Yıl sonu yaklaşırken, Türkiye’de yürütülen ve giderek “Türkiye’ye özgü” bir karakter kazanan sürece ilişkin genel bir değerlendirme ihtiyacı kendini dayatıyor. Doğrudan sürecin kendisiyle bağlantılı olarak yaşanan gelişmeler, aynı zamanda sürecin karakterinin fotoğrafları niteliğinde. Bu fotoğraflar, neden sürecin toplumsallaşamadığını da açık biçimde gösteriyor.
Sürecin Kronolojisi
1 Ekim 2024’te MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin Meclis açılışında DEM Parti Eş Genel Başkanlarıyla tokalaşması, yeni bir sürecin ilk sembolik işareti olarak kayda geçti.
15 Ekim’de Bahçeli, grup toplantısında Abdullah Öcalan için, “Türkiye’ye getirilirken ‘her türlü hizmete hazırım’ diyen terörist başı buyursun, terörün bittiğini ve örgütün tasfiye edileceğini tek taraflı ilan etsin” ifadelerini kullandı.
23 Ekim’de DEM Parti Urfa Milletvekili ve Abdullah Öcalan’ın yeğeni Ömer Öcalan, İmralıAdası’na gitti. Öcalan’ın, “Koşullar oluşursa bu süreci çatışma ve şiddet zemininden hukuki ve siyasi zemine çekecek teorik ve pratik güce sahibim” mesajı kamuoyuyla paylaşıldı.
Aynı gün Ankara’da Türk Havacılık ve Uzay Sanayii’ne (TUSAŞ) yönelik saldırıda beş kişi yaşamını yitirdi. Saldırıyı PKK üstlendi. HPG, TUSAŞ’ın “ürettiği silahlar nedeniyle” hedef alındığını açıkladı.
8 Aralık’ta Suriye’de Baas rejimi çöktü; Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) liderliğindeki gruplar Şam’a girdi ve Beşar Esad ülkeyi terk etti.
28 Aralık’ta, uzun bir aradan sonra DEM Parti milletvekilleri Sırrı Süreyya Önder ve Pervin Buldan, Abdullah Öcalan ile ilk kez görüştü.
27 Şubat’ta DEM Parti Eş Genel Başkanları Tülay Hatimoğulları ve Tuncer Bakırhan’ın yanı sıra Ahmet Türk, Cengiz Çiçek, Faik Özgür Erol, Sırrı Süreyya Önder ve Pervin Buldan’dan oluşan heyet Öcalan ile bir görüşme daha gerçekleştirdi. Bu görüşme sonrası Öcalan’ın “Silah bırakma ve örgütün kendini feshetmesi” çağrısını içeren “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı” kamuoyuna açıklandı. 1 Mart’ta PKK, bu çağrıya katıldığını duyurarak ateşkes ilan etti.
10 Mart’ta HTŞ lideri Ahmed Şara ile SDG Genel Komutanı Müslim Abdi arasında Şam’da 10 maddelik entegrasyon anlaşması imzalandı.
9 Mayıs’ta PKK’nin, Öcalan’ın çağrısı doğrultusunda 4–5 Mayıs tarihlerinde iki ayrı mekânda kongresini topladığı açıklandı. Örgütsel yapının feshedildiği, silahlı mücadele yönteminin ve PKK adıyla yürütülen faaliyetlerin sonlandırıldığı ilan edildi.
11 Temmuz’da Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi sınırları içindeki Süleymaniye’de, CaseneMağarası önünde sembolik bir silah yakma eylemi gerçekleştirildi.
5 Ağustos’ta TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş’un inisiyatifiyle, Meclis’te temsil edilen 10 partinin katılımıyla Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu kuruldu ve çalışmalara başladı.
17 Kasım’da PKK, silahlı güçlerini Zap alanı ve sınır bölgelerinden çektiğini duyurdu.
21 Kasım’da TBMM Komisyonu’nda Abdullah Öcalan’ın İmralı’da dinlenmesine ilişkin oylama yapıldı; karar nitelikli çoğunlukla alındı. CHP’nin İmralı’ya üye göndermeme kararı, DEM Parti ile arasında anlamsız bir gerilim ve tartışma yarattı.
24 Kasım’da Komisyon adına oluşturulan üç kişilik heyet, İmralı’da Abdullah Öcalan’ı dinledi.
23 Aralık’ta Komisyon’da yer alan 10 partinin rapor taslağı önerilerini Meclis Başkanı’na iletme süreci tamamlandı.
Bu dönemde ayrıca, Abdullah Öcalan’a uygulanan tecridin kısmen hafifletildiği, savunmasını üstlenen Asrın Hukuk Bürosu tarafından kamuoyuna duyuruldu.
Eşi görülmemiş yöntem
Bu gelişmeler, uluslararası çatışma çözümü deneyimleriyle kıyaslandığında, Türkiye’ye özgü sürecin karakterini ve öncelikli hedefini kavramayı kolaylaştırıyor.
