Kadınların yüzyıllardır süren eşit haklar mücadelesi, çalışma hayatına dair sorunların görece iyileşmesini sağlamış olsa da kapitalist sistemin işçiler üzerindeki baskısı, kadınlar üzerinde ekstra ve ikincil bir baskı yaratmaktadır. Türkiye gibi kadınların temel yaşam haklarına yönelik tehditlerin yüksek olduğu toplumlarda, öncelikle en temel hakların kazanımı ön planda tutulsa da yaşamın temel gereksinimlerini yerine getirmek için çalışma hayatına katılım da birincil derecede önemlidir.
Geçtiğimiz günlerde, zincir market çalışanı bir kadının tüm gün oturmadan çalışması sebebiyle baygınlık geçirdiği görüntüler sosyal medyada, özellikle X platformunda dolaşıma girdi ve olayın öznesinin bir kadın olması meseleyi başka boyuta taşıdı ve kadınların çalışma hayatına katılımı ile ilgili tartışmalar bu konu özelinden genele yayıldı. Bu yorumların bir kısmı ekonomik koşullar, emek sömürüsü ve işçi hakları gibi haklı meselelere odaklanırken, bazıları konuyu kadının çalışma hayatına katılımı üzerinden çarpıtarak değerlendiriyordu. Kadınların çalışma hayatına katılması, yüzyıllardır süren eşit haklar mücadelesinin önemli kazanımlarından biri olsa da günümüzde birçok kadının kişisel tercihlerinin yanı sıra ekonomik zorunluluklarla çalıştığı gerçeğini görmezden gelen bir dizi yorum, meseleyi ekonomi politik bağlamdan koparan bir yaklaşım olarak tanımlanabilir.
İktidarın yıllardır süregelen hegemonya oluşturma sürecinde, kurduğu anlatılar ve inşa edilen söylemler, dönemin ihtiyaçlarına ve çıkarlarına uygun şekilde çarpıtılarak yeniden üretildi. Bu süreçte, iktidarın aleyhinde gelişen söylemlerin bile ideolojinin lehine çevrilmesi ve ustalıkla yürütülen bu strateji ile toplumsal konsensüs oluşturularak muhalif seslerin etkisiz kılınması sağlandı. Söylemlerin bu şekilde faydacı bir biçimde dönüştürülmesi yalnızca ideolojik bir araç değil, aynı zamanda toplumsal algıyı yönlendiren güçlü bir mekanizma olarak söylemlerin toplumdaki algılanış biçimini de değiştirmekte. Yazının başında bahsi geçen olay içinde yine benzer bir strateji kullanıldığı görülüyor.
Paylaşılan görüntüye yapılan yorumlarda, modernite eleştirisi öne çıkarılmış, egemen söylemin kadınlık ile eşitlediği annelik kimliğinden uzaklaşarak çalışma hayatına katılım, salt kişisel bir tercih gibi sunulmuştur. Bu söylemlerde annelik doğuştan gelen ve kadınlığa içkin bir olgu olarak sunulurken, kariyer odaklı çalışan kadınların bu birincil kimliği ihmal ettiği ve kadınlık kimliğinden uzaklaştıkları iddia edilir. Aile yapısında bozulmaya yol açabileceği vurgulanan bu tür tercihler üstenci bir dille kınanır. Sadece kadınlar üzerinde değil “eşinin çalışmasına rıza gösteren” erkekler üzerinde de erkeklik üzerinden baskı kuran bu söylemler, özünde kadının çalışmasını değil, ev içi emeğinin görünmez kılınmasını ya da daha sömürüye açık işlerde çalışmasına da yol açar. Yine bu tür yorumlar yapılarak, iktidarın kadınların aile içindeki konumuna dair söylemleri, evlilik kurumunu teşvik etmesi ve toplumsal cinsiyet meselelerine olan mesafesi gibi konular görünmez kılınarak kadının çalışma hayatına katılımını ekonomik ve sistemsel sıkıntılardan bağımsız değerlendirilir. Bahsi geçen örnekte market çalışanının kadın olması bağımsız bir değişken olarak ele alınırken, aynı şartlarda çalışan bir erkek için bu koşulların sorun teşkil etmeyeceği algısı yaratılmaktadır. Ancak halen, kadınların çalışma hayatında toplumsal cinsiyet odaklı yaklaşımlar nedeniyle hem işyerinde karşılaştıkları sorunlar hem de çalışma koşullarının erkeklerden farklılaştığı açıkça görülmekte.
