Hindistan’ın Orta Doğu’daki yükselişi abartılı bir jeopolitik iddia değil; sessizce ama derinlemesine ilerleyen, çok yönlü ve uzun vadeli bir diplomatik dönüşüm sürecidir. Bu sürecin başarıya ulaşması, Hindistan’ın yalnızca bölgesel krizleri yönetme becerisine değil, aynı zamanda küresel stratejilerle yerel dinamikler arasında denge kurabilme yeteneğine bağlı olacaktır.
Tarihsel Arka Plan: Hindistan’ın İran, İsrail ve Körfez Ülkeleri ile İlişkileri
Hindistan’ın Orta Doğu politikası, bağımsızlık sonrası çok taraflı (Nam’ın kurucularından biri) çizgisine dayanmış, Filistin yanlısı duruşu sebebiyle Soğuk Savaş boyunca İsrail’le temkinli bir ilişki sürdürmüştür. 1990’larda Soğuk Savaş sonrası dengeler değişince Hindistan bölgeyle ekonomik ve stratejik işbirliğini derinleştirmeye başladı. Örneğin İran ile 1950’lerde zayıf olan ilişkiler, 1990’lardan itibaren enerji, Afganistan ve Orta Asya eksenli ortak çıkarlar temelinde güçlendi. Narasimha Rao’nun 1993’teki İran ziyareti ve Rafsancani’nin 1995’teki Hindistan gezisi bu yakınlaşmanın sembolü oldu. Halen Hindistan, bölgesel koridor (Chabahar Limanı) ve enerji projeleri için İran’ı stratejik ortak olarak görmektedir. İsrail ile resmi ilişkiler ise 1992’de normalleşti; bu tarihten sonra savunma ve teknoloji işbirliği hızla gelişti. Hindistan, İsrail’den hava savunma sistemleri ve insansız hava araçları gibi ileri askeri teçhizat satın alırken, tarım ve altyapı gibi sivil alanlarda da ortak projeler yürütüyor. Öte yandan Körfez Ülkeleri ile bağlar çok eskilere dayanır. Neolitik çağdaki ticaret rotalarından Osmanlı Dönemi’ne kadar uzanan bu ilişkiler, modern dönemde petrol ihracatı ve işçi göçüyle pekişti. Hindistan petrolünün yaklaşık %80’i Körfez (İran dahil) kaynaklıdır; ayrıca 21. yüzyılda Hindistan’ın ihracatı Avrupa Birliği’ni bile geride bırakarak Körfez bölgesine yönelmiştir. Hâlihazırda Körfez’de 7–10 milyon Hindistan kökenli işçi çalışmakta, Hint ürünleri ve kültürü (örneğin Bollywood) bölge ekonomilerinde önemli yer tutmaktadır.
Güncel Diplomatik Gelişmeler ve Tarafsız Rol
2020 sonrası dönemde Hindistan, Orta Doğu’da çok taraflı platformlarda daha etkin rol üstlenmektedir. Abraham Anlaşmaları Hindistan’a İsrail ile BAE gibi Arap ülkelerini aynı masada görme imkânı sundu. Bu çerçevede Hindistan, ABD, İsrail ve BAE ile I2U2 dörtlüsünü oluşturdu; tarım, enerji ve altyapı işbirliğine odaklanan bu grupta Çin karşıtı bir strateji gütmeden sadece ekonomik projeler geliştiriliyor. Benzer şekilde 2023’te açıklanan Hindistan–Orta Doğu–Avrupa Ekonomik Koridoru (IMEC) da Hindistan’ın çok kutuplu diplomaside konumlanma arzusunu gösteriyor.
Tarafsız diplomasi Hindistan’ın Orta Doğu’daki temel politikasıdır. Haziran 2025’te BRICS zirvesi sonrası ortaya çıkan gerilimde Hindistan, Şanghay İşbirliği Örgütü’nün İsrail’in İran’a saldırılarını kınama metnine katılmayarak dünyaya “tarafları diyalogla çözüm aramaya çağırma” pozisyonu aldı. Dışişleri Bakanı Jaishankar da hem İsrailli hem İranlı mevkidaşıyla temas ederek gerilimin tırmanmasını önlemeye çalıştı. Bu denge arayışı, Hindistan’ın İsrail’den yoğun silah alımı yaparken İran’a Chabahar Limanı gibi yatırımları nedeniyle iki tarafa da güçlü bağlar kurmasının bir sonucudur. Dolayısıyla Hindistan genellikle açıkça taraf tutmak yerine diplomatik kanallar aracılığıyla ara bulucu olmaya çalışır. Örneğin, Filistin-İsrail çatışmalarında iki devletli çözüme bağlılığını vurgulayıp Gazze’de insani yardım gönderirken, aynı zamanda İsrail’in güvenlik endişelerine de sempati gösterdiği gözlemlenmektedir.
