Son olarak Fatih Altay davasında verilen 4 yıl 2 aylık hapis cezası ve tutukluluğunun devamı kararı pek çok açıdan değerlendiriliyor ama bence bu kararın en önemli yanı artık bir bütün olarak iktidarın muhalif gazeteci ve medya organlarını çalışamaz duruma getirme isteğidir.
Ve çok tabii ki diğer bir yanı da yandaşı olan gazetecilerini bu kararla tahkim ederek gözdağı vermek.
Yalnız bu nasıl bir istek ve nasıl bir anlaşılmaz dava konusudur ki ve nasıl olurda bir gazeteci bir cumhurbaşkanını tehdit edebilir.
Edemez çünkü bir gazeteciyle bir cumhurbaşkanının elinde bulundurdukları güç ve olanak aynı mıdır?
O nedenle bu karar kabul edilemez.
Ve bu arada Fatih Altaylı gibi öyle ortaya karışık gazetecilik yapanlara karşı ilk kez bu denli sert bir karar ve tutum alındığına vurgu yapalım.
Üstelik bir yandan süren çözüm süreci ve diğer yandan Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala hakkında hala gereği yapılmayan AİHM kararları beklenirken adeta ters köşe bir karar olduğunu görmek gerekir.
Bu arada Selahattin Demirtaş için tahliye beklenirken açılan ayrı bir davada “cumhurbaşkanına hakaret” suçundan hakkında 7,5 yıla kadar ceza talep edilmiş olması bir diğer ters köşe durumunu daha gösteriyor.
Bu kararların verdiği bir diğer mesaj ise demek ki iktidar, çözüm süreci nedeniyle siyasi gerginliği düşürmek, muhalif olan çevrelere karşı sert yaptırımları, uygulamaları soğutmak ve akabinde bir siyasi diyalog ortamının yaratılmasını düşünmüyor.
Düşünmediği bir şey daha var.
O da çözüm sürecinin siyasi zeminde meclis zemininde yani dar alanda ve içine kapalı bir şekilde sürdürmek niyetinde olduğu anlaşılıyor.
Önceki yazımda da söylemeye çalıştım.
Kürt sorunu gibi tarihi ve toplumsal öneme sahip bir sorunu daha kapsayıcı ve geniş bir zeminde tartışmak ve yürütmek ve yapılan görüşmeler hakkında toplumu bilgilendirmek, sürecin sürdürülmesi ve yönetilmesi açısından oldukça önemlidir.
Kapsayıcı ve geniş bir zemin derken sivil toplum kuruluşları, meslek kuruluşları akademi ve iş dünyası gibi aktif çevrelerden bahsediyorum.
Siyasiler ve medya dışında bu çevrelerden duyulan bir açıklama ve bir ses yok.
Diğer yandan bu sürecin iletişimini sağlamak için bir politika ve strateji ortaya koymak gerekir. Önceki çözüm sürecinin de önemli sorunlarının başında iletişim sorunu geliyordu.
Ancak önceki çözüm süreci daha kapsayıcı bir zeminde sürdürülerek daha fazla katkı sağlanıyordu.
Örneğin o dönem hükümet tüm meslek kuruluşlarına ve belli başlı STK’ları ziyaret ederek bilgilendirme yapıyor ve onların görüşlerini de alıyordu.
Akil insanları heyeti adeta kapı, kapı gezerek bilgilendirme, tartışma ve görüş alamaya çalışıyordu.
Eğer amaç bir toplumsal barış sağlamaksa kanaat önderlerinin de sürece yapacakları katkı ve desteğin önünü açmak ve bir açık toplum zemini yaratmak gerekir.
Bu arada İmralı dönüşü meclis komisyonunun 4 Aralık tarihinde toplanacağı açıklandı.
Bu toplantı sonra yapılan görüşmenin topluma ve medyaya açıklanması, bilgi verilmesi için iyi bir fırsat yaratıyor.
Çözüm süreci sadece yurt içinde değil yurt dışında da izlenen ve merak edilen bir süreç, işin iletişim ve etkileşim yanına bir de bu yanından bakarak yaklaşmak lazım…Bölge ülkeleri başta olmak üzere AB ülkeleri süreci yakından takip ederek Türkiye toplumunun barış ve demokrasi içinde bir arada yaşamasının yaratacağı olumlu etkileri ve bunun ilişkilere yansımalarının onlarda farkındalar…
Ancak bugüne görülen şu ki; yapılanları “küçümsemeden söyleyecek” olursak önümüzde daha çok yürünecek yol ve daha çok atılacak adım olduğudur herkesin bunu biliyor olması gerekiyor.
İşte atılması gereken adımlardan bazıları…
Öncelikle iktidar tez elden AYM ve AİHM kararlarını uygulamalı ve bu hukuksuzluğa ve yapılan haksızlığa son vermelidir.
Görevden alınan belediye başkanları arasında tahliye olanlar derhal görevlerine iade edilmelidir. Tutuklu olanların yargılamaları hızlandırılmalı ve bu davalar hukuk kuralları dahilinde karara bağlanmalıdır.
Özellikle Ekrem İmamoğlu davası bunlar arasında en önemli davadır.
Bu dava kamuoyuna mal olmuş bir dava olarak TV’den canlı yayın dahil aleniyet ölçüleri içinde görülmeli ve bir an önce gerçek hukuk ölçüleri dahilinde sonuçlandırılmalıdır.
Medya üzerindeki baskıya son verilmeli ve tutuklu gazeteciler serbest bırakılmalıdır.
Akademinin tartışmaya katkısı sağlanmalı ve özgür bir tartışma alanı yaratılmalıdır.
Bu atılacak olumlu adımların çözüm sürecine katkılarının olacağı kesin ama bu adımları atacak bir iktidar iradesi şimdilik gözükmüyor.
Oysa barış özverili çabalar ve barışa inananlarla gelir yoksa…



























Yorum Yazın