MENU
  • ÇEVİRİ
  • YORUM
  • YARGI KRİZİ
  • PİYASALAR
  • GÜNDEM
  • DÜNYA
  • EDİTÖRDEN
  • SPOR
  • KÖŞE YAZILARI
  • DOSYA>Seçimin Ardından
  • GENEL
  • KİTAP
  • DOSYA>Avrupa'nın Seçimi
  • DOSYA>Emekliler
  • YAZARLAR
  • FOTO GALERİ
  • WEB TV
  • ASTROLOJİ
  • RÜYA TABİRLERİ
  • HABER ARŞİVİ
  • YOL TRAFIK DURUMU
  • RÖPORTAJLAR
  • Künye
  • Gizlilik Politikası
  • E-Bülten
Yeni Arayış
Yeni Arayış
Yeni Arayış
  • ANA SAYFA
  • KÖŞE & YORUM YAZILARI
  • GÜNDEM
  • KATEGORİLER
    • SİYASET
    • EKONOMİ
    • DIŞ POLİTİKA
    • KÜLTÜR SANAT
    • HUKUK
    • TEKNOLOJİ
    • PSİKOLOJİ
    • FELSEFE
    • KENT
    • EDEBİYAT
    • SAĞLIK
    • ASTROLOJİ
    • GEZİ
    • SÖYLEŞİ
    • EKOLOJİ
    • MEDYA
    • EĞİTİM
  • KÜNYE & İLETİŞİM
Kapat

Aşırı seçkin üretimi sorun yaratabilir

Ana SayfaEği̇ti̇mAşırı seçkin üretimi sorun yaratabilir
Aşırı seçkin üretimi sorun yaratabilir

Bir kere üniversite sayısını azaltmak, iki veya dört yıllık mesleki öğretimi güçlendirmek lazım. Ancak bu kurumları bitirenlerin de üniversiteye devam edebilmesine imkan veren bir yapılaşma oluşturulabilir.

11 Temmuz, 2025, Cuma 08:08
  • yazdıryorum yazfont küçültfont büyüt
İlter Turan
İlter Turan

Üniversite sayısının artması bir avantaj mı? Üniversite mezunları nitelikli iş bulabiliyorlar mı? İlter Turan, üniversite fazlalığının hedeflendiğİ gibi sonuç veremeyeceğinin üzerinde duruyor. Turan; “Büyük bir “seçkin fazlası” sorunuyla karşı karşıya olduğumuzu ve bunu aşamazsak ciddi istikrarsızlıkla karşılaşabileceğimizi” söylüyor

Bendeniz asistan olarak devlet memuriyetine girdiğim 1964 yılında ülkemizde adı üniversite olan kurum sayısı iki elin parmakları kadar bile değildi. İstanbul’da sadece İstanbul Üniversitesi ve Teknik Üniversite vardı; Ankara’da Ankara ve Orta Doğu Teknik, İzmir’de Ege, Erzurum’da Atatürk Üniversitesi bulunuyordu. Karadeniz Teknik ve Çukurova üniversiteleri bile daha kuruluş aşamasındaydı. Tabii, üniversiteler dışında sayıları yine sınırlı olan yüksek okullar da bulunuyordu. Tüm bu kurumların ürettiği mezun sayısı da pek yüksek değildi. Mezunların hemen hepsi diplomalarını aldıktan kısa bir süre sonra bir iş bularak çalışmaya başlayacakları konusunda tereddüt beslemiyorlardı. Mezunların önemli bir bölümü zaten devlet katında bir işe yerleşebileceklerinden emindiler.

Bugün gazeteleri açtığınız zaman sık yer alan konulardan bir tanesi genç işsizliğidir. Üniversite bitirenlerin arasında işsizliğin daha da yaygın olduğu ileri sürülüyor. Bakıyorsunuz, bir yüksek öğretim kurumunu bitirmiş birisi bir yandan iş ararken, diğer yandan kuryelik yaparak geçimini sağlamağa çalışıyor. Ya da okuyorsunuz, üniversitelerin eğitim bölümlerini bitirmiş ve öğretmen olarak atanmayı bekleyen yüzlerce genç göreve atanmayınca yürüyüşe geçmiş, hak talep ediyorlar. Sınavda derece yapmış olanlar mülakatlarda eleniyor, yerine günümüz iktidarının meşrebine daha uygun kişiler göreve atanıyor. En netice, üniversite bitiren gençler arasında yaygın bir memnuniyetsizlik var.

