Kürt sorunu yok diyen, onları etnik kimlikleri olan “Kürt”lükle ile değil kültürel kimlikleri olan “Müslümanlıkla” kamusal alanda kabul eden bir anlayış, sorunum var diyen Kürt/ler/le ile eşit koşullarda masaya oturabilir mi?Oturamaz. Çünkü bu eşitlik henüz içselleştirilmiş bir eşitlik değildir. Dahası siyasi olarak şartlar eşit değildir.
PKK’nın sembolik silah bırakma töreninden sonra Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Erdoğan’ın beklenen konuşması geldi.
Erdoğan’ın konuşmasından önce bazı konuşma ve mesajları analım.
“Barış ve Demokratik Toplum Grubu” adını alan 30 kişilik PKK grubuna öncülük eden KCK Yürütme Konseyi Üyesi Bese Hozat, Numedya24’e verdiği söyleşide; aldıkları kararda “çok net” olduklarını ifade etti. Bundan sonraki aşamanın devletin atacağı adımlara bağlı olduğunu belirtiyor. Hozat, “Karşı tarafın atacağı adımlar süreci belirleyebilir. Biz dağdan buraya gelişimizle yetinmek istemiyoruz. Bizler de bu kadar tecrübeden sonra Amed’de, Ankara’da, İstanbul’da demokratik siyasetin yürütücüleri, öncüleri olmak isteriz” diyor.
DEM Parti Eş Genel Başkanları Tülay Hatimoğulları ve Tuncer Bakırhan, sosyal medya hesabı X üzerinden yaptıkları açıklamada; “Barış ve Demokratik Toplum Grubu'nun 11 Temmuz 2025'te tarihi bir iradeyle başlattığı silahsızlanma ve demokratik siyasete geçiş hamlesini yürekten selamlıyoruz. Çünkü bu adım sadece Kürt halkının meşru özgürlük mücadelesinde değil. Türkiye'nin ve bütün Ortadoğu'nun barıs, eşitlik ve demokratik dönüşüm arayışında yeni bir dönemi başlatmaktadır. Şimdi hep birlikte demokratik siyasi ve hukuki düzenlemeleri yaparak geleceğin demokratik Türkiye'si için adım atma zamanıdır, demokratik siyaset mücadelesini büyütme zamanıdır.” ifadelerini kullandılar.
İçerde İyi Parti hariç, tüm muhalefet liderleri benzer biçimde sürecin ancak demokratikleşme ve adalet yönünde atılacak adımlarla başarılı olacağını ifade etiler.
Dahası bu sadece siyasetçilerin değil, akademisyenlerden yazarlara, STK temsilcilerine kadar farklı kesimlerden gelen talep.
İşte Erdoğan’ın beklenen konuşmasını bu çerçevede okumak gerekiyor.
Peki Erdoğan ne dedi?
Konuşmasında Kürt sorununun anayasal eşitlik dışında büyümesine yol açan nedenleri sıraladı. “Bunda elbette devletin bazı yanlış uygulamalarının da payı vardı. Beyaz Toros'lar bunlardan biriydi. Faili meçhuller bunlardan biriydi. Diyarbakır Cezaevi bunlardan biriydi. Yakılan köyler, bir gecede göçe zorlanan insanlar, evladıyla cezaevinde Kürtçe konuşamayan analar, işte bu yanlış uygulamalardan biriydi. Hukuk ve meşruiyet dışı mücadele yöntemleri terörü bitirmek yerine tam tersine körükledi, büyüttü; terör örgütüne istismar edebileceği elverişli bir zemin sundu. Hataların bedelini hep beraber ödedik” dedi.
Bu esas olarak “sonuç” olarak ortaya çıkan PKK’nın büyümesine yol açan “neden”lerden bazıları.
Erdoğan’ın saydığı bu uygulamalar, 1980’ler ve 1990’larda Kürtlere karşı uygulanan ve kabul edilmeyecek uygulamalardır.
Ama bu kabul edelim ki, 2020’lerde hukuki değil siyasi tutukluluklarla ve DEM Partililere yönelik baskılarla ve kayyum politikalarıyla bu anlayış devam ediyor.
Bu yüzden bu aşamadan sonra atılması gereken adım, sonuç olarak ortaya çıkan PKK’nın büyümesine neden olan sorunları ortadan kaldırmak. İşte demokratikleşme talepleri bunun için önemli.
Ancak Erdoğan’ın konuşması bu konuda çok fazla umutvar görünmedi. Erdoğan konuşmasında “Yeni bir sayfa” vurgusuyaptı ve süreçli ilgili olarak; “TBMM'de bir komisyon kuracak, sürecin yasal ihtiyaçlarını Meclis çatısı altında konuşmaya başlayacağız. AK Parti, MHP, DEM biz en azından üçlü olarak bu yolda beraber yürümeye karar verdik” dedi.
