir karşı kültürün, kritiğin ve kimliğin oluşturulması için insanlığın sesi yükselmemektedir.
İnsan onurunu ve özgürlüğünü merkeze alan ve insani bilincin genişlemesini esas alan insani potansiyelin harekete geçmemiş ve geçirilmemiş olması, demokrasi, hukuk, barış, özgürlük, eğitim, felsefe, sanat, ahlak ve doğa alanlarında derin bir çöküş ve çürüme durumuna neden olmaktadır. Teknolojik, despotik, bedevi ve statükocu güçler, bilimi ve felsefeyi etkisizleştirmiş, üniversiteleri ve araştırmayı verimsizleştirmiş, insanı kendi hayatını idare etmekten aciz hale getirmişlerdir. Yüzyılların köhnemiş ve küflenmiş doğmalarıyla, kalıblarıyla ve kaynaklarıyla, kişilerin kendi hayatlarına yön vermeleri, hayatlarını inşa etmeleri mümkün değildir. Kişi, yeniden insancıllığını bulmak ve keşfetmek ihtiyacındadır. İnsanın hayatına yeniden yön verebilmesi için sahici bir insancıl etosa ve paradigmaya ihtiyacı vardır. Siyasal partiler, devlet kurumları, sosyal medya platformları, teknoloji, doğmalar ve kimlikler, dünyanın içinde bulunduğu karanlığı, yaratan ve besleyen kaynaklardır. İnsanlık yeni ışık kaynakları bulamamakta ve yeni bir aydınlanmanın önünü açamamaktadır.
İnsana ve doğaya dair yeni bir akılcılık, ilişki, bağlanma ve hareket geliştirilememektedir. Doğanın ve insanın gerçekliğini enerji, akış ve değişim olarak anlamak yerine insanı donduran doğmatizmler, fanatizmler, popülizmler ve despotizmler, insanlığı ve dünyayı esir almıştır. Sınırlı, kontrol edilen ve yönetilen güdümlü bir insan yerine özgür, çoğulcu ve açık bir insancıl paradigmayla insanlığın kendi kalbinde dirildiği ve değiştiği yeni bir insani durum yaratma fikrinin gündeme getirilmesi önemlidir ve önceliklidir. Kişinin insanlığa ve doğaya doğru genişlemesini ve gelişmesini esas alan yeni bir kozmik hikayeyi başlatan ve ne olabilirime dair yeni geniş ufuklar açan insancıl paradigmanın oluşturulması, hümanizmasını yitiren dünyanın önündeki en asli sorumluluk ve meydan okumadır.
Popülizmden, fanatizmden, ırkçılıktan, bedevilikten, doğmatizmden ve cinsiyetçilikten çıkışın yolu, yüz yıllar öncesinin köhnemiş ve küflenmiş doğmalarına, kaynaklarına ve kalıplarına dönmek değildir. Bedevilik, doğmatizm, cinsiyetçilik ve ahlaksızlık pratiği olan kurguları, günümüze ideal model olarak taşıyarak insanın, ailenin, toplumun ve doğanın huzurlu olması mümkün değildir. İnsanlık, yeniden hümanizme dönmeli ve geleceğe yönelmelidir.