Çocukluğumuzdan başlayarak yetiştirildiğimiz ortamda bizlere sürekli yapılan telkin, “oku, adam ol!” şeklinde idi. Sanıyorum cumhuriyetin kuruluşundan itibaren ülkeyi yönetenler, ülkemizim içine sürüklendiği zayıf konumdan kurtulmanın cehaleti yenmekten geçtiğine, cehaleti yenmenin yolunun ise daha fazla eğitim görmek olduğuna inanıyorlardı. Sizlerin de bildiği gibi, cumhuriyetin getirdiği en önemli değişikliklerden birinin okullaşma oranının ve ona paralel olarak okur yazarlığın hızla artmasıdır. Yine de, 1950-1960 dönemine girildiğinde Türkiye’nin birçok ilinde lise dahi yoktu. 1960 yılına kadar lise mezunları, herhalde sayılarının az olmasından olacak, yedek subay olarak askerlik yapıyorlardı. Daha sonraları liseler yaygınlaştı, sadece il merkezlerinde değil birçok ilçede de liseler açıldı.

 Buna karşılık, uzun yıllar üniversite düzeyinde hızlı bir gelişme yaşanmamıştı. Evet, yavaş yavaş üniversite sayısı artıyordu. Hükümetler mevcut üniversitelerin aldıkları öğrenci sayısını arttırmaları için baskı da yapıyorlardı. Ama liseyi bitirip üniversiteye devam etmek isteyenlerin sayısındaki artışa cevap verecek kadar hızlı bir gelişme yoktu. Gençlerimiz üniversite giriş sınavlarına giriyor, bir kısmı istediği üniversitenin istediği fakültesine kayıt yaptırabiliyor, daha büyük bir kısmı herhangi bir üniversitenin herhangi bir fakültesine girebilmenin mutluluğunu yaşıyor, çok sayıda gencimiz ise ertesi sene şansını bir daha denemek üzere beklemeye geçiyordu. Üniversite bitirenlerin büyük bölümü şu veya bu şekilde bir iş buluyor, üniversiteye girmek için şansını birkaç defa deneyip de başarı sağlayamayanlar ise çalışma hayatına atılıyorlardı.

Son yıllarda ülkemizde bir üniversite furyası başladı. Bir yandan siyasilerimiz seçmenin baskısı altında her yere bir devlet üniversitesi açılmasına karar verirken, diğer yandan da  1982 anayasasının sağladığı imkanları kullanarak vakıf üniversiteleri pıtrak gibi yayılıyorlardı. Sayılarının kaça ulaştığından emin değilim ama ülkemiz 200den fazla üniversiteye sahip olmakla övünüyor. Sistemin bu kadar hızlı gelişmesi sıhhatli olmasa da, galiba önlenmesi de mümkün değil.

Üniversitelerimiz neden bu kadar hızla yaygınlaşıyor? Bir kere, her il bir devlet üniversitesine sahip olmayı bir prestij konusu yaptı.  Parlamentoya partisine bakılmaksızın her milletvekilinden “Ben de üniversite isterim” diye baskılar geliyor. İktidarlar bu baskıya karşı direnemiyorlar. Tabii, illerin üniversite istemesi sadece halisane prestij rekabetinden kaynaklanmıyor. İlin iktisadi seçkinleri kentlerine yeni “maaşlı” memur gelecek, hocalar gelecek, bunlar ev tutacak, alışveriş yapacak diye seviniyorlar. Üniversite açılmasına karar verilen her kentte bir de kocaman bir yerleşke inşa edilmesine karar veriliyor. Bu da ciddi bir iktisadi hareketlilik yaratıyor. Bitmedi, öğrencileri de unutmamak gerek. Onlar da kente ciddi bir satın alma gücü olarak giriyorlar. Ama iktisadi seçkinlerimiz tekelci değiller, üniversitenin muhtelif fakültelerini ve yüksek okullarını ilçelerde açmasını onaylayarak üniversite sahibi olmanın nimetlerinden herkesin pay almasını sağlamaya çalışıyorlar. Her fakültesi bir başka ilçeye serpiştirilmiş üniversite saçmalığı onları ilgilendirmiyor.

Hükümetimizin işsizlik konusu üzerine fazla eğildiği izlenimine sahip değilim. Yanılmayı isterim ama gazetelerde okuduklarıma bakacak olursam, yanıldığını sanmıyorum. Halbuki, karşımızda giderek aşılması güç bir soruna dönüşmesi muhtemel çok boyutlu bir dert var. Nasıl aşılacak, hepimizin düşünmesi lazım. Bir kere üniversite sayısını azaltmak, iki veya dört yıllık mesleki öğretimi güçlendirmek lazım.

