Solingen’den bugüne değişmeyen tek şey, yangının hâlâ sönmemiş oluşudur. Artık tül perdelerin arkasına saklanan korkaklığın değil, sokaklara çıkan vicdanın zamanı. Çünkü o gün Solingen’de yanan yalnızca bir ev değil, sessiz kalan herkesin insanlığıydı.
Ve hâlâ, bu yangını söndürmek için geç değil. Çünkü, Kin Öldürür, Sevgi Yaşatır!
Tarih 29 Mayıs 1993.
Almanya’nın kalbinde, Solingen’de beş insan diri diri yakıldı. Alevlerin sardığı o evin çevresinde zaman durmuştu. Henüz dumanı tüten enkazın önüne vardığımda, basın kartımı gösterip olay yerine ilerledim. Yanmış binanın karşısında, kaldırım kenarına çökmüş bir adam dikkatimi çekti. Başını iki elinin arasına almış, yere bakıyordu. Yaklaştım. Bu adam Kuzey Ren-Vestfalya Eyalet Başbakanı Johannes Rau idi. Sonraları cumhurbaşkanı da oldu. “Bu olay toplumumuz için utanç verici,” dedi. “Yabancı düşmanlığına karşı omuz omuza durmak zorundayız. Türk-Alman dostluk dernekleri kurarak birlikte mücadele edelim.”
Ama o gün yalnızca bir ev yanmadı. O gün, Avrupa’nın vicdanı kavruldu. İnsan hakları, eşit yurttaşlık, çokkültürlülük gibi onurlu idealler, tül perdelerin arkasından izlenerek seyirlik hale getirildi. Alman komşular evlerinden çıkmadı. Çıksalar ne olurdu bilinmezdi; ama o gün susarak, utancın bir parçası oldular.
Solingen bir istisna değildi. O bir kırılmaydı. Yüz yıl boyunca sömürgelerinden elde ettikleriyle refah toplumu kuran Avrupa, 1960’lı yıllarda Türkiye’den, Kuzey Afrika’dan, Balkanlar’dan, Orta Doğu’dan gelen işçileriyle sanayi çarklarını döndürürken göçmenleri “misafir” saydı ama bir türlü ev sahibi yapmadı. Misafir olanlar sonsuza dek dışarda tutulmak istendi. Ama şehirlerin arka sokaklarında büyüyen çocuklar, artık evin asıl sahipleri olduklarını haykırmaya başladılar.
Ve sistem buna hazır değildi. Solingen bu yüzden yaşandı.
Mevlüde Genç, o korkunç yangında kızlarını, torunlarını kaybetti. Ama öfkeyi değil, barışı seçti. O, Batı’nın gözlerinin içine bakarak, affetmeyi seçti. Mevlüde Ana’nın duruşu, Avrupa’nın göçmen hafızasına işlenmiş bir adalet çağrısıydı. Bir annenin yangından geriye kalan küllerde bile insanlık arayışıdır onun adı.
Ama bugün geldiğimiz noktada, o çağrı yerini yeniden yükselen öfke korosuna bırakıyor. Doğu Almanya’dan Macaristan’a, Fransa’dan Hollanda’ya kadar aşırı sağ bir tsunami gibi yükseliyor. Irkçı söylemler yalnızca sokaklara değil, artık parlamentolara taşınıyor. Her seçim gecesi, insanlık biraz daha sandıklarda boğuluyor.
Avrupa merkez partileri ise hâlâ ‘mış gibi’ yapıyor. Yabancı düşmanlığı münferitmiş gibi. Oysa artık bu dalga, bir siyasal paradigma değişimini işaret ediyor.
Göçmenler yalnızca ekonomik değil, kültürel ve varoluşsal bir meydan okuma olarak görülüyor. Ve Avrupa bu gerçekle yüzleşmekten kaçtıkça kendi demokrasisini de tüketiyor.
Solingen’den bugüne değişmeyen tek şey, yangının hâlâ sönmemiş oluşudur.
Bugün artık mesele Türklerin, Arapların, Afrikalıların değil; insanlığın ortak bir medeniyet sınavıdır. Sessiz kalmak, yalnızca mazluma değil, topluma da ihanettir. Eğer biz bugün Solingen’i yalnızca bir anma törenine, birkaç demece ve çiçeğe indirgiyorsak, o zaman aynı karanlık yarın başka bir kapıyı çalabilir.
Artık tül perdelerin arkasına saklanan korkaklığın değil, sokaklara çıkan vicdanın zamanı.
Çünkü o gün Solingen’de yanan yalnızca bir ev değil, sessiz kalan herkesin insanlığıydı.
Ve hâlâ, bu yangını söndürmek için geç değil.
Çünkü, Kin Öldürür, Sevgi Yaşatır!

Yorum Yazın