Yargının en büyük sorununun sistemsizlik olduğunu ifade eden Ramazan Arıtürk; “Yargı, Türkiye’nin temel yapısal sorunlarından biridir ama bunu bir hâkimin ya da savcının kişisel kusuru gibi görmek yanlış olur. Sistemi kuramadığınız sürece bireysel gayretler sonuç vermez” dedi ve ekledi; “Bugün karşılaştığımız yargı problemleri geçmişte de vardı. Toplumun büyük çoğunluğu, adaletin ya hiç tecelli etmediğini ya da çok geç geldiğini düşünüyor. Bu da kurumsal anlamda yargıya olan güvenin zayıf olmasına neden oluyor.”
Sunuş
Türkiye’nin en önemli sorunu nedir soruna verilen cevaplarda ekonomi uzunca bir süredir ilk sırada. Son dönemde yargı da listede yukarıya doğru tırmanıyor. Sadece 19 Mart sonrası değil öncesinde de yargı ülkenin temel sorunlarından biri olarak hep var oldu. Geçtiğimiz günlerde okuduğum kitabı (Yargının Yeniden Yapılandırılması, Seçkin Yayınevi) sonrasında Avukat ve akademisyen Doç. Dr. Ramazan Arıtürk ile yargının durumunu ve sorunların kaynağını konuştuk.
Türkiye’nin pek çok sorunu var ama son dönemde ekonomi ile birlikte en çok yargıyı konuşuyoruz. Neden?
Türkiye bugünlerde en çok ekonomiyi ve yargıyı konuşuyor. Ancak yargı alanındaki sorunlar sadece bugünün meselesi değil. Bu mesele tarihsel bir bağlam içinde ele alınmalı.
Türkiye’de yargıya dair sorunların kökeni çok eskiye, hatta 1700’lü yıllara kadar uzanıyor. Bugün karşılaştığımız yargı problemleri geçmişte de vardı. Toplumun büyük çoğunluğu, adaletin ya hiç tecelli etmediğini ya da çok geç geldiğini düşünüyor. Bu da kurumsal anlamda yargıya olan güvenin zayıf olmasına neden oluyor.
1960’larda dönemin başbakanı ve bakanlarının idamı, 1970’lerde gençlerin idam edilmesi, 1980 Darbesi sonrası yargı kararları, 28 Şubat sürecindeki uygulamalar ve daha önceki Menderes dönemi… Tüm bu örnekler, yargının çoğu zaman siyasi iktidarın etkisiyle hareket ettiğini gösteriyor.
Yargının Siyasallaşması ve Kurumsallaşamama Sorunu
Peki neden?
Türkiye’de yargının işleyişi kurumsal temellere değil, kişilere bağlı. Adalet Bakanı’nın ya da devlet başkanının kim olduğu, yargının nasıl işleyeceği üzerinde belirleyici oluyor. Oysa olması gereken, yasama, yürütme ve yargının birbirinden bağımsız şekilde çalışması.
Avrupa’da 1789 Fransız Devrimi sonrası başlayan kuvvetler ayrılığı bizde ancak 1876 Anayasası ile tanımlanmaya başlanmış; 1924 Anayasası ile kuvvetler ayrılığı ilkesel olarak kabul edilmiş. Ancak bu anlayış hiçbir zaman tam anlamıyla kurumsallaşmamıştır. Türkiye’de her dönem yargı, iktidarların siyasal ve toplumsal muhalefeti kontrol etmek için kullandığı bir araç olmuştur.
HAKİM VE SAVCILARIN GELECEK KAYGISI
Bağımsızlık şartı nedir?
Yargının bağımsız işlemesi için en temel unsur, hâkim ve savcıların kendilerini güvende hissetmeleri. Ancak bugün Türkiye’de birçok hâkim, vereceği karardan ötürü başına bir şey gelip gelmeyeceğini düşünmek zorunda kalıyor. Bu ortamda adalet sağlamak mümkün değil.
Kurumsallaşmış bir yargı sisteminde, siyasi iklimden etkilenmeden karar veren hâkimler olur. Bunun için en önemli yapı taşlarından biri kariyer planlamasıdır.
Ne demek kariyer planlaması?
Türkiye’de hâkimler ve savcılar farklı alanlarda görev değişikliğine tabi tutuluyor: Ceza mahkemesinden ticaret mahkemesine, hukuk mahkemesinden ağır ceza mahkemesine… Oysa her hukuk alanı kendi içinde uzmanlık gerektirir. Ticaret hukukunda uzman olmayan birinin ceza davalarına, ceza hukukunda deneyimi olmayan birinin ticari davalara bakması doğru kararların önüne geçiyor.
Kariyer planlaması ile hâkim ve savcıların uzmanlık alanlarına göre yükselmeleri sağlanmalı. Örneğin:
- Göreve sulh ceza mahkemelerinde başlayıp 5 yıl orada çalışmalı,
- Ardından asliye cezada 5 yıl,
- Sonra ağır ceza, bölge adliye mahkemeleri ve Yargıtay gibi kademeler izlenmeli.
Bu sistem, hâkimlerin uzmanlaşmasını ve karar kalitesini artırır.
KÜRSÜ GÜVENCESİ VE DOĞAL HÂKİM İLKESİ
Kürsü güvencesi gibi, doğal hakim ilkesi de yok sanırım Türkiye’de...
Türkiye’de hâkimlerin “kürsü güvencesi” yok. Yani görev yaptığı mahkemede ne kadar süre kalacağını bilmiyor. Bu güvencenin olmaması, hâkimin siyasi baskılara açık hale gelmesine neden oluyor.