Bu dönemde yüksek düzey ziyaretler ve anlaşmalar de dikkat çekmektedir. Başbakan Modi 2023–2024’te Körfez ülkelerini arka arkaya ziyaret etti: 2024’te BAE’de Kapsamlı Ekonomik Ortaklık Anlaşması (CEPA) ve Yatırım Anlaşması imzalandı. Ocak 2024’te Katar ile 20 yıllığına yıllık 7,5 milyon ton LNG tedarik edecek 78 milyar dolarlık anlaşma tamamlandı; aynı sırada Katar’da ölüm cezasına çarptırılan Hint denizciler ülkeye döndü. Bu gelişmeler, Hindistan’ın bölgesel krizlerde orta yolu bulma yeteneğinin ve “yumuşak güç”kullanımının arttığını göstermektedir. Aynı zamanda Hindistan, küresel örgütlerde de dengeli tutumunu korumaya devam etmektedir (örneğin 2023’te BM oylamalarında çekimser kalmış, ancak Hamas’ı da kınayan tavır almıştır.
Enerji Güvenliği, Ekonomi ve Güvenlik İşbirliği
* Enerji İşbirliği: Hindistan’ın dış politikasında enerji güvenliği birinci önceliktir. Ülkenin petrol ihtiyacının %70–80’inden fazlası Suudi Arabistan, İran, Birleşik Arap Emirlikleri gibi Körfez ülkelerinden karşılanmaktadır. Doğalgazda Katar başta olmak üzere Körfez’le uzun vadeli anlaşmalar yapıldı; örneğin 2023’te imzalanan 20 yıllık kontrat kapsamında Katar, Hindistan’a her yıl 7,5 milyon ton sıvılaştırılmış doğal gaz gönderecek. Bu ticari anlaşmalar, İran ve BAE’de petrokimya tesisleri yatırımlarıyla birlikte enerji alanındaki karşılıklı bağımlılığı derinleştirmektedir.
* Ekonomik İşbirliği: Hindistan-Körfez ticareti hızla büyümektedir. Resmi verilere göre, Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) bölgesiyle 2022 itibariyle yıllık 170–180 milyar dolarlık ticaret hacmi oluşmuştur; bu rakam petrol ürünleri, gübre, altyapı yatırımları gibi kalemleri içermektedir. Hindistan son yıllarda Suudi Arabistan ve BAE ile stratejik ortaklıklarını güçlendirdi: 2010’daki Delhi Deklarasyonu’ndan beri üst düzey zirveler ve yatırım anlaşmaları karşılıklı olarak yapılıyor. Özel sektörde de Hindistanlı şirketler Körfez’de aktif; Dubai’den Kuveyt’e, tarımsal ekipman, inşaat firmaları ve teknoloji girişimleri yaygınlaştı. Örneğin Hint menşeli gıda markaları Bahreyn gibi ülkelerde yaygınlaşmış, Hindistanlı yatırımcılar Katar ve BAE’de altyapı projelerine ortak olmaktadır. Ayrıca, rupee-dirham takas mekanizmasıyla para birimlerini de bağlayan anlaşmalar Hint parasının bölgesel kullanımını artırmıştır.
* Savunma ve Güvenlik İşbirliği: Hindistan, savunma sanayi ortaklıklarını Orta Doğu’da genişletti. İsrail, uzun süre Hindistan’ın en büyük savunma tedarikçilerinden biri oldu; hava savunma sistemleri, insansız hava araçları ve askeri kamuflaj gibi teknolojiler İsrail’den temin edilmektedir. Körfez ülkeleriyle de askerî ilişkiler derinleşiyor: 2014’ten itibaren Hindistan-BAE stratejik ortaklığı kapsamında düzenli ortak tatbikatlar yapılıyor, üniversite ve karargâh düzeyinde eğitim değişimleri gerçekleşiyor. 2016’dan bu yana Umman’la denizden erişim anlaşmaları ve ortak deniz tatbikatları yürütülmekte, bu sayede Umman bölgesel güvenlik merkezi haline gelmektedir. Suudi Arabistan’la ise savunma işbirliği arttı; Manmohan Singh döneminde imzalanan Riyad Bildirgesiyle güvenlik ve ekonomi alanında çerçeve oluşturulmuş, Modi dönemi de karşılıklı yüksek düzey ziyaretlerle sürdürüyor Ayrıca Hindistan, İran’daki Chabahar Limanı gibi altyapı yatırımlarıyla stratejik ulaşım koridorları inşa ediyor; bu projeler hem ekonomik hedeflere hem de bölgesel erişime yönelik önemli girişimlerdir.
