Transatlantik İlişkilerde Yeni Dönem: Dizayn, Dışlama ve Vizyon Krizi.
NATO Genel Sekreteri Mark Rutte’yi geçtiğimiz hafta Berlin’de dinleyenler, aslında bir güvenlik stratejisinden çok, bir kriz yönetimi performansına tanıklık etti. ABD’nin 4 Aralık’ta yayımladığı yeni Ulusal Güvenlik Stratejisi’nin Avrupa başkentlerinde yarattığı sarsıntı, Rutte’nin kelimeleriyle yumuşatılmaya çalışıldı. “Transatlantik köprü ayakta”, “ABD barış için çabalıyor”, “commitment sürüyor” gibi ifadeler, gerçekte kopmakta olan fay hatlarını gizlemeye yönelikti.
Ancak diplomatik söylem ile stratejik gerçeklik arasındaki mesafe artık kapatılamayacak kadar açılmış durumda.
Amerika First: Artık Bir Slogan Değil, Doktrin
Trump yönetiminin yayımladığı belge, sadece bir güvenlik metni değil; ABD’nin dünyaya nasıl baktığını açıkça ilan eden ideolojik bir manifestodur. Bu metinde Avrupa, stratejik öncelikler arasında üçüncü sıraya itilmiş; liberal demokrasi, çok taraflılık ve ulusüstü kurumlar ise açıkça hedef alınmıştır.
AB, NATO, BM ve Dünya Bankası gibi yapılar artık Washington’da “yük” olarak görülmektedir. Daha da önemlisi, Avrupa’daki mevcut siyasal elitler ABD’nin yeni bakışında müttefik değil, sorun kaynağıdır. Bu nedenle ABD yönetimi, Avrupa’da sağdan aşırı sağa uzanan partilerle temas kurmayı, hatta onları cesaretlendirmeyi bir araç olarak kullanmaktadır.
Bu yaklaşım tesadüfi değildir. Bu, AB’yi içeriden zayıflatmaya dönük sistematik bir dışlama ve parçalama stratejisidir.
Avrupa: Çoban Sopasıyla Dizayn Edilen Bir Kıta mı?
ABD’nin yeni stratejisinde Avrupa, neredeyse medeniyet krizine girmiş bir coğrafya olarak resmedilmektedir. “Yaşlanan nüfus”, “kontrolsüz göç”, “ifade özgürlüğü krizi”, “elitlerin kopukluğu” gibi başlıklar, ABD sağının yıllardır kullandığı argümanların resmî belgeye dönüşmüş hâlidir.
Bu tabloyu tehlikeli kılan şudur:
ABD, Avrupa’daki vizyon eksikliğini, karar alma tıkanıklığını ve bölgesel krizlerdeki etkisizliğini bir fırsat alanı olarak görmektedir.
Ukrayna savaşında Avrupalıların masada olmaması, Orta Doğu’da etkisiz kalan diplomasi, Balkanlar’da sürekli ertelenen entegrasyon vaatleri ve Afrika’da Çin karşısında kaybedilen nüfuz… Tüm bunlar, Avrupa’nın artık oyun kuran değil, oyalanan bir aktöre dönüştüğünü göstermektedir.
Böl ve Yönet: ABD’nin Sessiz Stratejisi
ABD resmî olarak reddetse de, kulislerde konuşulan taslaklar nettir: AB ile değil, AB içindeki “uyumlu” hükümetlerle çalışmak.
Macaristan, İtalya, Polonya, Avusturya gibi ülkelerle ikili ilişkilerin öne çıkarılması; Brüksel’in devre dışı bırakılması; AB’nin ortak reflekslerinin zayıflatılması… Bu yaklaşım, klasik bir “böl ve yönet” stratejisidir.
Siyaset bilimci Herfried Münkler’in de işaret ettiği gibi, bu Trump için AB rahatsız edicidir çünkü AB eşit düzeyde müzakere edilebilen bir aktördür. Oysa küçük ve yalnız ulus-devletler, baskıya ve pazarlığa daha açıktır.
Avrupa’nın Asıl Sorunu: ABD Değil, Kendisidir
Bu noktada şu gerçeği teslim etmek gerekir: ABD, Avrupa’yı dizayn etmeye çalışıyor çünkü Avrupa buna imkân tanıyor.
Vizyon üretemeyen liderlik, stratejik özerkliği hayata geçiremeyen kurumlar, savunma ve dış politikada ortak akıl geliştiremeyen bir birlik… Avrupa bugün kendi ağırlığını taşıyamayan bir yapı hâline gelmiştir.
“Avrupa NATO’su”, “ortak ordu”, “stratejik özerklik” gibi kavramlar yıllardır konuşuluyor ama somutlaşmıyor. Kim karar verecek? Kim finanse edecek? Ulusal egemenlikler ne ölçüde devredilecek? Bu sorular hâlâ yanıtsız.
Ya Özne Olacak, Ya Nesne
Avrupa bugün bir yol ayrımındadır. Ya kendi değerlerine, ekonomik gücüne ve diplomatik birikimine sahip çıkarak özne olacak ya da büyük güçlerin strateji belgelerinde nesne olarak yer almayı kabullenecek.
ABD’nin politikası açık: Avrupa’yı eşit bir ortak değil, kontrol edilmesi gereken bir alan olarak görüyor. Buna karşı verilecek yanıt ise Washington’dan değil, Brüksel’in kendi içinden çıkmak zorunda.
Aksi hâlde Avrupa, gerçekten de çoban sopasıyla yönlendirilen bir kıtaya dönüşecektir.























Yorum Yazın