Ayrıca “doğal hâkim ilkesi” de işletilmiyor. Yani bir davaya bakan hâkim değiştirilebiliyor. Oysa bir davanın başladığı hâkimle tamamlanması esastır. Bu ilkenin yokluğu davaların uzamasına ve adaletsizlik algısının artmasına neden oluyor.
YARGI REFORMU AVUKATLARI DA KAPSAMALI
Avukatlar da bu sistemin bir parçası değil mi?
Yalnızca hâkim ve savcılar değil, avukatlar da kariyer planlaması içine alınmalı. Avukatlık mesleğine yeni başlayan bir kişi, doğrudan ağır ceza mahkemesinde görev almamalı. Uzmanlaşma süreci burada da teşvik edilmeli.
Yargı Bağımsızlığı Neden Sağlanamıyor?
Türkiye’de kuvvetler ayrılığı zayıf, yürürlükte olan sistem kuvvetler birliğine daha yakın. Bu yapı içinde yargının bağımsız olmasını beklemek gerçekçi değil.
Sorunun kaynağı yalnızca Anayasa değil. Siyasi Partiler Kanunu ve Seçim Kanunu da büyük sorunların başında geliyor. Bugün milletvekillerini halk doğrudan seçmiyor; parti liderlerinin belirlediği isimlere oy veriyoruz. Bu da parlamentoyu halktan koparıyor ve yasama organını zayıflatıyor.
Seçim sistemi değiştirilmeden, siyasi partiler demokratikleştirilmeden, parti içi demokrasi sağlanmadan, yargının bağımsızlığı sağlanamaz. Dar bölge ya da daraltılmış bölge sistemine geçilerek seçmenin vekilini tanıması sağlanmalı.
Yargı Reformu Yalnızca İktidar Değişimiyle Mümkün Değil
Peki değişim nasıl mümkün?
Bugün muhalefetin yargıdaki sorunları dile getirmesi, genellikle iktidara karşı olmasından kaynaklanıyor. Ancak muhalefet iktidara geldiğinde bu sorunlar otomatik olarak çözülmeyecek. Çünkü siyaset, geçmişte uğradığı haksızlıkları yargı üzerinden düzeltme eğiliminde olabilir. Yani yargıyı intikam aracı olarak görebilir.
Bu yüzden önce siyaset kurumu değişmeli. Partiler, adaylarını demokratik yollarla belirlemeli. Sonra ancak yargı reformu mümkün olabilir.
Kamu İdaresi ve Hukuk Eğitimi de Reform Gerektiriyor
Nasıl olabilir bu?
Yalnızca yargı değil, kamu idaresi de liyakate dayalı bir kariyer planlamasına kavuşmalı. Bununla birlikte hukuk eğitimi de revizyon gerektiriyor.
Türkiye’de hukuk eğitimi, 1800’lerde oluşmuş bir anlayışla devam ediyor ve günümüzün ihtiyaçlarını karşılamıyor. Oysa bugün dört yıllık lisans eğitimi yalnızca bir temel olabilir. Üzerine 2-3 yıllık uzmanlık eğitimi şart.
Örneğin bilişim hukuku konusunda karar verecek bir yargı mensubunun bilişim teknolojilerine dair temel bilgiye sahip olması gerekir. Bugün hukuk eğitimi bu tür uzmanlıkları sağlamıyor.
Gelişmiş ülkelerde farklı lisans programlarından mezun olanlar, daha sonra hukuk eğitimi alarak uzmanlaşabiliyor. Türkiye’de de benzer bir sistem kurulmalı.
Peki ahlak bütün bu tartışmanın neresinde? Mesele Beylikdüzü Belediye Başkanı Mehmet Murat Çalık’ın yaşadıkları, ona yaşatılanlar…
Beylikdüzü Belediye Başkanı Mehmet Murat Çalık’a yönelik tutuklama süreciyle birlikte, tutuklu ve hükümlülere yapılan muamelenin adalet ve vicdan yönü bir kez daha gündeme geldi.
Buradaki sorun, yalnızca bir belediye başkanının özel durumu değil, sistemin bütününe dair. Ailesi Ankara’da olan birinin Edirne’de, Diyarbakır’da tutuklu olması hukuki olduğu kadar vicdani olarak da sorunludur.
Bu tür uygulamaların önüne geçmek için sistemli bir yargı denetimi, iyi kurgulanmış bir kariyer planlaması ve üst mahkemelerin aktif rolü olmalıdır.
MESELE YARGI DEĞİL, SİSTEM
Yani o zaman daha büyük fotoğrafta büyük bir sistem sorunu var...
Yargı, Türkiye’nin temel yapısal sorunlarından biridir ama bunu bir hâkimin ya da savcının kişisel kusuru gibi görmek yanlış olur. Türkiye’de yargı alanında çok çalışkan, özverili hukukçular var. Ancak bir sistemi kuramadığınız sürece bireysel gayretler sonuç vermez.
Nasıl ki en iyi futbolcularla kurulu ama taktiği olmayan bir takım her maçta başarısız oluyorsa, yargıda da sistem kurulmadıkça başarı mümkün olmaz. Türkiye’nin bugün acil olarak ihtiyaç duyduğu şey, bir yargı sistemi inşa etmektir.
Not: Bu sabah sehven söyleşinin taslak versiyonunu kullanmışız. Düzletir, Satın Arıtürk ve okuyuculamızdan özür dileriz

Yorum Yazın