MENU
  • ÇEVİRİ
  • YORUM
  • YARGI KRİZİ
  • PİYASALAR
  • GÜNDEM
  • DÜNYA
  • EDİTÖRDEN
  • SPOR
  • KÖŞE YAZILARI
  • DOSYA>Seçimin Ardından
  • GENEL
  • KİTAP
  • DOSYA>Avrupa'nın Seçimi
  • DOSYA>Emekliler
  • YAZARLAR
  • FOTO GALERİ
  • WEB TV
  • ASTROLOJİ
  • RÜYA TABİRLERİ
  • HABER ARŞİVİ
  • YOL TRAFIK DURUMU
  • RÖPORTAJLAR
  • Künye
  • Gizlilik Politikası
  • E-Bülten
Yeni Arayış
Yeni Arayış
Yeni Arayış
  • ANA SAYFA
  • KÖŞE & YORUM YAZILARI
  • KATEGORİLER
    • SİYASET
    • EKONOMİ
    • DIŞ POLİTİKA
    • KÜLTÜR SANAT
    • HUKUK
    • TEKNOLOJİ
    • PSİKOLOJİ
    • FELSEFE
    • KENT
    • EDEBİYAT
    • SAĞLIK
    • ASTROLOJİ
    • GEZİ
    • SÖYLEŞİ
    • EKOLOJİ
    • MEDYA
    • EĞİTİM
  • KÜNYE & İLETİŞİM
Kapat

Yalın

ANA SAYFAPSİKOLOJİYalın
Yalın
27 Aralık, 2024, Cuma 07:50
  • yazdıryorum yazfont küçültfont büyüt
Buse Ayazma
Buse Ayazma
yazı içi reklam

Yalnız olabilmek, yalnız kalabilmek hatırlayın, bizim erişkin olduğumuzu belki de kendi kendimize ilk kez fark ettiğimiz anlardı. Ne oldu nasıl oldu ise bizim yalnızlığımız “bir erişkinin kendine yetebilme” durumundan çıktı ve “duyarsız bir birey olma” tanımına doğru kaydı. 2024 yılında gelinen bu durum ve “Kalabalık Yalnızlık”ın birinci çıkma durumu o nedenle artık beni şaşırtmıyor. Yalnızlık; kökü “Yalın”. Ne kadar da manidar değil mi?

Yılın bu zamanları yine “en”lerle dolup taşıyor. Aralık ayları benim de en sevdiklerimden biri. Bitişler, vedalar, ayrılıklar, kopuşları temsil ettiğini düşündüğüm Aralık ayı belki de bize bu özelliği ile aslında başlangıçları müjdeliyor. Bitişlerin ve başlangıçların belirsizliği ile bilinmezliği üzerine umut etmek, insanı hayatta tutan en önemli şey belki de. Belki de o nedenle Pazartesi sabahları da bana “sendrom” yerine “umut” yüklüyor, “neşe” yüklüyor.

Senenin bu zamanlarının benim gönlümde ayrıca bir yere sahip olmasının başka bir nedeni de tahmin edersiniz ki “Kelimeler.” Gönlümdeki yeri tartışılmaz, her birini bir çocuk merakıyla araştırdığım, uzun yolculuklardaki sözlüklerin arasından bana her seferinde başka başka ufuklar açan kelimeler.

Türk Dil Kurumu’nun sosyal medya hesaplarını takip edenler bilir ki, uzun zamandır her sabah “Günün Kelimesi” paylaşılır. Ben de her sabah keyifle “Acaba nedir nedir?” diye açar bakardım. Ve sene sonunda beklenen oldu.

Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Türk Dil Kurumu ve mezunu olmaktan böyle anlarda ve projelerde ayrıca gurur duyduğum Ankara Üniversitesi işbirliği ile Ankara Üniversitesi İletişim Araştırmaları ve Uygulama Merkezi’nin (İLAUM) Değerlendirme Kurulu’nun belirlediği 7 kelime/kavram belirlendi: “Kalabalık Yalnızlık”, “Merhamet”, “Yabancılaşma”, “Algortima”, “Yozlaşma”, “Yapay Zeka” ve “Dijital Yorgunluk”.

