Bisiklet, pedalların ritmiyle sadece yolları değil, hayatı da kat eden bir araçtır. Türkiye’nin “Otomobil Cumhuriyeti”nde, arabalara, önyargılara ve eksik altyapıya rağmen bisiklet sürmek, bir direniş ve özgürlük arayışıdır. Öte yanda, İsveç’in Vätternrundan yarışında 23 bin kişinin pedal çevirdiği bir dünyada, bisiklet eşitlik ve dayanışmanın sembolüdür.
Bisiklet sürmenin insanın ulaşımla ilişkisinde eşsiz bir derinliği vardır. Yürümeyi hariç tutarsak, insanın kendi enerjisiyle bir yerden başka bir yere gitmesini sağlayan ve başka hiçbir canlı veya cansız enerji kaynağına ihtiyaç duymayan tek ulaşım aracı bisiklettir. Yürüyerek kat edilebilecek mesafenin 3-4 katını bisikletle alabilirsiniz.
Çalışır durumda bir bisiklet, teorik olarak sizi dünyanın her noktasına götürebilir. Bunun için tek yapmanız gereken, zaten yaptığınız iki şeyi sürdürmektir: yemek yemek ve su içmek. İki pedal, tekerlek, dişliler ve zincir... İnsanlık tarihinin erken evrelerinde keşfedilmiş bu buluşların birleşimiyle ortaya çıkan bisiklet, oldukça yalın bir alettir.
Teknolojinin gelişimiyle konfor, hız ve güvenlik boyutları oldukça ilerlese de bisikletin özü değişmemiştir: Pedal çevirmezsen düşersin.
Türkiye gibi bir ülkede 12 yıldır yetişkin modunda bisiklet sürüyorum. Malum, Türkiye standartlarında bisiklet, sünnet hediyesi ya da çocuklukta kullanılan bir oyuncak olarak görülür. Arabalara ezilmeden, köpeklere yem olmadan, hırsızlara kaptırmadan ve “Taytla gezilir mi efendi?” ötekileştirmelerine takılmadan, Türkiye’nin “Otomobil Cumhuriyeti”nde var olmaya çalışıyoruz. Bisiklet yolu olmayan ülkemizde elektrikli bisikletler ve fat bike’lar ise zengin eğlencesi olarak alıcı buluyor.
Bisiklet üzerine çok konuşabilirim, nitekim daha önce de konuştum. (*) Ancak bisikletin merkezde olduğu bir İsveç filmini izledikten sonra, bisiklet sürmenin sosyolojisi üzerine yazmayı uygun gördüm:
[Netflix bağlantısı: https://www.netflix.com/title/81735101]
Bisiklet sürmenin dünyaya doğru bakmayla kesinlikle ilgisi var.
(Filmin Türkçe adı, her zamanki gibi uydurma: Soğuk Rekabet 2. Bu bir devam filmi olsa da orijinal adında “2” yok. İsveççe bir deyim olan Ute och cyklar’ın bu şekilde alakasız bir isme çevrilmesi oldukça saçma. Türk ithalatçılar bu tür adlandırmalarda ısrarcı olsa da, İsveççe’de “Dışarıda bisiklet sürüyor” deyimi, bir konuda yanlış bilgilenmiş kişiyi ifade ediyor. Bizdeki karşılığı, içerik olarak “Beni bir sen anladın, sen de yanlış anladın” gibi bir şey. Kesinlikle Soğuk Rekabet değil.)
Filmin merkezinde, İsveç’in ikonik Vättern Gölü etrafındaki 315 kilometrelik bisiklet yarışı yer alıyor. Peki, 315 kilometre bisiklet ne kadar sürede sürülür? Fıkradaki gibi, önce sürücünün performansına bakmak lazım. Kendinizi bilirsiniz: Eğer 315 kilometreyi 24 saatte bitirecekseniz, yarışa erken başlarsınız. Saatte 40 kilometre hızla uçan bir yol canavarıysanız, son grupta yer alırsınız. Herkesin neredeyse aynı anda bitirmesini sağlayan bu eşitlikçi yarışta amaç kazanmak değil. Daha doğrusu, kazanmaktan kasıt diğerlerini geçmek değil, yola devam etmektir. 20 binden fazla kişinin katıldığı bu yarış, 1966’dan beri her yıl Haziran ayında düzenleniyor.
Film, iki erkek kardeşin dünyasına odaklanıyor. Kardeşlerden biri evli, diğeri evlenmek üzere. Evli çift, adeta “metal yorgunluğu” yaşıyor; en çok yan yanayken birbirlerinden uzaklar. Evlilikleri çatırdıyor, boşanma çanları çalıyor. Bisiklet meraklısı olan evin beyi, üstelik en üst kategori için ter döküyor. Her şeye rağmen birbirlerinden kopamayan çift, evliliklerini kurtarmak için bir terapiste başvuruyor. Terapistin önerisi, birlikte bir şeyler yapmaları. Böylece adam, karısını yarışa katılmaya ikna ediyor.
