Trump döneminde en başta dünya, Avrupa, Avrupa Birliği, Türkiye ve Ortadoğu da değişiyorlar ve daha da çok değişecekler yine muhtemelen. Bu büyük dönüşüm Türkiye için de hem tehdit hem de büyük bir fırsat olabilir.
Dünya bambaşka bir döneme giriyor, giriyor fazla muhtemelen, girdi.
Bu dönemi dört başı mamur bir biçimde analiz etmek pek mümkün değil yine muhtemelen, Nobel ödüllü iktisatçılardan, çok yetkin düşünür, siyasetçi ve gazetecilerden de henüz böyle bir “efrâdını câmi, ağyârını mani” bir analiz çıkmadı.
Bu belirsizlik ortamının, hep muhtemelen kelimesini kullanıyorum çünkü bu kelime dönemin ruhunu iyi veriyor doğrusu, muhtemelen en önemli sabiti (!!!) sabitsizlik, o zaman da analiz çok zorlaşıyor.
Bu yazıyı kapalı bir mekanda okuyorsanız, o mekanın kaç metrekare ya da kaç metreküp* olduğunu hesaplamanız için elinizde bir metre sabiti olması lazım, Paris Panthéon’da böyle bir tahta çubuk vardır, bir metre uzunluğun sabitidir**, iyi korunur, şayet bu sabite ortadan kalkarsa en azından oturduğunuz odanın kaç metrekare olduğunu dahi hesaplayamazsınız.
Trump dönemi dünyasının da sabiti belirsizlik, sabitsizlik, analiz üretmek imkansız olmasa da çok kolay değil artık.
Trump döneminde en başta dünya, Avrupa, Avrupa Birliği, Türkiye ve Ortadoğu da değişiyorlar ve daha da çok değişecekler yine muhtemelen.
Bu büyük dönüşüm Türkiye için de hem tehdit hem de büyük bir fırsat olabilir.
Geçtiğimiz dönem, bu da benim sabitim, AB hukuk entegrasyonu dışında kalan Türkiye’nin bugünkü Erdoğan günlerini bile arar hale getirebileceğini kanımca çok net gösterdi.
Bu yeni dönemde, yine kanımca, Türkiye için en büyük tehdit AB standartlarından daha da uzaklaşmak, daha da fazla yerlici ve millici olmak, Kopenhag kriterlerine dönmek yerine Ankara kriterlerini daha da ileri taşımak, bu yüzyıl Türkiye yüzyılı olacak türü irrasyonaliteleri daha da büyütmek; en büyük fırsat ise bu büyük dönüşümde AB sürecini tekrar ve çok hızlı bir biçimde etkinleştirmek.
Bunu Erdoğan’ın artık yapabileceğini düşünmek bile saçmalık, yapsaydı, böyle gerçek bir istikameti olsa idi, 2010 sonrası Ankara kriterlerini tercih etmezdi, tercihini böyle kullandı, Türkiye de bu çok yanlış tercihin faturasını çok ağır ödüyor bugün ve muhtemelen yarın da daha fazla ödeyecek, bu faturayı ödemeyen küçük bir kesim dışında.
Peki, mevcut muhalefetin, en başta anamuhalefetin Türkiye’yi AB sürecine geri döndürme iradesi, siyasi yatkınlığı var mı, doğrusu hiç zannetmiyorum; Özgür Özel arada sırada AB lafını ediyor ama mesela ifade özgürlüğünü savunurken Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (o dönemde Komisyon) 1976 tarihli Handyside kararına gönderme yapmıyor, ilerleme raporlarını bir ayna olarak tutmuyor Türkiye’nin yüzüne, kamu alımları dosyasının neden açılmadığını sormuyor, Kıbrıs konusunda nasıl bir çözüm düşündüğünü hiç açmıyor, hatta Kıbrıs diye bir meselenin olmadığını düşünüyor muhtemelen, vs.
Siyasi yelpazede CHP’nin solundaki siyasal oluşumların çok büyük bölümü millici, sözde pekdeğil ama özde milliyetçi, milli egemenlikçi, AB denince aklına süpranasyonal bir yapıyı kurmuş olmak, ulusal merkez bankacılığını kaldırmış olmak, Maastricht, Kopenhag kriterleri değil de, kısmen de olsa Avrupa’nın yüzleştiği kölecilik gelen siyasi yapılar.
Çok net ifade etmek istiyorum, AB standartlarını, Kopenhag kriterlerini, Venedik Komisyonu hukuk devleti kriterlerini parti programına dönüştürecek bir siyasi parti bugünkü Türkiye’yi her geçen gün daha da ağırlaşan krizden ancak kurtarabilecektir.
Objektif verilere baktığınızda da öyle iyimser olabilmek için ortada çok veri yok ama yine de rahmetli Çetin Altan’a gönderme yapalım ve “enseyi karartmak yok” diyelim. Burası Türkiye, neyin ne zaman olabileceği hiç belli olmaz, olmuyor doğrusu.
Yeni bir siyasi parti, yeni bir siyasi oluşum kolay işler değil, bu nedenden mevcut bir siyasi yapının AB sürecine samimiyetle sahip çıkması en pratik çözüm ama kim, kimler, bu sorunun yanıtı belirsiz.
İlk iş sabitsizliğe endeksli yeni dönemi iyi anlamak, bu krizi fırsata çevirmek için de AB çıpasına sarılmak, bakalım bu mümkün olabilecek mi?
Benim kuşak içinde bu görüşleri paylaşanların bir de ortak derdimiz var, bu da Türkiye’nin bu hukuksuzluk yapısal sorununu AB çıpası ile aşabilmesini dünya gözü ile görüp göremeyeceğimiz.
Objektif verilere baktığınızda da öyle iyimser olabilmek için ortada çok veri yok ama yine de rahmetli Çetin Altan’a gönderme yapalım ve “enseyi karartmak yok” diyelim.
Burası Türkiye, neyin ne zaman olabileceği hiç belli olmaz, olmuyor doğrusu.
60 yaşında, yani bundan yaklaşık on sene önce bana birileri bugün yaşananları yaşayacaksınız dese idi, güler geçerdim doğrusu.
İnşallah, on sene sonra kötümserliğimize de güler geçeriz.
------
*Rahmetli Çetin Altan bizde insanların ev alırken hep kaç metrekare diye sorduklarını, kimsenin kaç metreküp diye düşünmediğini çünkü üçüncü boyutu kullanma geleneğimizin olmadığını, üçüncü boyutu etkin ve anlamlı kullanma geleneğinin de denizcilik geleneği ile ilgili olduğunu, teknelerde küçük kamaralarda denizcilerin, denizci ulusların üçüncü boyutu kullanmayı öğrendiklerini yazmıştı, çok önemli bir gözlem ve analiz idi. Tam Çetin Altan’a göre.
**Mètre étalon

Yorum Yazın