Seçenekleri gördüğümde, aslında 2024 yılında benim de yayınlanmış bir yazımın başlığı olmasına rağmen “Merhamet”i direkt elediğimi hatırlıyorum. Çünkü içinde bulunduğumuz çağın bir merhamet çağı olmadığı ortada. Hatta bir çoğumuzun herhangi bir şeye, bir kişiye merhamet edebilecekken etmemeyi özellikle seçtiği günlerden geçmekteyiz. “Yabancılaşma”nın ise günümüzde geldiğimiz noktayı anlatabilmek adına fazla iyimser kaldığını düşünüyorum. Bana kalırsa herhangi bir şeye, bir kişiye, bir kavrama, dünyaya yabancılaşma durumunu geçeli hayli oluyor. “Algoritma” ise şu anki toplumumuzun herhangi bir duygu durumuna dokunan bir kelime değil. O da fazlaca “Teknik” olmasından kaybetti. “Yozlaşma” ile ilgili de düşündüklerim “Yabancılaşma” ile benzer aslında. 2024’ün değil de belki 1980’lerden sonra başımıza gelenler için iyi bir seçenek olabilirdi. “Dijital Yorgunluk” kavramı ile ilgili düşündüklerim ise bu durumun tam tersi. “Yeni Medya Yorgunluğu” veya “Sosyal Medya Yorgunluğu” gibi bir kavram, belki biraz daha ön plana çıkabilirdi fakat “Dijital Yorgunluk” dedim mi biraz daha teknik, bilimsel ve dijitalleşme adına biraz daha emek sarf etmiş bir toplum canlanıyor benim gözümde. Halbuki biz halen elektronik imza ile hallolabilecek veya bir PDF çıktısı ile iletilebilecek evrakların basılı halde “kargo” ile iletilmesini isteyen bir toplumuz. Değil yorgunluğunu konuşmak bence dijitalleşmeyi bile desturla ağıza almak gerekiyor şu durumda.

“Kalabalık Yalnızlık” kavramı bana Adorno’nun sanatın endüstrileşmesi üzerine yaşadığı sancıyı, bunu kabul edemeyişini çağrıştırır hep. Onun hayatını okuduğumda fazlaca sarsılmış ve onun bu hayattan kendisini kimseye tam olarak ifade edemeden ayrıldığı fikrine kendimi kaptırmıştım Ahmet Taner Kışlalı dersliğindeki sıralarda oturduğum yıllarda. O nedenle belki ben kendi içimde yaşadığım “Kalabalık Yalnızlıklar” durumunu fazlaca romantize ettiğimden aklımda “Yapay Zeka”yı birinci seçtim.

ROMANTİZMİN BİLİME KARŞI ZAFERİ

Son iki seçenekten “Kalabalık Yalnızlık” ve “Yapay Zeka” arasından ise benim favorim “Yapay Zeka” idi. Çünkü “Kalabalık Yalnızlık”ı hayli romantik bulmuştum. “Kalabalık Yalnızlık” kavramı bana Adorno’nun sanatın endüstrileşmesi üzerine yaşadığı sancıyı, bunu kabul edemeyişini çağrıştırır hep. Onun hayatını okuduğumda fazlaca sarsılmış ve onun bu hayattan kendisini kimseye tam olarak ifade edemeden ayrıldığı fikrine kendimi kaptırmıştım Ahmet Taner Kışlalı dersliğindeki sıralarda oturduğum yıllarda. O nedenle belki ben kendi içimde yaşadığım “Kalabalık Yalnızlıklar” durumunu fazlaca romantize ettiğimden aklımda “Yapay Zeka”yı birinci seçtim.

Fakat yılın sonunda gördüm ki romantizm yine bilime karşı kazanmış. Oylamaya katılan bir milyon kadar bireyin oyunun sonucuna göre “Kalabalık Yalnızlık”ın seçilmesi bir tesadüf mü? Tabii ki değil. Demek ki biz Yapay Zeka’nın bize sunduklarından çok içinde bulunduğumuz yalnızlığın sancısını daha çok hissediyoruz. Güne başlar başlamaz karıştığımız o kalabalığın içerisinde aslında ne kadar yalnız olduğumuzun da farkındayız demek ki. Bu, benim nüktesini yapmaya çalıştığım şekli ile sadece “Romantizm” ile açıklanabilecek bir durum değil maalesef. Keşke öyle olsaydı ve biz “kalabalıklar içinde ne kadar da yalnızız.” şeklinde şımarıkça dramların arkasına saklanıp “Tyler Durden”cülük oynayabilseydik. Fakat dediğim gibi durum çok daha vahim. Çünkü dünya gittikçe yalnızlık balonlarının büyümesi ile daha da nefes alınamayacak bir hal olma yolunda hızla ilerliyor. Peki, bu ne demek?