Çatışma çözümünün evrensel ilkeleri olmakla birlikte, hazır bir şablonu yoktur; her deneyim kendi bağlamında şekillenir. Ancak Türkiye’de bugün uygulanan modelin birçok özelliği, dünyada başka hiçbir örnekte görülmeyen niteliktedir. Bu nedenle bu yaklaşıma “Türkiye Modeli” denmektedir.
Bu modelin en belirgin özelliği, sürecin büyük ölçüde Şam ve Kuzey-Doğu Suriye’deki gelişmelere endeksli yürütülmesidir. Sürecin hızlanması ya da yavaşlaması, doğrudan Suriye sahasındaki gelişmelere bağlıdır. Bu durum, şimdiye dek dünyada uygulanmış bir yöntem değildir.
İkinci temel sorun, sürecin hedefi ve amacı üzerinde bir yıldır ortaklaşma sağlanamamış olmasıdır. İktidarın “Terörsüz Türkiye” söylemi ile Öcalan’ın “Barış ve Demokratik Toplum” yaklaşımı arasındaki siyasal fark, iktidar ve ortağının direnci nedeniyle giderilememektedir. Bu da negatif barıştan pozitif barışa geçişin önünde ciddi bir engel oluşturmaktadır.
Kürt siyasetin silahsızlanma süreci barış sürecine dönüşür mü?
İktidar güvenlik merkezli bir perspektife sahipken; muhalefet, Kürtler ve barıştan yana olan kesimler süreci demokratikleşme ve haklar ekseninde ele almaktadır. İktidar ve ortağı, Türklüğü yeniden çerçevelemeye odaklanmış; bu nedenle yasal düzenlemeleri hak temelli değil, güvenlik temelli hazırlamayı tercih etmektedir.
Buna karşılık diğer kesimler, Kürt kimliğinin bireysel ve kolektif haklarıyla tanınmasını ve gerçek bir demokratikleşme sürecini savunmaktadır.
Öcalan ise, iktidarın yaklaşımını bütünüyle benimsemese de mevcut koşulları değerlendirerek Türkiye’de Kürt silahlı varlığına son verme, Suriye’de ise Kürtlerin kısmi kazanımlar elde etme ihtimalini güçlendiren bir strateji izlemektedir.
Bu stratejiler arasındaki derin uçurum, demokratikleşme ve barıştan yana olanların ortak bir mücadele hattı oluşturmasını zorunlu kılmaktadır. Bu yük, başta ana muhalefet olmak üzere tüm muhalefet bileşenlerinin omuzlarındadır.
İktidarı güvenlikçi girdaptan çıkarabilecek yegâne güç, muhalefetin hak temelli, net ve cesur politikaları olabilir.
Bugün ortada, Kürt halkının bireysel ve kolektif haklarını ya da Türkiye’nin demokratikleşmesini esas alan gerçek bir müzakerenin yürütüldüğüne dair güçlü bir emare yok. Silah bırakma ve örgütün feshi kararlarının parlamentoda nasıl karşılık bulacağı ise hâlâ büyük bir muammadır.
Dünyada; müzakerenin, gözlemcinin ve silah bırakmayı teyit edecek bağımsız mekanizmaların olmadığı; tüm sürecin yalnızca devletin güvenlik aygıtına bırakıldığı bir çatışma çözümü örneği bulunmamaktadır.
Türkiye’de ise kural yok, kurum yok, müzakere yok; buna karşılık silah bırakma vardır. Silahların susması, çatışmanın karşılıklı durdurulması bu sürecin paha biçilmez kazanımıdır. Birçok ülkede süreç, önce kapalı müzakerelerle başlar; belirli bir ilerleme sağlandığında kamuoyuna açıklanır ve ardından parlamento merkezli bir aşamaya geçilir.
Türkiye’de ise iktidar ve ortağı yalnızca silah bırakma ve örgütün feshi üzerinden anlatılmakta. Hak, özgürlükler ve demokratik iyileştirme taleplerine yüz vermemeye devam ediyor. Sorunun çatışmanın durmasına hapsetmek, kök nedenlere inmemek esas yanlıştır.
İktidar partisi Türkiye’de iç sorunu çözdüğü, dış güçlerin ihraç ettiği terör sorunu olduğu; Ortağı ise hala Kürt sorunu diye bir şeyin olmadığı, ayrılıkçı şiddet sorunu olduğunu tezinde ısrarla süreç yönetiyorlar.
Bu koşullarda yeni sürecin pozitif barış sürecine evrilmesi, hak ve özgürlüklerin tanınmasının söz konusu olabilmesi ana muhalefet olmaksızın neredeyse imkânsızdır. Bunu görmek için iktidar partisi ve ortağının Meclis Başkanlığı’na sundukları raporlarına bakmak yeterliolacaktır.
Bunlarla birlikte, bölgesel dengeler ve Batı’nın Türkiye’nin mevcut politikalarını paylaşmaması, iktidarın güvenlikçi çizgisinde gedik açacak bir fırsatı güçlü kılan unsurlar.


























Yorum Yazın