Bisiklet, pedalların ritmiyle sadece yolları değil, hayatı da kat eden bir araçtır. Türkiye’nin “Otomobil Cumhuriyeti”nde, arabalara, önyargılara ve eksik altyapıya rağmen bisiklet sürmek, bir direniş ve özgürlük arayışıdır.
Diğer çift ise ilk evliliklerinde aradıklarını bulamamış. Birlikte mutlular, ama kafaları hâlâ karışık. Kadının geçmişinde alkol sorunları ve dağınık bir hayat var. Daha dengeli olan erkek ise bir polis memuru; en iyi sırdaşı ise Ortadoğu kökenli kadın meslektaşı. Burada yarışçı olan, sporla kötü alışkanlıklarını aşmaya çalışan kadın.
Hikâye, evli çiftin çocuklarını bakıcı bulamadıkları için 85 yaşındaki dedeye emanet etmenin riskleri, nişanlı çiftin güven bunalımları, eski eşler ve ayrı ebeveynlerle hayata tutunmaya çalışan çocuklar gibi detaylarla zenginleşiyor. İlişki sorunlarıyla birbirlerini yarı yolda bırakmanın eşiğine gelen karakterler, filmin son bölümünde 315 kilometrelik bisiklet macerasıyla yüzleşiyor.
Hayat ve bisiklet macerası, birbirinden rol çalarak ilerliyor. Pedal kesmek bisikleti durdurduğu gibi, insan ilişkileri de çabasız kalırsa duruyor. Yarışın sembolü haline gelmiş, 1966’dan beri tura katılan yaşlı ve sevimli bir İsveçli, önemli olanın yarışta olmak ve pedal çevirmek olduğunu hatırlatıyor.
Filmin tamamını anlatmaya gerek yok; Netflix’teki içeriğe kolayca ulaşabilirsiniz. Beni asıl etkileyen, insan ilişkilerindeki –özellikle kadın-erkek ilişkilerindeki– sorunları bizlerden pek de farklı olmayan İsveçlilerin bunları nasıl çözümlediği ve yüzleştiği oldu. Gerilim ne kadar yükselirse yükselsin, ilişkilerde şiddete dair en ufak bir iz yok. İnsanlar, karşılarındakini anlamaya çalışırken, işlerin çözülemeyeceğini anladıkları anda sadece vedalaşıyor. Kimse “Ya benimsin ya toprağın” demiyor. Kimse “çok sevdiği” için öldürmeye kalkmıyor. Kimse diğerinin geçmişine takılmıyor. Dertleri “an”da olmak; bugün hissedilenler önemli.
Bisiklet, pedalların ritmiyle sadece yolları değil, hayatı da kat eden bir araçtır. Türkiye’nin “Otomobil Cumhuriyeti”nde, arabalara, önyargılara ve eksik altyapıya rağmen bisiklet sürmek, bir direniş ve özgürlük arayışıdır. Öte yanda, İsveç’in Vätternrundan yarışında 23 bin kişinin pedal çevirdiği bir dünyada, bisiklet eşitlik ve dayanışmanın sembolüdür. Ute och cyklar filmi, bu iki dünyayı birleştiriyor: Pedal kesildiğinde düşen bisiklet gibi, insan ilişkileri de çaba olmadan durur. Filmdeki çiftlerin 315 kilometrelik yolda birbirlerini ve kendilerini yeniden keşfetmesi, bisikletin dönüştürücü gücünü gösteriyor. Türkiye’de bisiklet sürmek, yola rağmen yola devam etmekse; İsveç’te bu, birlikte yol almanın sevincini kutlamaktır. Her iki bağlamda da bisiklet, dünyaya doğru bakmayı öğretir: Kendi gücünle ilerlerken, çevrendeki insanlara ve doğaya saygı duymayı. Çünkü bisiklet, sadece bir araç değil; hayatın yokuşlarında, inişlerinde ve düzlüklerinde pedal çevirmeye devam etme cesaretinin ta kendisidir.
23 bin kişinin 315 kilometre bisiklet sürmeye cüret ettiği ülkede kadın erkek ilişkileri de sorunsuz değil ama kesinlikle vukuatsız ilerliyor.
Bisiklet sürmenin dünyaya doğru bakmayla kesinlikle ilgisi var.
(*) Bisiklete meraklılar için daha önce yazdığım bisikletli yazılar
1. https://cagatayarslanfilmlerhayatlar.blogspot.com/2021/04/is-hayatinda-basariya-dair.html
2. https://cagatayarslanfilmlerhayatlar.blogspot.com/2022/08/bisiklet-surmezlerse-bisikletliler.html
3. https://cagatayarslanfilmlerhayatlar.blogspot.com/2021/04/hayatin-ve-yollarin-yokuslarina-dair.html
4. https://cagatayarslanfilmlerhayatlar.blogspot.com/2021/10/doping-sadece-sporda-mi-olur.html

Yorum Yazın