Yalnızlık balonlarını her bireyin kendi halkasını çizdiği bir dünya olarak düşünebiliriz. Bu balonların içerisine zamanla dolan su gibi bireysellik denilen bir kavram yerleştirildi. “Sen bir bireysin.”, “Birey olmanın verdiği haklar” vesaire şeklinde güzellemeler de yapıldıktan sonra toplum olarak “birey” olmayı çok sevdik ve yalnızlık balonlarımızın içine başka başka sular doldurduk: Güçlü olmak, kendi kendine yetmek, kendi içine dönmek… gibi bazı-ve benim bu çağda bu kadar insanın halen nasıl bu kadar kapıldığını anlayamadığım-birtakım spiritüel ekler. Kısaca “yalnızlık” dediğimiz kavramın da içi boşaltılarak bambaşka bir boyuta getirildi ve yalnızlık eşittir bencillik, kendini dış dünyaya kapatmak, kendinden başkasını düşünmemek, tabiri- caizse “Benden sonra tufan”cılık gibi bir duruma evrildi. Halbuki “yalnızlık” ve “yalnız” olabilme durumu aslında yetişkinliğe varan yolculukta uğranılan duraklardan ve hatta en keyifli duraklardan biriydi. Yalnız olabilmek, yalnız kalabilmek hatırlayın, bizim erişkin olduğumuzu belki de kendi kendimize ilk kez fark ettiğimiz anlardı.

Ne oldu nasıl oldu ise bizim yalnızlığımız “bir erişkinin kendine yetebilme” durumundan çıktı ve “duyarsız bir birey olma” tanımına doğru kaydı. 2024 yılında gelinen bu durum ve “Kalabalık Yalnızlık”ın birinci çıkma durumu o nedenle artık beni şaşırtmıyor.

Sözün özü, kelimeler aslında size durumun nereden nereye geldiğini çok güzel fısıldar bazı gecelerde. Yalnızlık; kökü “Yalın”. Ne kadar da manidar değil mi? Tüm bu satırların anlatmaya çalıştığını tek kelime ile anlatmak gibi: Yalın.

Yazarlar sayfasını izyeret ettiniz mi?

Yorum Yazın

yazı altı ebülten
Buse Ayazma
    Buse Ayazma

    Bizi Takip Edin
    Facebook
    X (Twitter)
    Instagram
    Linkedin
    Mastodon
    Bluesky
    Köşe Yazarları
    Hakan Tahmaz
    Hakan Tahmaz CHP’nin direniş maratonu ve Türkiye’nin yol ayrımı
    Erol Katırcıoğlu
    Erol Katırcıoğlu Parti değiştiren başkan, başkanlığı da bırakmalıdır!
    Murat Aksoy
    Murat Aksoy CHP yönetiminin hiç mi suçu yok?
    Hasan Çetin
    Hasan Çetin Bunsen Komite Raporu: David Koridoru ve Suriye’de Adem-i Merkeziyet
    Sema Erder
    Sema Erder Yolsuzluktan isyana: Devlet-Toplum ilişkilerinde meşruiyetin sorgulanması*
    Eser Karakaş
    Eser Karakaş Voleybol, basketbol, futbol, Ali Koç, liyakat, rekabet
    Korhan Gümüş
    Korhan Gümüş 6-7 Eylül Sergisi’ne yapılan saldırı kendisini nasıl deşifre etti?
    Yüksel Işık
    Yüksel Işık 12 Eylül’ü yenersek, geleceği kazanırız
    Akın Özçer
    Akın Özçer Yanlışta ısrar
    Murat Kartalkaya
    Murat Kartalkaya Beleş darının güvercini çok olur!
    Çağhan Uyar
    Çağhan Uyar Kemal Bey’e açık mektup
    Bahattin Yücel
    Bahattin Yücel Düyunu Umumiye ve Reji Deneyi
    Reha Çamuroğlu
    Reha Çamuroğlu Değişen savaşlar, değişen insanlar
    Fahri Bakırcı
    Fahri Bakırcı  “Bilimci” ve “Yiyimci” Makyavelizm üzerine (3)
    Tunay Şendal
    Tunay Şendal Karşı-Devrimci hafızanın intikamcı tarih anlatısı
    Mustafa Ergen
    Mustafa Ergen Yeni Aracılar Çağı: Reklamdan akademiye, Agentic Web ve ArXiv’in yükselişi
    instagram gel gel
    Yeni Arayış
    KünyeGizlilik PolitikasıE-BültenRSSSitemapSitene EkleArşiv
    SOSYAL MEDYA BAĞLANTILARI
    FACEBOOKTWITTERINSTAGRAMLINKEDIN

    Yeni Arayış | Onemsoft Haber Yazılımı