Kadınların çalışma hayatına katılımı, sadece sınıf odaklı bir mücadele ile değil, aynı zamanda toplumsal cinsiyet eşitsizliği bağlamında da ele alınması gereken bir konudur. Yazıya bu örnekle başlansa da, temel sorun işçi sınıfına dair iyileştirmelerin gerekliliğidir. Bu sorunlara ek olarak çalışma hayatı içerisinde kadının sırf cinsiyetinden kaynaklanan ek baskılarla da mücadele ettiği görülmekte. Saniye Dedeoğlu’nun Türkiye’de kadın işçiliği üzerine yaptığı çalışmada belirttiği gibi, kadınlar çalışma hayatına katılarak sınırlı erişim imkanları olan kamusal alana adım atmaktadır. Ancak bunu yaparken, geleneksel cinsiyet rollerini rahatsız etmeden kamu ve özel alan arasında bir denge kurmaları ve bu ayrımın üstesinden gelmeleri beklenmekte (2010). Kadınların istihdam edilirken belirlenen işlerden çalışma koşullarına kadar, var olan belirleyici sisteme uyumlu davranmalarının istendiği açıkça görülmekte.
Türkiye’de kadınların çalışma hayatına katılımını engelleyen sorunlar daha derindir. Sosyal yardımlar sınırlı ve eşitsizdir; kadınların toplumdaki rolleri genellikle anne ve eş olarak tanımlanmakta, ekonomik yaşama katılımları oldukça düşük kalmaktadır. Kamusal çocuk bakım hizmetlerinin neredeyse hiç olmaması, kadınların iş gücüne katılımını zorlaştıran en önemli faktörlerden biridir.
Bu noktada, günümüz Türkiye’sinde toplumsal cinsiyet kavramına dair eleştirilerin giderek daha fazla baskı altına alındığını görmek mümkün. Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın 2 Mayıs’ta gönderdiği genelge ile toplumsal cinsiyet kavramının kullanılmasından kaçınılması gerektiği talimatı, bu baskının bir örneği olarak yorumlanabilir. Kadın ve erkeğe atfedilen rollerin biyolojik kökenli olmadığı ve bu rollerin hegemonya kurmak amacı ile cinsler arasında bir hiyerarşi oluşturacak biçimde kültürel inşa süreçleri ile oluşturulduğunu söylemek mümkündür. Bu rollerin oluşmasına dair iki temel görüş vardır. Bunlardan biri kadınlık ve erkeklik rollerinin doğuştan cinsiyete dair getirilen özellikler ile oluştuğu, bir diğer görüş ise bunun bir inşa süreci sonucu oluştuğunu savunmaktadır. Oakley, toplumsal cinsiyet kavramını ilk defa kullanan akademisyenlerden biri olarak, bu kavramın dayanak noktasının biyolojik olmadığını, cinsiyet ve toplumsal cinsiyet arasındaki ilişkinin doğal biçimde kurulmadığını belirtir. Oakley ayrıca, cinsiyeti doğal bir olgu olarak kabul ettiğimizde, toplumsal cinsiyetinde aynı doğallık içerisinde kabul gördüğünü söyler.
Toplumsal cinsiyetin inşa edilmiş olduğu görüşünü Beauvoir “kişi kadın doğmaz, kadın olur” diyerek desteklemekte ve cinslere atfedilen davranışların doğuştan gelmediğini, sonradan toplumun sosyal, kültürel ve ekonomik çıkarları doğrultusunda inşa edildiğini ve bireyler tarafından edinildiğini söyler. Ataerkil toplumda kadınlar ve erkeklerin belirlenen kadınlık ve erkeklik rollerine uygun davranış kalıpları göstermeleri gerektiğini ve bu kalıpların dışında davrananların örtük ya da açık biçimde cezalandırılacağını söyleyen Beauvoir, biyolojik farklılıklardan çok toplumun normlarının davranışlar üzerinde etkili olduğunu savunur. (1993, s. 38) Ataerkil toplumlarda kadın ve erkeklerin belirlenen rollerin dışına çıkmaları durumunda örtük ya da açık biçimde cezalandırıldığını ifade eder. Bu kültürel inşanın izleri, kadınların çalışma hayatında da açıkça görülmektedir.
