CHP’nin AKP’ye karşı yürüttüğü mücadeleyi bu koşullar altında kazanmasına imkan yok. Çünkü baskı sadece CHP’ye yönelik. Kürt hareketiyle siyasi iktidar arasında bahar havası yaşanıyor. Bir zamanlar HDP-DEM çizgisinin şikayet ettiği şeyler bugün CHP’nin başına gelmekte.
Son bir haftada İzmir, Manavgat, Antalya, Adana ve Adıyaman belediyelerine operasyon yapıldı. CHP’li belediyelere yönelik soruşturmaların odak noktası yolsuzluk. Ancak yolsuzlukla suçlanan aktörler ve operasyonun adli arka planı birbirinden farklı. İzmir’de eski yönetim ile o yönetimin belediye ve yerel siyasetteki uzantıları, diğer illerde ve Manavgat’ta mevcut idareler muhatap alındı. İzmir, Manavgat ve Antalya’da yerel dinamiklerin soruşturmaları tetiklediğini görüyoruz. Adana ve Adıyaman örnekleri ise doğrudan doğruya büyük İmamoğlu soruşturma ve davalar bütününün parçası. CHP Genel Merkezi yaşanan bu gelişmeler karşısında partinin yargı eliyle kuşatıldığı argümanını tekrarladı.
Onlara göre siyasi iktidarın amacı ana muhalefeti çökertmek ve bu yolla seçimli demokrasiyi tasfiye etmek. Ancak bu genel argümanın her örnek için birebir tekrarlanmadığını söylemek gerekiyor. İzmir, Antalya ve Manavgat’taki yerel iddialar parti genel merkezini daha temkinli açıklamalar yapmaya itti. Manavgat’taki rüşvet görüntülerinin CHP’ye iftira atılıyor şeklinde özetleyeceğimiz siyasal psikolojik ruh haline kısa devre yaptırdığı, Antalya’daki durumla ilgili de benzeri bir sıkıntının olduğu, partinin tutuklanan belediye başkanlarının arkasında durmakta güçlük çektiğini görüyoruz. İzmir’de eski yönetimle yeni yönetim arasındaki kavganın belediye operasyonunun başlamasında oynadığı kritik rol CHP’nin parti içi bütünlüğü sağlamada ne kadar zorluk çektiğini gösteriyor. Karşımıza büyük, ama aynı zamanda büyüklüğü ölçüsünde kırılgan bir parti var.
5 Temmuz’da CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in yaptığı açıklama ise çeşitlenen operasyon dalgasını kavramlaştırma noktasında yetersizdi. O, İzmir, Antalya ve Manavgat’a hiç değinmeden meseleyi Adana ve Adıyaman örnekleri üzerinden İmamoğlu savunmasına getirdi. Özel’in açıklamalarından anladığımız kadarıyla parti liderliği bu meseleyi anayasa görüşmelerine katılma yolunda bir baskı veya şantaj olarak algılıyor. CHP’nin anayasa sürecine ve Kürt barışına destek vermesi ile İmamoğlu’yla arasına mesafe koyması siyasi iktidarın temel beklentisi. Özel’e göre ise böyle bir şey söz konusu bile olamaz. Kısaca ucunda ölüm olsa dahi dönmem dedi Özgür bey. Bu tavrın politik ve stratejik olmaktan çok patolojik yanı ağır basan siyasal psikolojik bir karara karşılık geldiği yazıda savunacağımız temel argüman. CHP devlet aygıtıyla güç mücadelesine girerek kendisine zarar veriyor. Tartışmayı alt argümanlarla derinleştirelim.
Özgür Özel’de ve pek çok CHP’li de olan şey haklı savaş paradoksu. Yürüttüğü mücadelenin haklı olduğunu düşünen insanlar o savaşı bitirmek için gerekli esneklikten uzaklaşırlar genelde. Haklı olduğuna inanç çoğu kez ahlaki bir katılığı ve sosyal/siyasal ilişkiler bakımından mesafeye yol açar. Özel liderliği AKP rejimi karşısında demokrasi ve adalet mücadelesi verdiklerine inanıyor. Bu inanç onların en güçlü ve aynı zamanda en zayıf yanı. Haklı oldukları için, böylesi yüksek bir motivasyonun engelleyici etkisi altında rakipleriyle müzakere etme veya onlara taviz verme kabul edilemez şeyler gibi görünüyor. Demokrasi müzakeresiz olur mu?