Eğer bir sonuç olan PKK’nın tasfiyesi sadece bu üç partinin değil tüm Türkiye’nin sorunudur ve iktidar burada daha sorumlu davranmalıdır.
***
Ancak konuşmasında bundan sonrasını ilgilendiren en önemli bölüm; “Kürt kardeşim; meselen mi var? Arada silah olmadan, şiddet olmadan, terör olmadan oturup konuşacağız. Alevi kardeşim; sorunun mu var? Diyalogla çözeceğiz.” sözlerdir. Gerçekten pratik böyle işleyecek mi?
Kürt sorunu yok diyen, onları etnik kimlikleri olan “Kürt”lükle ile değil kültürel kimlikleri olan “Müslümanlıkla”kamusal alanda kabul eden bir anlayış, sorunum var diyen Kürt/ler/le ile eşit koşullarda masaya oturabilir mi?
Oturamaz. Çünkü bu eşitlik henüz içselleştirilmiş bir eşitlik değildir. Dahası siyasi olarak şartlar eşit değildir.
Çünkü iktidar farklı kültürel, siyasal ve etnik kimlikleri kamusal alanda bu kimlikleri ile değil, kendi çizdiği kimlikle kabul ediyor.
Bu açıktır ki, siyaset için de böyledir.
CHP’yi ve Özel’i bugün izlediği politikalarla değil Ankara merkezli siyasetle muhatap kabul edeceğini söylüyor.
DEM Parti ile şimdiye kadar “terörsüz Türkiye” hedefinde ortaklaştığı ölçüde yol yürüdü ama iş demokratikleşme taleplerine geldiğinde ne olacağını henüz bilmiyoruz.
Özetle sadece Bese Hozat, sadece DEM Parti Eşbaşkanları değil, muhalefet liderleri de akademisyen ve yazarlar da ısrarla ülkenin demokratikleşmesinden, hukuka dönüşten, özgürlüklerden bahsediyor, bu yönde talepleri dile getiriyorlar.
Ve bunu tüm ülke için talep ediyorlar.
Bu açıdan bundan sonraki süreç Erdoğan’ın konuşması değil, DEM Parti’den CHP’ye siyasi muhalefet ve toplumsal muhalefetin siyasallaşması ve iktidar blokuna siyasi adım attırması belirleyici olacaktır.
“Bugün Malazgirt ruhu, Kudüs ittifakı yeniden şekilleniyor. Bugün büyük ve güçlü Türkiye'nin şafağı söküyor. Türkiye Cumhuriyeti hepimizin ortak yuvasıdır” sözleri muhtemel bir emperyal bölgesel güç olma hedefini ima ediyor.
***
Son olarak Erdoğan konuşmasında önümüzdeki günlerde çok tartışılacak söylemlere değinelim.
Mesela, “Türk-Kürt-Arap bir arada ise beraberse işte o zaman Türk vardır, Kürt vardır, Arap vardır. Uzaklaştıklarında ise mağlubiyet vardır” vurgusu. Mesela, “Türk ile Kürt muhabbete kucaklaşıyor. ... Bugün Malazgirt ruhu, Kudüs ittifakı yeniden şekilleniyor. Bugün büyük ve güçlü Türkiye'nin şafağı söküyor. Türkiye Cumhuriyeti hepimizin ortak yuvasıdır” sözleri muhtemel bir emperyal bölgesel güç olma hedefini ima ediyor.
Erdoğan’ın bu cümleleri bana, gerek 21 Mart 2013’de Öcalan’ın Nevruz konuşması gerekse Bahçeli’nin geçtiğimiz bayramda Türkgün Gazetesi’nde çıkan üç gün peş peşe çıkan yazılarını hatırlattı. Bunları birlikte okumakta yarar var.
Daha önce de ifade ettiğim gibi gerek Öcalan gerekse Bahçeli, Erdoğan’dan farklı olarak birer siyasetçiden çok devlet üzerine düşünen iki ideolog olarak süreci yorumluyor ve pozisyon alıyorlar.
Kuşkusuz önümüzdeki günlerde üzerinde çokça konuşacağımız konular. Bu söylemler bağımsız bir ulus-devletin gelecek hayali mi yoksa yine tarihsel geçmiş ve İslam kimliği üzerinden bölgesel bir liderlik hayali mi göreceğiz.
Ama şu çok net ki, bu hayal, terörsüz Türkiye hedefini hayli aşan bir hedef.

Yorum Yazın