Giriş
Günlük konuşmalardan sosyal medyada dolaşan ilişki tavsiyelerine kadar pek çok yerde narsist (İngilizceden alırken “narsisist”i bir hece tasarruf ederek alıyoruz!) kelimesi o kadar sık ve hoyratça kullanılır oldu ki, kavram artık neredeyse her tür bencillik, kibir ve empati yoksunluğunun ve hatta ilişki zorluklarının ortak etiketine dönüştü. Popüler kültürde birine narsist demek çoğu zaman “ben-merkezci”, “kendini beğenmiş” ya da “hazmedilmesi zor” anlamına geliyor; oysa psikanaliz literatüründe narsisizm bundan çok daha derin, çok daha incelikli ve gelişimsel bir kavram. Böyle olunca kelimenin aşırı ve yanlış kullanımının yarattığı bulanıklık hem bireysel gelişimi hem de ilişkisel dünyamızı anlamayı güçleştiriyor. Kavramın içi boşaldıkça hem klinik hem toplumsal analiz açısından elimizde giderek daha az işe yarar bir araç kalıyor.
Bu dört parçalık yazı dizisinin amacı tam da bu bulanıklığı gidermek: narsisizmi, bireysel ruhsallıktan toplumsal yapılara, hatta günümüzün dijital ve yapay zekâ destekli benlik mimarilerine kadar uzanan bir süreklilik içinde, mesleki jargondan olabildiğince uzak durmaya çalışarak kavramsal olarak yeniden netleştirmek. Dizinin her bir parçası narsisizmin farklı bir katmanına odaklanacak: 1) sağlıklı narsisizm, 2) patolojik narsisizm, 3) kolektif narsisizm ve 4) yapay zekâ ile güçlenen yeni narsisizm biçimleri. En yaygın yanılgının aksine, narsisizm benliğin[1] hastalıklı bir fazı olarak başlamaz; aksine, her insanın ruhsal yapılanmasında vazgeçilmez bir temel olarak ortaya çıkar. Bu ilk yazı, çoğu zaman göz ardı edilen ve yanlış anlaşılan sağlıklı narsisizm katmanını ele alıyor.
Freud ve Narsisizm: Mitolojiden Psikanalize Benliğin Hikâyesi
Narsisizm kavramının kökeni, psikanalizden çok daha eski bir hikâyeye uzanır. Yunan mitolojisindeki Narkissos, sudaki yansımasına âşık olan ve sonunda bu aşkta eriyip yok olan gençtir. Bu anlatı, popüler kültürde narsisizmin neredeyse otomatik olarak “kendine hayranlık”, “bencillik” ve “başkasını görmezlik” ile özdeşleşmesine zemin hazırlamıştır. Oysa Freud, bu mitolojik figürü psikanalitik bir kavrama dönüştürdüğünde, meseleyi yalnızca “kendini sevme” gibi yüzeysel bir ahlaki kategori içinde ele almaz; narsisizmi, benliğin kuruluşuna içkin, zorunlu ve evrensel bir ruhsal süreç olarak düşünür.
Freud’un 1914 tarihli Narsisizm Üzerine Bir Giriş başlıklı makalesi, bu açıdan kurucu bir metindir (Freud, 1914/1957). Freud’a göre libido, yani yaşam itkisiyle bağlantılı ruhsal enerji, bazen dış dünyadaki nesnelere,[2] bazen de doğrudan benliğin kendisine yönelir. Libido benliğe yöneldiğinde ortaya çıkan durum narsisizmdir.
Freud bu metinde birincil narsisizm kavramını tanımlar. Bebek, yaşamın erken döneminde henüz kendisiyle dış dünya arasındaki sınırları belirgin biçimde ayırt edemezken, tüm libidinal yatırımını benliğinde toplar. Bu durum patolojik değil, benliğin gelişimi için zorunlu bir başlangıç evresidir. Bebek için dünya, başlangıçta kendi uzantılarıyla doludur; açlığın giderilmesi, bakımın sürekliliği, tensel temas ve yatıştırılma, benliğin değerli ve yaşanmaya layık olduğu duygusunun ilk yapı taşlarını döşer. Bu erken narsisistik zemin, ileride özgüven, özdeğer ve baş etme kapasitesi olarak karşımıza çıkan birçok ruhsal niteliğin temelini oluşturur.
Freud aynı zamanda ikincil narsisizm kavramını da tanımlar. Normal gelişimde libido zamanla benlikten çıkar ve dış dünyadaki nesnelere yönelir. Ancak kimi durumlarda bu yatırım geri çekilir ve yeniden benliğe yönelir. Freud patolojik narsisizmi tam da bu noktada, yani dış dünyayla libidinal bağların zayıfladığı yerde konumlandırır. Ego içine kapanırken, ilişkisel alan yoksullaşır.