Son yıllarda bu genişlemeye vakıf üniversiteleri de eklendi. Önce sadece büyük şehirlere özgü görülen bu gelişme bilahare muhtelif illere yayıldı. Vakıf üniversiteleri devlet üniversitelerinin olmadığı yerlerde açılamıyor çünkü devletten emekli olacak hocalar vakıf üniversitelerinin temel direklerinden biri. Kuruluş saikleri ise birbirinden bir hayli farklı olabiliyor.  Bazıları dünya üniversiteleri ile rekabet etmek niyetiyle varlıklı aileler tarafından kuruldu. Bir kısmının kuruluş amacı para kazanmak. Aslında yasa kar amacı gütmeyi yasaklıyor ama bunu aşmanın yolları bulunuyor. Son yıllarda bir de bu listeye dindar, muhafazakar gençlik yetiştirmek gibi bir saik de eklendi. Bu işi imkanı nispeten geniş taşra zenginleri üstlenmiş gözüküyor. Bunun ötesinde, Cumhurbaşkanımızı bütün rektör atamalarını kendisine bağlayarak tüm üniversite sistemini kendi vizyonuna göre şekillendirmeyi ümit ediyor.

Aslında ülkemizin ekonomisi son yıllarda sayıları hızla artan üniversite mezunlarını istihdam edecek tempoda gelişmedi. İşverenlerin gazetelerde yer alan ifadelerine bakılacak olursa, ihtiyaç duydukları işgücü teknisyen, nitelikli işçi gibi kategorilerde, ancak o nitelikte işçi bulmakta güçlük çekiyorlar, buna karşılık üniversite mezununa ihtiyaçları yok. Anlaşılıyor ki, öğretim sistemimiz ihtiyaç duyulan türden eleman yetiştirmiyor, öğretim sistemindeki yapılaşma ile toplumda ihtiyaç duyulan meslek bileşimi arasında ciddi bir uyumsuzluk var. Biz talebi olmayan insanlar yetiştiriyoruz. Bu insanlar kendilerini üniversite mezunu olarak gördüklerinden ya işsiz kalıyorlar ya da aslında kendilerine layık görmedikleri işlerde çalışıyorlar, işlerinden tatmin olmuyorlar, muhtemelen mutsuz oluyorlar, dolayısıyla verimsiz de olduklarını tahmin ederim.

Hemen itiraf etmeliyiz ki, karşımıza üniversite mezunu olarak gelen gençlerin önemli bir bölümü, bir üniversite mezunundan bekleyebileceğiniz donanımda değil. Uzmanlaştıklarını iddia ettikleri alanda dahi bilgileri kıt, kendilerini iyi ifade edemiyorlar. Muhakeme kabiliyetleri pek gelişmiş değil. Belki de kusur kendilerinden ziyade okudukları kurumda ama gerçek bu. Ancak yukarda dile getirdiğimiz bir gerçek daha var. Bu gençler kendilerini üniversite mezunu olarak görüyorlar. Çoğu insanın üniversiteye gitme imkanı bulamadığı bir toplumda bu nitelikleri kendilerini seçkinler ya da elitler kategorisine yerleştiriyor. Kendilerini elit olarak gören ama toplumda seçkin muamelesi görmeyen kadroların tatminsizliği hemen her toplumda ciddi bir istikrarsızlık kaynağı olmaya adaydır. Kendilerinin seçkin olduğunu düşünenler, haksızlığa uğradıklarını, daha doğrusu toplumun kendilerine haksızlık yaptığını düşünür.  Bunun tabii sonucu ise intikam duygularının gelişmesidir. İntikam duyguları ile yüklü genç insanların ne yapacağı kestirilemez ama ne yapabileceklerine ilişkin endişeye kapılmak sadece olağan değildir, şüphesiz aynı zamanda haklıdır.

Hükümetimizin işsizlik konusu üzerine fazla eğildiği izlenimine sahip değilim. Yanılmayı isterim ama gazetelerde okuduklarıma bakacak olursam, yanıldığını sanmıyorum. Halbuki, karşımızda giderek aşılması güç bir soruna dönüşmesi muhtemel çok boyutlu bir dert var. Nasıl aşılacak, hepimizin düşünmesi lazım. Bir kere üniversite sayısını azaltmak, iki veya dört yıllık mesleki öğretimi güçlendirmek lazım. Ancak bu kurumları bitirenlerin de üniversiteye devam edebilmesine imkan veren bir yapılaşma oluşturulabilir. İnsanlar iş sahibi olduktan sonra bile her sömestr birkaç kredilik ders alarak üniversite diploması alabilirlerse mesleki okulda okuma eğilimleri artabilir. Şu anda birikmiş üniversite mezunlarının da mesleki beceriler kazanmaları için kurslar düzenlemek gerekiyor. Bu amaçla iş dünyası ile de işbirliği yapılabilir.