* İş Gücü ve Göç: Orta Doğu’daki Hint diasporası, Hindistan ekonomisinin önemli bir parçasıdır. Bölge genelinde tahminen 8–10 milyon Hint vatandaşı yaşıyor ve çalışıyor. Göçmen işçiler, inşaat ve hizmet sektörlerinde çalışarak her yıl ülkeye milyarlarca dolarlık döviz kazandırmaktadır; bu, Hindistan’ın dünya genelinde aldığı remittansın yaklaşık %30’una tekabül eder. Bu işgücü akışı aynı zamanda iki yönlü bağı yaratmaktadır: Körfez’de Hint kültürü yayıldığı gibi Hindistan’da da Körfez sermayeli projeler (örneğin altyapı yatırımları) çoğalmaktadır. Sonuçta enerji, ticaret ve iş gücü gibi alanlardaki bu karşılıklı bağımlılıklar, Hindistan’ın Orta Doğu’daki yükselen rolünün temellerini oluşturmuştur
Bu dengeleme oyununun da riskleri vardır. İran’a fazla yakınlaşmak, Batı’nın yaptırım politikalarıyla çatışma doğurabilir; İsrail’le fazla savunma işbirliği, Arap kamuoyunda rahatsızlık yaratabilir. Dolayısıyla Hindistan’ın önümüzdeki on yılda stratejik sabır, politik denge ve ekonomik çeşitlendirme temelinde ilerlemesi gerekecektir.
Sonuç ve Değerlendirme: Sessiz Gücün Yükselişi ve Hindistan’ın Çift Yönlü Yörüngesi
Hindistan’ın Orta Doğu’daki diplomatik yükselişi, abartılı söylemlerden uzak, dikkat çekmeyen ama istikrarlı adımlarla örülmüş bir stratejik aklın ürünüdür. Yeni Delhi, İran’dan İsrail’e, Körfez’den Doğu Akdeniz’e uzanan bu karmaşık denklemde; Batı’nın dayattığı kutuplaşmalara kapılmadan, bölgesel gerçekliklere saygılı ve karşılıklı çıkarlara dayalı bir diplomasi inşa etmektedir. Bu yaklaşım, Hindistan’ın sadece bir “büyük pazar” veya “enerji ithalatçısı” olmaktan çıkıp; zamanla arabuluculuk, kriz yönetimi ve güven inşası gibi diplomatik alanlarda da “sessiz güç” kimliğiyle varlık göstermesini sağlamaktadır.
Günümüzde Hindistan’ın BRICS gibi çok kutuplu güç havzalarındaki aktif rolü ile I2U2 gibi Batı yanlısı yapıların içindeki varlığı bir çelişki değil, aksine bilinçli bir “ikili yönelme” stratejisidir. Yeni Delhi, BRICS-Şanghay hattında Çin’le aynı masada yer alırken, aynı anda ABD-İsrail-Körfez üçgeninde yatırım, savunma ve teknoloji ortaklıklarını derinleştirebilmektedir. Bu esneklik, Hindistan’ı küresel güç mimarilerinin “dengeleyici ortağı” haline getirmektedir.
Uzun vadede bu yaklaşımın Hindistan’a sağlayacağı en büyük avantaj, krizlerin büyüdüğü bir dünyada hem Batı’nın hem Doğu’nun güven duyduğu tarafsız bir oyuncu olarak arabuluculuk yapabilme kapasitesidir. Bugün Gazze krizinde olduğu gibi, hem Tel Aviv hem Tahran ile doğrudan konuşabilen çok az sayıda aktör arasında yer almak; Hindistan’a sadece bölgesel değil, küresel diplomasi masalarında da ayrıcalıklı bir koltuk kazandırabilir. Ayrıca enerji güvenliği, tedarik zincirleri, iş gücü akışı ve savunma teknolojileri gibi alanlardaki çok boyutlu ilişkiler, Hindistan’ın bu rolünü sadece söylemle değil, jeoekonomik güçle de desteklemesine imkân tanımaktadır.
Ancak bu dengeleme oyununun da riskleri vardır. İran’a fazla yakınlaşmak, Batı’nın yaptırım politikalarıyla çatışma doğurabilir; İsrail’le fazla savunma işbirliği, Arap kamuoyunda rahatsızlık yaratabilir. Dolayısıyla Hindistan’ın önümüzdeki on yılda stratejik sabır, politik denge ve ekonomik çeşitlendirme temelinde ilerlemesi gerekecektir.
Sonuç olarak, Hindistan’ın Orta Doğu’daki yükselişi abartılı bir jeopolitik iddia değil; sessizce ama derinlemesine ilerleyen, çok yönlü ve uzun vadeli bir diplomatik dönüşüm sürecidir. Bu sürecin başarıya ulaşması, Hindistan’ın yalnızca bölgesel krizleri yönetme becerisine değil, aynı zamanda küresel stratejilerle yerel dinamikler arasında denge kurabilme yeteneğine bağlı olacaktır.

Yorum Yazın