Bu bağlamda Freud’un kuramında sağlıklı narsisizm ile patolojik narsisizm arasındaki temel ölçüt şudur: Libido benlik ile dünya arasında serbestçe dolaşabiliyor mu, yoksa yalnızca benlikte mi kilitleniyor?Sağlıklı narsisizmde kişi hem kendine hem başkasına yatırım yapabilir. Patolojik narsisizmde ise ego ya kendini mutlak merkeze koyar ya da dış dünyayı yalnızca narsisistik yakıt sağlayan bir sahneye indirger.
Freud’un açtığı bu kuramsal kapı, sonraki tüm narsisizm tartışmalarının temel dayanağını oluşturur: Narsisizm hem sağlığın hem patolojinin zemini olan çift anlamlı bir güçtür.
Kohut’ta Sağlıklı Narsisizm ve Patoloji Sınırı: Benliğin Onarılabilir Çekirdeği
Heinz Kohut, narsisizmi doğrudan benliğin gelişimi üzerinden yeniden düşünür. Ona göre narsisizm bastırılması gereken bir fazlalık değil, sağlıklı bir benlik duygusunun kurulabilmesi için vazgeçilmez bir gelişim hattıdır (Kohut, 1971; 1977). Bebek, benliğini ancak bakım verenin tepkileri aracılığıyla inşa eder. Kohut burada kendilik nesnesi işlevlerinden söz eder.
Kohut üç temel narsisistik ihtiyacı tanımlar: aynalanma, idealleştirme ve benzerlik (ikizlik) duygusu. Bu ihtiyaçlar yeterince karşılandığında çocuk, dışarıdan aldığı düzenleyici işlevleri içselleştirir ve istikrarlı, dayanıklı bir benlik çekirdeği geliştirir. Bu süreç optimal hayal kırıklıkları” üzerinden işler: Benlik tamamen sarsılmadan, küçük dozlarda kırılır ve her kırılışta biraz daha güçlenir. Kohut’ta sağlıklı narsisizm, kişinin benliğini içerden düzenleyebilme (kendini yatıştırabilme, öz-değerini sürdürebilme, ve ilişkilerde dağılmadan var olabilme) kapasitesidir.
Patoloji ise bu içselleştirme sürecinin kronik biçimde kesintiye uğradığı yerde ortaya çıkar. Patolojik narsisizm, dışarıdan sürekli onay ve hayranlık arayan kırılgan bir benlikyapısına karşılık gelir. Kohut’un çerçevesinde temel sorun, benliğin fazla şişkin olması değil, yeterince taşınamamasıdır.
Winnicott: Sahici Benlik, Sahte Benlik ve Sağlıklı Narsisizm
Winnicott, narsisizmi doğrudan kavramsallaştırmaz; ancak sağlıklı narsisizmin sahici benlikle olan bağını en berrak biçimde kuran isimlerden biridir (Winnicott, 1960). Ona göre yeterince iyi bir bakım ortamında çocuk sahici benlik(true self) geliştirir. Bu yapı, “Ben varım ve duygularım geçerli” hissine dayanır. Sağlıklı narsisizm tam da bu sahicilik zemininde gelişir.
Bakım ortamı çocuğun spontanlığını taşıyamadığında ise çocuk ilişkiyi kaybetmemek için dış beklentilere aşırı uyumlanan bir sahte benlik (false self) geliştirir. Dışarıdan bakıldığında parlak görünen bu yapı, içerde çoğu zaman boşluk ve değersizlik duygusuyla birlikte işler. Patolojik narsisizm, Winnicott açısından çoğu zaman bu false self’in parlak ama içi boş olduğu için hayranlık arayan vitrinine karşılık gelir.
Kernberg: Yapı, Saldırganlık ve Sağlıklı–Patolojik Narsisizm Ayrımı
Otto Kernberg, narsisizmi kişilik örgütlenmesi ve saldırganlığın düzenlenişi üzerinden ele alır (Kernberg, 1975; 2004). Sağlıklı narsisizm, benliğin iyi ve kötü yaşantıları birlikte taşıyabildiği bütünleşmiş bir yapıyı gerektirir. Kişi hem kendini sevebilir hem de başkasıyla libidinal bağ kurabilir.
Patolojik narsisizmde ise bölme (splitting) savunmaları baskındır. Benlik ya tamamen yüceltilir ya da tümüyle değersizleştirilir. Başkaları da benzer biçimde idealleştirilir ya da yerle bir edilir. Kernberg açısından patolojik narsisizmin en ayırt edici yönü, başkasının ayrı bir özne olarak tanınamamasıdır.
