Kendini entelektüel sananlar, Davos'ta toplanıp grafiklere bakarak "Ama rakamlar yalan söylemez, eşitsizlik artıyor, bir şeyler yapmalıyız," derken; Trump, o eşitsizliğin mağdurlarına dönüp basit bir hikâye anlattı. Rakamları değil, duyguları hedef aldı ve ikinci kez seçildi
Bilirsiniz, bazen bir ilişki biter. Terk edilen taraf, yani halk, yıllarca aldatıldığını, emeğinin sömürüldüğünü, evdeki (ülkedeki) bereketin Çin'deki yeni ve ucuz sevgililere peşkeş çekildiğini hisseder. Terk eden "küreselci elit" ise sürekli "Ama bu hepimizin iyiliği için, dünya vatandaşı olmak bunu gerektirir," diye akıl verir. Halkın karnı açken ona sürekli dünyanın ne kadar düzleştiğinden bahseder.
Ve tam o sırada sahneye biri çıkar. Patavatsız, saçı bir garip, ağzından çıkanı kulağı duymayan ama terk edilmişe dönüp "Bunlar seni kandırmış. Hem de fena kandırmış. Üzülme, ben hepsini mahvedeceğim," diyen o eski sevgili... Donald J. Trump.
Ve şimdi, Amerika o eski sevgiliye geri döndü. Hem de "Bu sefer kesin düzelmiştir," diyerek değil, "Diğeri o kadar sıkıcı ve sahtekârdı ki, bu kaos bile daha iyi," diyerek. Peki ama neden?
Aslında cevap, Thomas Piketty adında, muhtemelen Trump'ın hayatında tek satırını okumadığı ama bütün kariyerini borçlu olduğu o Fransız ekonomistin kitabında saklı. Piketty ne diyordu özetle? Sermayenin getirisi (r), ekonominin büyümesinden (g) her zaman daha hızlıdır. Yani sen ben iki yakamızı bir araya getirmeye çalışırken, birilerinin serveti bizden daha hızlı çoğalır. Bu, sistemin bir hatası değil, kapitalizmin fabrika ayarıdır. Makas sürekli açılır.
İşte milyonlarca Amerikalı, on yıllardır bu açılan makasın altında ezildiğini hissetti. İşleri gitti, fabrikaları kapandı, kasabaları hayalet şehirlere döndü. Onlara bu durumun "küreselleşmenin kaçınılmaz bir sonucu" olduğu söylendi. Yani, "İlişkinin yürümesi için bazen fedakârlık gerekir, canım," dendi.
Trump ise çıktı ve "Fedakârlık mı? Size resmen kazık atmışlar! Sad!" dedi. "Ben o fabrikayı geri getireceğim. O hırsız Çin'e dünyanın en güzel, en büyük gümrük duvarını öreceğim. Faturayı da onlara ödeteceğim. İnanın bana."
Bu dil, acı çeken birine reçete yazmak yerine "Gel bir sarılayım," demek gibiydi. O sarılmanın içinde ne vardı?
* "Önce Evin İçi" Politikası: "Sınır diye bir şey kalmamış, herkes elini kolunu sallayarak giriyor. Olur mu öyle şey? Önce kapıyı kilitleyeceğiz," diyerek göçmen politikasını özetledi. Duvar fikri bile başlı başına bir "Artık yeter!" restiydi.
* Elon Musk ile Kankalık: Eski, sıkıcı ve çevreci elitler "karbon ayak izi" derken, Trump ve kankası Elon, "Roketlerimiz var, Mars'a gidiyoruz, Twitter'ı aldık geyik yapıyoruz," dediler. Bu, Silikon Vadisi'nin "cool" çocuğuyla ittifak kurarak, "Gelecek biziz, siz ise sıkıcısınız," mesajıydı. Bir yanda yasaklar, diğer yanda sınırsız bir (ve biraz da tehlikeli) özgürlük vaadi. Hangisi daha çekici?
* Gümrük Duvarları ve Savaş Ekonomisi: Trump'ın mantığı basitti: "Bizim ürettiğimiz arabayı, çeliği almıyorlar mı? O zaman onlar da bize mal satamaz. Bu kadar basit." Ticareti, iki şirket arasındaki sert bir pazarlık gibi gördü. "Barış sıkıcıdır ve kâr ettirmez," demese de, dünyanın en iyi silahlarını yaptıklarını ve herkesin bunları istediğini söylemekten çekinmedi. Bu, "güçlüysen haklısındır" felsefesinin en saf haliydi ve kaybetmekten bıkmış milyonların ruhunu okşadı.
Sonuçta, kendini entelektüel sananlar, Davos'ta toplanıp grafiklere bakarak "Ama rakamlar yalan söylemez, eşitsizlik artıyor, bir şeyler yapmalıyız," derken; Trump, o eşitsizliğin mağdurlarına dönüp basit bir hikâye anlattı. Rakamları değil, duyguları hedef aldı.
Şimdi ikinci kez seçildi diye yine aynı sıkıcı analizleri dinleyeceğiz: "Popülizm yükseliyor, kutuplaşma tehlikeli..." Geçin bunları. Olan biten şudur: Halk, kendisine yıllarca yalan söyleyen, onu küçümseyen ve sonunda terk eden eski sevgilisi "müesses nizama" resti çekti.
Onlar da kendilerini terk eden o küreselci elite "Kovuldunuz!" demenin en görkemli, en patavatsız ve en "harika" yolunu buldular. Hem de ikinci kez.

Yorum Yazın