Kadınların çalışma hayatına katılımında karşılaştıkları ilk engel, aile içi hiyerarşide de görülen erkek otoritesinden izin almaktır. Delaney’nin Türk kültürüne dair yaptığı çalışmada belirttiği üzere, kadınlar çalışmak için önce eşlerinden veya ailedeki erkeklerden rıza almak durumundadır. Bu aşamadan sonra işyerinde cinsiyete dayalı iş bölümü devreye girer (Delaney, C., 1991). Ecevit, kadınlara uygun görülen işlerin, ev içinde yaptıkları görevleri andıran, tekrara dayalı, niteliksiz ve emek yoğun işler olduğunu belirtir. Bu işlerin kadınlık konumlarını yeniden ürettiğini söyler (Ecevit, 1991). Kadınlara uygun görülen işler, mesai saatleri belirli, sosyal mesafesi olan, çocuk bakımı, eğitmenlik ya da hizmet odaklı işler olurken, erkekler genelde ev dışı işlerde konumlandırılmaktadır.
Kadınlar, bütün bu engelleri aşarak görece eşit şartlarda çalışma imkânı bulsalar bile medeni hali ve çocuk sahibi olup olmaması gibi ikincil sorunlarla karşılaşmakta, iş görüşmelerinde evlilik ve çocuk sahibi olma düşüncesine dair özel sorular sorulup buna göre eleme yapılmakta, çocuk sahibi olan kadınların çalışma koşulları ise daha da zorlaşmaktadır. Avrupa Birliği (AB), kadınların çalışma koşullarını iyileştirmek adına üç temel yaklaşımı benimsemiştir: eşitlik perspektifi, kadınların özel ihtiyaçlarına yönelik politikalar ve toplumsal cinsiyet rollerini dönüştürmeyi amaçlayan stratejiler. Bu çerçevede, AB, kadın ve erkek arasındaki farkları ortadan kaldırmayı hedeflerken, çocuk bakımı gibi kadınların özel ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik düzenlemeler yapmaktadır. Örneğin, 3 yaş üstü çocukların %90’ına ve 3 yaş altı çocukların %33’üne bakım hizmeti verilmesi hedeflenmiştir (European Commission, 2005 akt. Dedeoğlu). Ancak Türkiye’de kadınların çalışma hayatına katılımını engelleyen sorunlar daha derindir. Sosyal yardımlar sınırlı ve eşitsizdir; kadınların toplumdaki rolleri genellikle anne ve eş olarak tanımlanmakta, ekonomik yaşama katılımları oldukça düşük kalmaktadır. Kamusal çocuk bakım hizmetlerinin neredeyse hiç olmaması, kadınların iş gücüne katılımını zorlaştıran en önemli faktörlerden biridir.
Kadınların yüzyıllardır süren eşit haklar mücadelesi, çalışma hayatına dair sorunların görece iyileşmesini sağlamış olsa da kapitalist sistemin işçiler üzerindeki baskısı, kadınlar üzerinde ekstra ve ikincil bir baskı yaratmaktadır. Türkiye gibi kadınların temel yaşam haklarına yönelik tehditlerin yüksek olduğu toplumlarda, öncelikle en temel hakların kazanımı ön planda tutulsa da yaşamın temel gereksinimlerini yerine getirmek için çalışma hayatına katılım da birincil derecede önemlidir. Yazının başında bahsedilen paylaşımlar ve benzer yorumlar, sistemin işçiye yönelik ezici ve insani olmayan tarafını göz ardı ederek, tamamen sosyal, tarihsel ve ekonomik perspektiften kopuk bir ideolojik körlük sergilemektedir. Kadınların çalışma hayatına katılımı, yalnızca bireysel tercihlerle değil, toplumsal cinsiyet eşitsizlikleri ve ekonomik zorunluluklarla şekillenen karmaşık bir süreç olarak tanımlanabilir.
Kaynaklar
Delaney, C. (1991). The Seed and the Soil: Gender and Cosmology in Turkish Village Society. University of California Press.
Ecevit, Y. (1991). Kadınlar ve işgücü piyasası: Toplumsal cinsiyet rolleri ve işgücü piyasasında kadın. Toplum ve Bilim, 51, 13-25.
Oakley, A. (1972). Sex, Gender and Society. Temple Smith.
Beauvoir, S. (1993). The Second Sex. Vintage Books. (Orijinal çalışma: 1949).
Dedeoğlu, S. (2010). Women Workers in Turkey: Global Industrial Production in Istanbul. I.B. Tauris.

Yorum Yazın