İlişkisel Psikanalizde Sağlıklı Narsisizm: Benliğin Karşılıklılık İçinde Kuruluşu
İlişkisel psikanaliz, narsisizm konusuna belki de en köklü bakış değişikliğini getiren yaklaşımdır. Klasik kuramlarda narsisizm çoğunlukla benliğin kendi içine kapanması, ego’nun dünyayla bağını azaltması ya da libidonun nesnelerden geri çekilmesi üzerinden düşünülürken; ilişkisel perspektif, narsisizmi doğrudan ilişkiler içinde kurulan, bozulan ve yeniden düzenlenen bir benlik deneyimi olarak ele alır (Mitchell, 1988). Bu yaklaşım açısından narsisizm artık yalnızca “kişinin içinde olan” bir özellik değil; iki (hatta daha fazla) öznenin karşılaşmasında sürekli biçimlenen bir süreçtir.
Stephen A. Mitchell’in öncülük ettiği bu çizgide temel varsayım şudur: İnsan benliği, baştan itibaren ilişkiseldir; dolayısıyla narsisizm de zorunlu olarak ilişkiseldir.
Bu bakış açısından sağlıklı narsisizm, kişinin benliğini yalnızca içerden ayakta tutabilmesi değil; aynı zamanda başkalarıyla kurduğu ilişkiler içinde benlik değerini esnek biçimde düzenleyebilmesidir. Yani ne tamamen dış onaya bağımlı, ne de başkasının varlığını dışlayan bir yapı söz konusudur. Benlik, ilişkide hem kendini koruyabilir hem de kendini açabilir.
İlişkisel psikanaliz, Kohut’un kendilik nesnesi kavramını devralır ama onu tek taraflı bir “ihtiyaç” diliyle sınırlamaz. Aynalanma, idealleştirme ya da benzerlik artık yalnızca çocuğun talep ettiği şeyler değil; bakım verenle birlikte kurulan karşılıklı düzenleme süreçleridir. Bebek sadece “görülmek” istemez, aynı zamanda bakım verenin duygulanımını da etkiler, değiştirir, dönüştürür. Bu nedenle sağlıklı narsisizm, ilişkisel bakışta tek yönlü bir benlik yatırımı değil; iki benliğin birbirini etkilediği bir karşılıklılık alanı olarak düşünülür.
Bu noktada Jessica Benjamin’in (1988, 1995) “tanınma” (recognition) kavramı, sağlıklı narsisizmi anlamak için merkezi bir yere oturur. Benjamin’e göre ruhsal gelişimin temel gerilimi şudur:
Hem özne olarak var olmak, hem de karşıdakini özne olarak tanıyabilmek.
Sağlıklı narsisizm, tam olarak bu ikili kapasitenin birlikte taşınabilmesidir. Kişi “Ben varım” diyebilir, ama bunu “Sen yoksun” pahasına yapmaz. Benliğin değeri, başkasının silinmesi üzerine inşa edilmez. Patolojik narsisizmde ise bu denge bozulur: ya kişi yalnızca kendini özne olarak kurar ve başkasını bir nesneye indirger (grandiyöz yapı), ya da kendi öznelik duygusunu ancak başkasının aynasında var edebilir (kırılgan yapı). Her iki durumda da tanınma tek yönlüdür; karşılıklılık çöker.
Philip Bromberg’in (1998, 2003) katkısı, sağlıklı narsisizmi benliğin esnekliği açısından yeniden düşünmemizi sağlar. Ona göre ruhsal sağlık, tek ve kapalı bir benlik bütünlüğü değil; birbiriyle çelişebilen farklı benlik hallerini parçalanmadan birlikte taşıyabilme kapasitesidir. Bu çerçevede sağlıklı narsisizm, “hep güçlü”, “hep yeterli”, “hep hayranlık uyandıran” bir benlik demek değildir. Tam tersine, kişi bazen güçlü, bazen çaresiz, bazen gururlu, bazen utançlı olabileceğini kabul edebildiğinde benlik gerçek anlamda canlı kalır. Patolojik narsisizmde ise benlik genellikle tek bir sahneye kilitlenir: ya sürekli yüceltilmesi gereken bir benlik, ya da sürekli onay arayan kırılgan bir benlik.
Stolorow (2002) ve ilişkisel-fenomenolojik yaklaşım da burada önemli bir çizgi ekler: Sağlıklı narsisizm, başkasının bakışıyla tümüyle çökmeyen bir benlik örgütlenmesi gerektirir. Travmatik deneyimler, benliği başka bakışlara kapatan, kendi içine mühürleyen bir yapıya sürüklediğinde, narsisizm giderek korunmacı ve donuk bir kabuğa dönüşür. Bu anlamda patolojik narsisizm, yalnızca büyüklenme değil, aynı zamanda başkasına karşı derin bir kapanma halidir.
