Madrid’de bir kez daha sessiz sedasız tarihin çehresi çizildi. Ama bu defa kalem diplomatların değil, halkların vicdanındaydı. Şimdi sorulması gereken soru şu: Dünya, bu çağrıya kulak mı verecek yoksa yine kulaklarının üzerine mi yatacak? Çünkü bu sadece Filistin’in kaderi değil… Bu, insanlığın sınavıdır. Ve bu sınavda tarafsız kalmak, taraf olmaktır
Madrid’de geçtiğimiz günlerde gözlerden ırak bir masa kuruldu. Üzerine haritalar değil, vicdanlar serildi. 20 ülkenin dışişleri temsilcisi, Filistin için bir araya geldi. İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarının üzerinden yedi ay geçmişken, hâlâ bombaların gölgesinde, hâlâ çocukların çığlıkları arasında bir çözüm aranıyor.
İspanya Dışişleri Bakanı Jose Manuel Albares’in sözleri, o masanın ağırlığını anlatmaya yetiyor:“Tek hedefimiz var; o da insanlık dışı bu savaşı bitirmek.”
Ama asıl dikkat çeken cümle, yıllardır göz ardı edilen bir gerçeği uluslararası arenada yüksek sesle dillendirmesiydi: “İsrail’in sahip olduğu tüm haklara Filistin de sahip olmalıdır. İki devletli çözüm, İsrail’e karşı değil, onun güvenliği içindir.”
Bu çıkış, artık bazı Avrupalı ülkelerin de “sessizlikle suç ortağı” olmaktan rahatsızlık duyduğunu gösteriyor. Madrid Grubu, sadece diplomatik bir girişim değil; aynı zamanda küresel ahlak testinde pozisyon alan bir vicdan hareketidir.
Birleşmiş Milletler Kifayetsizliği ve Gerçek Tehlike
Madrid’de toplanan ülkelerin çabası, Birleşmiş Milletler’in yıllardır çözümsüz bıraktığı Filistin meselesine alternatif bir zemin hazırlıyor. Ama biz açık yüreklilikle soralım:
Bu masa yeterince güçlü mü? Alınacak kararlar sahaya nasıl yansıyacak?
İsrail’in arkasındaki koşulsuz destek zinciri kırılmadan, bu toplantılar diplomatik birer “iyi niyet nişanı” olmaktan öteye geçebilir mi? Asıl tehlike burada yatıyor: Vicdanın sesi yükseliyor ama güç hâlâ silahın ve veto kartının elinde.
İki Devletli Çözüm: Bir Hayal mi, Kaçırılan Son Tren mi?
İspanya, İrlanda, Norveç, Slovenya gibi ülkelerin Filistin’i tanıma yönündeki adımları, tarihi bir eşiğe işaret ediyor. Eğer bu süreç tamamlanır ve başka ülkeler de katılırsa, Filistin ilk kez küresel arenada hak ettiği siyasi temsiliyet zeminine kavuşabilir.
Ancak burada zamanla yarışılıyor. İsrail’in Gazze’yi “uğultulu bir mezarlığa” çevirdiği bu süreçte, her gecikme yeni bir trajediye, her sessizlik yeni bir suça dönüşüyor.
Türkiye’nin Rolü ve Bölgesel Denge
Toplantıya Dışişleri Bakan Yardımcısı Nuh Yılmaz ile katılan Türkiye, tarihsel sorumluluğu ve jeopolitik konumu itibariyle bu sürecin kilit ülkesi olmaya devam ediyor. Ancak artık sadece “kardeşlik vurgusu” yetmiyor. Barış için daha etkin, daha bağlayıcı adımlar gerekiyor.
Bu bağlamda Türkiye’nin; Arap dünyası, Avrupa ve Batı ile üç kanallı bir diplomasi yürütmesi, Filistin’in tanınması ve Gazze’nin yeniden inşası için öncülük etmesi bekleniyor.
Önümüzdeki Hamleler
Madrid Grubu’nun önerileri önümüzdeki haftalarda New York’ta Birleşmiş Milletler’de tekrar masaya gelecek. Eğer bu toplantı Filistin’in tam anlamıyla tanınmasına katkı sağlarsa, bu yalnızca diplomatik bir başarı değil, insanlık onurunun da zaferi olacaktır.
Madrid’de bir kez daha sessiz sedasız tarihin çehresi çizildi. Ama bu defa kalem diplomatların değil, halkların vicdanındaydı. Şimdi sorulması gereken soru şu:
Dünya, bu çağrıya kulak mı verecek yoksa yine kulaklarının üzerine mi yatacak?
Çünkü bu sadece Filistin’in kaderi değil…
Bu, insanlığın sınavıdır.
Ve bu sınavda tarafsız kalmak, taraf olmaktır.
