1923’ün “darbe” olarak nitelendirilmesi, post-Kemalist söylemin ve siyasal İslam’ın Cumhuriyetin temel değerleriyle hesaplaşma arzusunun bir yansımasıdır. Bu niteleme, yalnızca tarihsel bir olayla sınırlı kalmamakta, aynı zamanda modern Türkiye’nin anayasal düzenine ve laiklik ilkesine yönelik bir eleştiri olarak ortaya çıkmaktadır. Ancak bu eleştiriler, Cumhuriyetin bir ulusal kurtuluş hareketi olarak doğduğunu ve modern bir toplum inşa etme çabasının ürünü olduğunu göz ardı etmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu, modernleşme ve ulus-devlet inşası süreçlerinde köklü bir dönüşümün simgesi olarak tarih sahnesinde yerini almıştır. 1923; yalnızca bir rejim değişikliği değil aynı zamanda toplumsal, kültürel ve siyasal alanda derin bir yeniden yapılanma sürecinin başlangıcıdır. Ancak son yıllarda özellikle belirli siyasal akımlar tarafından bu tarih, “darbe” olarak nitelendirilerek tartışma konusu edilmektedir. Bu niteleme, yalnızca tarihsel bir olayla sınırlı kalmayıp, Cumhuriyetin temel değerlerine ve Mustafa Kemal Atatürk’ün mirasına yönelik daha geniş bir eleştirel söylemin parçası olarak ortaya çıkmaktadır.
Siyasal İslam’ın Cumhuriyetle Hesaplaşma Arzusu
Siyasal İslam, Türkiye’de Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana, laiklik ve sekülerleşme politikalarına karşı bir karşıtlık geliştirmiştir. 1923’ün “darbe” olarak nitelendirilmesi, siyasal İslam’ın Cumhuriyetle hesaplaşma arzusunun en açık ifadelerinden biri olarak değerlendirilmektedir. Bu niteleme, Cumhuriyetin kuruluşunu gayrimeşru bir süreç olarak sunarak, siyasal İslam’ın tarihsel anlatısını güçlendirmeyi amaçlamaktadır. Bu anlatı, Osmanlı’nın dinsel ve geleneksel yapısının, Cumhuriyetin modernleşme hamleleriyle yok edildiğini iddia etmekte ve bu yok oluşu bir “mağduriyet” olarak sunmaktadır. Siyasal İslam’ın bu söylemi, yalnızca tarihsel bir eleştiri olmaktan çıkmakta ve mevcut anayasal düzene yönelik bir meydan okuma niteliği taşımaktadır.
Cumhuriyetin laiklik ilkesi, siyasal İslamcılar tarafından dinsel kimliğin bastırılması olarak görülmekte ve bu durum, Cumhuriyetin kuruluş değerlerine yönelik bir öfke birikimine yol açmaktadır. Bu öfke, yalnızca geçmişle değil, aynı zamanda günümüzün seküler devlet yapısıyla da bir hesaplaşma arzusunu beslemektedir. 1923’ü “darbe” olarak nitelemek, bu bağlamda, yalnızca tarihsel bir tartışma değil, aynı zamanda mevcut rejime yönelik bir alternatif inşa etme çabasının göstergesidir.
Post-Kemalizm ve Cumhuriyet Değerlerine Yönelik Eleştiriler
Post-Kemalizm, Kemalist ideolojinin modern Türkiye’deki yorumlarını ve uygulamalarını eleştiren, aynı zamanda bu ideolojinin tarihsel bağlamını yeniden değerlendirmeye çalışan bir düşünce akımıdır. Ancak bu akım, kimi zaman Cumhuriyetin kuruluş ilkelerine ve özellikle laiklik, ulus-devlet ve modernleşme gibi temel değerlere yönelik bir reddiyeye dönüşmektedir.
1923’ün “darbe” olarak nitelendirilmesi, post-Kemalist söylemin en tartışmalı tezlerinden biri olarak öne çıkmaktadır. Bu niteleme, Cumhuriyetin meşruiyetini sorgulamakta ve Osmanlı geçmişine duyulan nostaljiyi, modern ulus-devletin yerine bir alternatif olarak sunmaktadır. Bu söylem, Cumhuriyetin kuruluşunu yalnızca bir yönetim değişikliği olarak değil, aynı zamanda “kadim” bir geçmişin yok edilmesi olarak görmekte ve bu yok oluşu siyasal İslam’ın tarihsel mağduriyet anlatısıyla ilişkilendirmektedir.
Cumhuriyetin laiklik politikaları, dinin kamusal alandan uzaklaştırılması ve modern ulus-devlet inşası, siyasal İslamcılar tarafından bir “kültürel kırılma” olarak algılanmaktadır. Bu algı, post-Kemalist söylemin Osmanlı’nın dinsel ve çok uluslu yapısına duyulan romantik bir özlemi beslemekte ve Cumhuriyetin modernleşme projesini “Batıcı” ve “halktan kopuk” bir girişim olarak yaftalamaktadır. Ancak bu eleştiriler, tarihsel gerçeklikleri çarpıtmakta ve Cumhuriyetin, Osmanlı’nın son dönemlerinde yaşanan çöküşün ardından bir ulusal kurtuluş hareketi olarak ortaya çıktığını göz ardı etmektedir.
