TBMM Komisyonu heyeti Abdullah Öcalan’ı da dinledi. DEM Parti başta olmak üzere çok sayıda parti, görüşme tutanaklarının kamuoyu ile paylaşılmasını istiyor. Çarşamba günü heyetin Meclis Komisyonu’na bilgi vermesi beklenirken, Meclis ve Komisyon Başkanı Numan Kurtulmuş’un başka programı olması nedeniyle Öcalan’ı dinleyen üç milletvekilinin diğer komisyon üyelerine sözlü bilgi aktarması da belirsiz bir zamana ertelendi.
Bu yazı yazıldığında, konuya ilişkin Meclis Komisyonu’nun ne zaman toplanacağı henüz belli olmamıştı. Komisyonun gidişatıyla ilgili karar toplantıları öncesinde, daha önce birkaç kez olduğu gibi bu defa da çeşitli bahaneler yaratılarak zamana oynanıyor olmasın.
Ekim ayı başından itibaren yeni süreç, İmralı’ya gidilmesi konusuna kilitlenmişti. İktidar partisi iki nedenle kararını vermediği için konu Türkiye’yi meşgul etti; siyasi tansiyonu yükselten bir tartışma başlığına dönüştü.
Bu gecikmenin nedeni, Şam ve Kobani ile siyasi ilişkilerin seyrinden kaynaklanıyor olabilir. Ancak bu, Türkiye’nin iç barışını ve PKK’nin silahsızlanma sürecini Suriye’deki gelişmelere otomatik olarak bağlamak gibi ciddi bir yanlışa düşmektir. İkinci neden ise AK Parti’nin parti içi tartışmalar ve farklı yaklaşımlar nedeniyle netleşememesi olabilir. Her iki durumda da fazlasıyla izaha muhtaç ve anlaşılması zor bir tablo ortaya çıkmaktadır.
Durum böyleyken, yani iktidar partisinin sürece aşırı temkinli yaklaşmasının yanında, ana muhalefetin yaklaşımı da süreci daha çetrefilli hale getiriyor. Bunu “siyasetler üstü” bir söylemle yapıyor olması toplumda ciddi kafa karışıklıklarına yol açıyor.
“Sürecin iktidarın değil, devlet aklının işi olduğu” söylemiyle iktidarı pamuklara sararak koruma çabaları hesaba katıldığında, sürecin ciddi risklerle ilerlediği görülecektir. DEM Parti yetkililerinin sürecin muhatabının siyasi partiler değil, devlet olduğunu söylemeleri de iktidar partisinin aşırı temkinli tutumuyla birlikte düşünüldüğünde, izaha muhtaç konu sayısını artırmakta ve Türkiye’yi çok ağır bir siyasi sorunla karşı karşıya bırakmaktadır.
Bu tanımlama, sürecin ciddiyetini vurgulamak için yapılıyorsa büyük bir yanlış yapılmaktadır. Çünkü iki nedenle devlet–iktidar ayrımı yıllar önce ortadan kalkmıştır. Artık devlet kurumları veya bürokrasi, herhangi bir siyasi konuda iktidar partisinin liderinin onayı ve rızası olmadan hareket edebilecek bir konumda değildir.
Toplumsal rıza dışlanırsa çözüm de dışlanır
Bir yılı aşan sürecin çok yönlü hikâyesi de bunu kanıtlamaktadır. Eğer böyle bir ayrım olsaydı ve devlet gerçekten güçlü ve kararlı bir aktör olarak sürecin muhatabı olsaydı; yani AK Parti ve MHP ortaklığı dışında, kısmen bağımsız bir devlet mekanizması harekete geçirilmiş olsaydı, İmralı’ya giden Meclis heyetinde CHP’nin bir biçimde yer alması sağlanırdı. Ya da CHP’nin dışarıda bırakılmasına yönelik iktidar partisinin planına yol verilmezdi.
CHP’nin “devlet mekanizmaları tarafından bilinçli bir biçimde yedekte tutulduğu” yönündeki iddialar ise komikliğin çok ötesinde, gülünç bir savdan ibarettir. Bu tür analizler ancak hayatını uyduruk komplo teorileriyle geçirenlerin işi olabilir.
Kürt sorununun çözümü konusunda kararlı olan ya da Türkiye’ye özgü bu sürecin ilk evresi olarak PKK’nin silahsızlandırılmasını büyük bir tarihsel fırsat olarak gören hiçbir parti ve hiçbir siyasal akıl, CHP’nin İmralı heyetinde yer almasına engel olmaz; tam tersine bunun yolunu açardı.
CHP beklenmeyen bir karar almadı. İnsan sormak ister: Bu devlet nasıl oldu da CHP’nin heyette yer almasını sağlayamadı? Hem de İmralı ile görüşmenin kritik bir eşik olarak tanımlandığı bir aşamada.
Sözü edilen sıradan bir tabela partisi değildir. Ana muhalefet partisidir. 1999 seçimleri sonrası dönemde seçmenden en fazla oy alan ilk iki partiden biri CHP’dir. Son yerel seçimlerin de birinci partisidir.
Sürdürülebilir politikalar, bir biçimde toplumsal rıza üretmek zorundadır. Kürt meselesi gibi son elli yılın en ağır sorunlarından birinin çözümünde toplumsal rızanın en geniş ölçekte sağlanması bir tercih değil, zorunluluktur.
Bu bakımdan Türkiye’ye özgü çözüm süreci yönetiminin, uluslararası deneyimlerden ve kurallardan ne kadar farklılık arz ederse etsin, en kritik eşikte ana muhalefet partisinin dışlanması; CHP’nin heyet dışında kalmasının garanti altına alınması için aceleci planlar yapılması, akıl tutulması değilse, devlet kurumları ve bürokrasinin parti çıkarları doğrultusunda toplumsal çıkarların önüne konulmasıdır. Yani toplumsal rıza dışlanıyor, ya da hafife alınıyor.
CHP’nin İmralı görüşmesine katılmama kararı, sürecin bütünüyle dışına itilmeye zorlanması açısından iktidar için elverişli bir fırsata dönüştürülme riski barındırmaktadır. DEM Parti’nin iktidarla uyumlu olma gereğini fazla zorlaması ya da İmralı kararının alınma sürecinde bu riski göz ardı eden bir tutum sergilemesi, sonuçları itibarıyla iktidarın çizdiği alan içinde siyaset yapılması anlamına gelecektir.
Böylesi bir risk, özellikle sürecin gereği olarak yapılması gereken ister özel yasal düzenleme ister başka bir ad altında olsun, Komisyon raporunda önerilecek muhtemel yasa değişikliklerinde kendini gösterecektir. Oluşacak olası yasal düzenleme krizinin nasıl yönetileceği ve hangi formülle aşılacağı, sürecin karakterini tayin edecektir.

























Yorum Yazın