İkinci olarak, toplumun bilim alanında ilerlemesini sağlamak için bazı üniversiteler araştırma kurumuna dönüştürülebilir. Bu kurumlarda çalışmak için kişinin araştırmacılığını yurt dışı yayınlarla kanıtlamış olması koşulu aranabilir. Doktora programları bu kurumlarda geliştirilebilir, doğru dürüst lisans programı olmayan kurumlardaki doktora programları iptal edilebilir. İsterseniz başka neler yapılabilir tartışmasına devam etmeyeyim, bunu siz de yapabilirsiniz. Ama büyük bir “seçkin fazlası” sorunuyla karşı karşıya olduğumuzu ve bunu aşamazsak ciddi istikrarsızlıkla karşılaşabileceğimizi bir defa daha ifade ederek yazımı sonlandırayım.

Yazarlar sayfasını izyeret ettiniz mi?

Yorum Yazın

İlter Turan
    İlter Turan

    Bizi Takip Edin
    Facebook
    X (Twitter)
    Instagram
    Linkedin
    Mastodon
    Bluesky
    Köşe Yazarları
    Murat Aksoy
    Murat Aksoy Top şimdi iktidarın sahasında
    İlter Turan
    İlter Turan Aşırı seçkin üretimi sorun yaratabilir
    Hakan Tahmaz
    Hakan Tahmaz PKK’nın silah bırakması ve feshi: Siyasetin gerekleri, toplumsal beklentiler
    Fatih Öztürk
    Fatih Öztürk Yargısal Aktivizm: Yargı eliyle siyaseti şekillendirirken Robert Justin Lipkin’i okumak ve Ran Hirschl’i dinlemek
    Serap Mumcu
    Serap Mumcu Yunan Sanatı’na giriş
    Nazlı Akyüz
    Nazlı Akyüz Bir koridordan fazlası: Zengezur hattında Rusya-Azerbaycan gerilimi
    Erdem Bağcı
    Erdem Bağcı 2025 yıl sonu için beklenen riskler
    Burcu Ağca Karakaya
    Burcu Ağca Karakaya PISA 2025 ile Eğitimin yeni rotası: İklim okuryazarlığı ve geleceğin sorumlu vatandaşları
    Betül Özdemir Güran
    Betül Özdemir Güran Büyüyünce ne olacaktın
    Mehmet Akif Koç
    Mehmet Akif Koç Modern İran nesrinin sosyalist-Türk öncüsü: Gulam-Hüseyin Sâedî
    Buğra Gökçe
    Buğra Gökçe Serenad
    Armağan Öztürk
    Armağan Öztürk CHP’nin AKP ile müzakere yapma zorunluluğu
    Kübra Evliyaoğlu
    Kübra Evliyaoğlu Aynı nehrin kuyusu: Sonsuz döngüler
    Başak Yağmur Eray
    Başak Yağmur Eray Duvarlarda Mualla, küpürde direniş
    Bilgehan Uçak
    Bilgehan Uçak Economist Konferansı’ndan 
    Beril Esra Atahan
    Beril Esra Atahan Bazen cennet, bazen cehennem: Bipolar biriyle ilişki yaşamak 
    SON GELİŞMELER
    İhraç edilen teğmenlerin avukatlardan açıklama
    İhraç edilen teğmenlerin avukatlardan açıklama
    Saadet Partisi Genel Başkanı Mahmut Arıkan, Yalova'da tersane işçileriyle bir araya geldi
    Saadet Partisi Genel Başkanı Mahmut Arıkan, Yalova'da tersane işçileriyle bir araya geldi
    MSB kararını açıkladı: Teğmenler TSK'dan ihraç edildi
    MSB kararını açıkladı: Teğmenler TSK'dan ihraç edildi
    DEM Parti İmralı Heyeti’nden Pervin Buldan, DTK Eş Başkanı Leyla Güven’i cezaevinde ziyaret etti
    DEM Parti İmralı Heyeti’nden Pervin Buldan, DTK Eş Başkanı Leyla Güven’i cezaevinde ziyaret etti
    instagram gel gel
    Yeni Arayış
    KünyeGizlilik PolitikasıE-BültenRSSSitemapSitene EkleArşiv
    SOSYAL MEDYA BAĞLANTILARI
    FACEBOOKTWITTERINSTAGRAMLINKEDIN

    Yeni Arayış | Onemsoft Haber Yazılımı