Dinler, doğmalar, kimlikler, devletler, despot kişilikler, sosyal ve siyasal kurumlar, bürokrasi, medya, insanın bütün potansiyellerini dondurmaktadır. İnsanın içinde bulunduğu atalet, yalnızlık, çürümüşlük, düşünmezlik, duyarsızlık ve mekaniklik halinden sürekli olarak teknolojiyi, cep telefonunu, sosyal medyayı suçlamak kolaycılıktır. Siyasal, dinsel ve ekonomik güçler, teknolojiyi kullanarak insanların gerçeklikten koparak yalanlar, yanılgılar ve yanılsamalar dünyasında yaşamasını sağlamaktadırlar. Başka bir ifade ile sosyal, siyasal, dinsel ve ekonomik güç sahipleri, toplumların simülasyonları gerçek sanmalarını sağlamak suretiyle demokrasiyi, hukuku ve barışı ortadan kaldırmaktadırlar. Kendilerine dayatılan simülasyonların gerçek olduğunu vehmeden yığınlar, kendi varlıklarına, davranışlarına ve duygularına olan bakış açılarını değiştiren yalandan başka bir şey olmayan inançlara bağımlı olmaktadırlar. Uydurulan dinsel, siyasal, sosyal, kültürel ve psikolojik simülasyonlara mutlak doğru inanç olarak tapan kitleler, ne olduğunu anlamlandırma yeteneklerini kaybetmekte ve sorun çözme kapasitelerini köreltmektedirler. İnsanlığın bilincini ve vicdanını geliştirecek ve genişletecek olan, dini, siyasal, sosyal ve kültürel simülasyonperestlik değil, sahici, geniş, derin ve gelişmiş hümanizmdir.
Bugün dünyada demokrasi yerine despotizm, hukuk yerine keyfilik, barış yerine şiddet, akıl yerine doğmatizm, maneviyat yerine fanatizm, insani eşitlik yerine cinsiyetçilik niçin yaygınlaşmaktadır? Bu sorunun tek bir cevabı yoktur. Bu soru, çok yönlü tartışmaların, düşünmelerin ve konuşmaların yapılmasını gerekli kılmaktadır. Demokrasiye, hukuka, barışa, akla ve özgürlüğe değer vermeyen, hümanist olmayan bir kişilik tipinin dünyada oluşturulduğunu söyleyebiliriz. Günümüzün hümanist olmayan kişilik tipi, kendi iç tecrübesine önem vermeyen her şeyin ölçüsü olarak dış dünyaya bağımlı olan bir tiptir. Günümüzün kişiliği, sahici bir benliğe sahip olma arzusundan ve arayışından yoksundur. Yapaylık, sahtekarlık, ikiyüzlülük ve manipülasyon tek değer haline gelmiştir. Bilimi ve aklı reddeden ve değersizleştiren günümüzün yapay kişiliği, yüzyıllar öncesinin çürümüş doğmalarına, kimliklerine ve kaynaklarına dönmeyi ve onlara tapmanın saf öze dönüş olduğu yanılsamasını çıkış ve kurtuluş yolu olarak vehmetmektedir. Günümüzün yapay tipi, yüzyüze yakın ilişkiler yerine, sanal ilişkilere angaje olmayı tercih etmektedir. Bugünün dünyası için oluşturulan tip, hayatı sürekli değişim ve akış içinde olan bir süreç olarak anlamak yerine o anda olup biteni verimsiz, coşkusuz ve tutkusuz anlık bir durum olarak vehmetmektedir. Doğaya yabancı olan günümüz kişiliği, kendini yeryüzüne ilgisiz, duyarsız, düşüncesiz ve duygusuz hale getirmiştir. Günümüzün kişiliği, insani niteliklerinden kopmuş olan hümanist olmayan ucube bir tiptir.
Demokrasinin, barışın, hukukun, doğanın ve özgürlüğün asli değerler olduğu konusunda yeniden farkındalık kazanmak ve bu değerler temelinde bir hayat yaşamak için duygu, düşünme ve davranış düzeyinde gerçekleşecek olan yeni bir hümanist evrime ve devrime ihtiyaç vardır. Günümüzün hümanist devrimi, kişinin kendi insanlığını her açıdan ifade etmesini, aynı zamanda büyük insanlıkla ve doğayla kendini yakından ilişkili ve bağlantılı görmesini esas almaktadır. Hümanizm, bireyi, insanlığı ve doğayı bir bütün kabul etmektedir.Aklıyla, bilinciyle, özgürlüğüyle ve onuruyla insanlıklarını yaşayan bireyler, kendilerini, büyük insanlığın ve doğanın sorumlu ve ahlaklı bir parçası olarak gören hümanist kişilikler olarak geliştirebilirler.




























Yorum Yazın