Karşıtınla anlaşmayı ahlaksızlık olarak gören bir anlayışın varacağı tek bir yer var: Kör bir kavga. Bu arada bahsi geçen tutumun sosyal demokrasiyle bağdaşmadığını söylemek gerekli. Sosyal demokratlar kurucu düzeni olduğu gibi kabul etmez, ona reform yoluyla müdahale isterler. Sosyal demokrasi devrimci değildir, sosyalist hiç değil. “Kurtuluş yok tek başına” gibi cümleler kurmaz sosyal demokratlar. Onlar sorunların zamana yayılarak çözüleceğini düşünür. Kolay kolay masadan kalkmaz bir sosyal demokrat. Her zaman müzakere eder, kendisini zorda bırakacak kesin ve sert adımlar sosyal demokrasinin ruhuna uygun değildir.
Bu bağlamda Özel, onun kurmay heyeti, AKP karşısında daha fazla sertlik isteyen organik aydınlar ve tüm bu tarafların sosyal medya uzantılarının CHP’nin sosyal demokrat niteliğine zarar verdiği açıkça ortada. Tabii bir devletçilik meselesi var. CHP devleti kuran partidir. O devlet şimdilerde Türk-İslam sentezi kıvamında bir içeriğe bürünse dahi CHP elitlerinin devlet iktidarıyla açık çatışmasının parti kültürünü tahrip ettiği görebiliyoruz.
Meseleyi reel politik bir düzlemde tartıştığımızda ise benzeri nitelikte olumsuz/karanlık bir tabloyla karşı karşıya kalıyoruz: Açık konuşalım, CHP’nin AKP’ye karşı yürüttüğü mücadeleyi bu koşullar altında kazanmasına imkan yok. Çünkü baskı sadece CHP’ye yönelik. Kürt hareketiyle siyasi iktidar arasında bahar havası yaşanıyor. Bir zamanlar HDP-DEM çizgisinin şikayet ettiği şeyler bugün CHP’nin başına gelmekte. Cumhur İttifakının sağ muhalefete yönelik tavrı ise oldukça dikkatli. Ümit Özdağ’ın çıkışları siyasi iktidarı rahatsız ediyor olabilir. Ancak mecliste temsil gücüne sahip, dolayısıyla anayasa görüşmelerinde yan yana gelme ihtimali olan Yeni Yol Partileri ve İyi Partiyi incitmek istemiyor AKP-MHP çoğunluğu. Tabii CHP muhalefet içinde ağırlık merkezini işgal ediyor. Ancak Kürt açılımının yapıldığı, sağ muhalefetin ise ne AKP ne de CHP yanında kavgaya girmediği bir ortamda Halk Partisinin yaşadığı şey değerli bir yalnızlıktan ibaret.
CHP’yi zora sokan ikinci mesele ise parti içindeki asabiye eksikliği. Kılıçdaroğlu ile yeni yönetim arasında entegrasyon bir türlü sağlanamadı. Partinin kayyıma düşme tehlikesi var. Dahası bütün siyasi birikimin üzerine oynandığı İmamoğlu davasında işler iyi gitmiyor. İtirafçı sayısındaki büyük patlama ceza savunmasını zora soktu. İmamoğlu dahil olmak üzere hemen herkesin yüzü asık. Bu koşullar altında, yani tüm muhalefet partilerinin CHP ile birlikte hareket etmediği ve partinin iç birliğini tam anlamıyla sağlayamadığı bir siyasi konjonktürde CHP hangi söylem veya eylemlerle AKP’yi zorlayabilecek? İmamoğlu’nun hapisten çıkacağını ve hükümetin erken seçime gitmek zorunda kalacağını düşünen kaç kişi var gerçekte?

Yorum Yazın