İlişkisel perspektiften bakıldığında sağlıklı narsisizmin birkaç temel göstergesi ayırt edilebilir:
- Benlik değeri tamamen dış onaya bağlı değildir
- Eleştiri benliği bütünüyle yıkmaz
- Utanç yaşanabilir ama benliği felç etmez
- Hayranlık arzulanabilir ama ona bağımlı yaşanmaz
- Yakınlık benliği tehdit etmez
- Başkasının öznelliği benliği küçültmez
Bu çerçeve, narsisizmi artık yalnızca “kendini sevme” yahut “kendini yüceltme” olarak değil; ilişkide var olabilme, bozulabilme ve yeniden toparlanabilme kapasitesi olarak düşünmemizi sağlar.
İlişkisel psikanalizin belki de en kritik katkısı şudur:
Sağlıklı narsisizm, benliğin başkasıyla temas ettiğinde dağılmadan kalabilmesidir.
Ne Winnicott’un betimlediği gibi sahici benliği sahnede kaybetmek, ne de Kernberg’in tarif ettiği gibi başkasını silerek benliği şişirmek burada geçerlidir. Sağlıklı narsisizm, benliğin karşılıklılık içinde hem korunabildiği hem de dönüşebildiği bir ruhsal alana karşılık gelir.
Sağlıklı Narsisizm: Kurucu bir Ruhsal Zemin
Bu ilk yazıda narsisizmi, yaygın kanının aksine, yalnızca patolojik bir kişilik özelliği olarak değil; benliğin ayakta kalabilmesi için gerekli olan kurucu bir ruhsal zemin olarak ele aldık. Freud’dan Kohut’a, Winnicott’tan Kernberg’e ve ilişkisel psikanalize uzanan bu çizgi bize şunu gösteriyor: Sağlıklı narsisizm, benliğin kendini değerli hissedebilme, incinebilme ama dağılmama, ilişkide var olurken kendini yitirmeme kapasitesidir. Ne başkasını silerek şişen bir benlik, ne de başkasının onayına ipotek edilmiş kırılgan bir yapı…
Ancak bu sağlıklı çekirdek her zaman korunamaz. Gelişimsel kırılmalar, travmalar, ilişkisel kopuşlar ve kronik değersizleştirme deneyimleri narsisizmi giderek savunmacı, kırılgan ya da büyüklenmeci yapılara sürükleyebilir. İşte bir sonraki yazı, bu sağlıklı zeminden patolojik narsisizme geçişin nasıl ve nerede gerçekleştiğini ele alacak.
[1] Bu ve devamı makalelerde ego=ego ve self=benlik şeklinde kullanıyorum. Self, Türkçe mesleki jargonda genellikle kendilik olarak kullanılıyor ama genel okuyucunun kabul edip kullanabildiği bir sözcük haline gelemediği için böyle bir tercih kullanıyorum.
[2] Psikanalitik literatürde nesne (object) = kişinin kendisi dışındaki diğer insanlar.
Kaynakça
Benjamin, J. (1988). The bonds of love: Psychoanalysis, feminism, and the problem of domination. New York, NY: Pantheon.
Benjamin, J. (1995). Like subjects, love objects: Essays on recognition and sexual difference. New Haven, CT: Yale University Press.
Bromberg, P. M. (1998). Standing in the spaces: Essays on clinical process, trauma, and dissociation. Hillsdale, NJ: Analytic Press.
Bromberg, P. M. (2003). One need not be a house to be haunted: On enactment, dissociation, and the dread of not-me. Psychoanalytic Dialogues, 13(5), 689–709.
Freud, S. (1957). On narcissism: An introduction. In J. Strachey (Ed. & Trans.), The standard edition of the complete psychological works of Sigmund Freud (Vol. 14, pp. 67–102). London: Hogarth Press. (Original work published 1914)
Kernberg, O. F. (1975). Borderline conditions and pathological narcissism. New York, NY: Jason Aronson.
Kernberg, O. F. (2004). Normal and pathological narcissism. In Aggressivity, narcissism, and self-destructiveness in the psychotherapeutic relationship (pp. 3–26). New Haven, CT: Yale University Press.
Kohut, H. (1971). The analysis of the self. New York, NY: International Universities Press.
Kohut, H. (1977). The restoration of the self. New York, NY: International Universities Press.
Mitchell, S.(1988). Relational concepts in psychoanalysis: An integration. Cambridge, MA: Harvard University Press.
Stolorow, R. D., Atwood, G. E., & Orange, D. M. (2002). Worlds of experience: Interweaving philosophical and clinical dimensions in psychoanalysis. New York, NY: Basic Books.
Winnicott, D. W. (1960). Ego distortion in terms of true and false self. The maturational processes and the facilitating environment (1965) içinde. London: Hogarth Press.























Yorum Yazın