Atatürk ve Cumhuriyet Değerlerinin Savunusu
Mustafa Kemal Atatürk’ün liderliğinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti, yalnızca bir yönetim değişikliği değil, aynı zamanda bir ulusal kurtuluş ve modernleşme hareketidir. Cumhuriyetin temel değerleri olan laiklik, ulus-devlet ve eşit yurttaşlık ilkeleri, Osmanlı’nın çok uluslu ve dinsel yapısının çöktüğü bir dönemde, modern bir toplum inşa etme çabasının ürünüdür. Bu değerler, bireylerin din, etnik köken ya da sosyal statü farkı gözetmeksizin eşit haklara sahip olduğu bir yurttaşlık modelini hedeflemiştir.
Laiklik, dinin devlet işlerinden ayrılmasıyla, bireylerin özgürce inançlarını yaşayabileceği bir alan yaratmayı amaçlamış; ulus-devlet ise, çok uluslu bir imparatorluğun yerine, ortak bir kimlik etrafında birleşen bir toplum inşa etmeyi hedeflemiştir. Post-Kemalist söylemin bu değerlere yönelik eleştirileri, tarihsel bağlamdan kopuk bir şekilde, Cumhuriyetin modernleşme projesini “Batıcı” ve “elitist” bir dayatma olarak sunmaktadır. Ancak bu eleştiriler, Osmanlı’nın son dönemlerinde yaşanan ekonomik, siyasal ve toplumsal çöküşü görmezden gelmektedir. Cumhuriyet, bir imparatorluğun küllerinden doğmuş ve Anadolu’nun işgalden kurtarılmasıyla mümkün olmuştur. Bu nedenle, 1923’ü “darbe” olarak nitelendirmek, yalnızca tarihsel gerçeklikleri çarpıtmakla kalmamakta, aynı zamanda Kurtuluş Savaşı’nın kolektif ruhuna ve bu mücadelede hayatını kaybedenlere haksızlık etmektedir.
Siyasal İslam ve Post-Kemalizm Kesişiminde Tarihsel Gerçekler
Siyasal İslam’ın Cumhuriyetle hesaplaşma arzusu, post-Kemalist söylemle kesişerek, tarihsel gerçekliklerin yeniden yazılması çabasını ortaya koymaktadır. Bu çaba, Osmanlı’nın dinsel ve geleneksel yapısını idealize ederken, Cumhuriyetin modernleşme projesini bir “yabancılaşma” süreci olarak sunmaktadır. Ancak bu söylem, Osmanlı’nın son dönemlerinde yaşanan toplumsal ve siyasal çöküşü, kapitülasyonların yarattığı ekonomik bağımlılığı ve azınlıkların ayrılıkçı hareketlerini göz ardı etmektedir. Cumhuriyet, bu kaotik ortamda ulusal egemenlik ve bağımsızlığı yeniden tesis etme çabasının ürünüdür.
Siyasal İslam’ın bu tarihsel anlatısı, aynı zamanda Cumhuriyetin laiklik politikalarını bir “dinsizlik” projesi olarak karikatürize etmektedir. Oysa laiklik, dinin devlet kontrolünden çıkarılmasını ve bireylerin inanç özgürlüğünü güvence altına almayı hedeflemiştir. Bu bağlamda, siyasal İslam’ın Cumhuriyetle hesaplaşma arzusu, yalnızca tarihsel bir tartışma değil aynı zamanda modern Türkiye’nin anayasal düzenine yönelik bir meydan okuma olarak değerlendirilmektedir. Post-Kemalist söylem, bu meydan okumayı meşrulaştırmak için tarihsel bir zemin yaratma çabası içinde olsa da bu çaba, tarihsel gerçekliklerle çelişmektedir.
1923’ün “darbe” olarak nitelendirilmesi, post-Kemalist söylemin ve siyasal İslam’ın Cumhuriyetin temel değerleriyle hesaplaşma arzusunun bir yansımasıdır. Bu niteleme, yalnızca tarihsel bir olayla sınırlı kalmamakta, aynı zamanda modern Türkiye’nin anayasal düzenine ve laiklik ilkesine yönelik bir eleştiri olarak ortaya çıkmaktadır. Ancak bu eleştiriler, Cumhuriyetin bir ulusal kurtuluş hareketi olarak doğduğunu ve modern bir toplum inşa etme çabasının ürünü olduğunu göz ardı etmektedir. Atatürk’ün liderliğinde kurulan Cumhuriyet;laiklik, ulus-devlet ve eşit yurttaşlık gibi değerlerle, çağdaş bir toplumun temellerini atmıştır. Post-Kemalist söylemin bu değerlere yönelik eleştirileri, tarihsel gerçekliklerden kopuk bir şekilde, Osmanlı nostaljisi ve siyasal İslam’ın mağduriyet anlatısına dayanmaktadır.

Yorum Yazın