Diploma skandalından sonra ortaya çıkanların ülkemiz açısından ne kadar vaka-ı adiye olduğunu söylemek değil. Tek adam ne kadar yönetebiliyorsa o kadar yönetilebilen, kurumları işlevsizleştirilmiş, rejimin tehdit algısının çarpıklaştığı, siyasetle rantın kesiştiği, ulvi amaçlar uğruna yapılıyormuş gibi gösterilen şeylerin aslında kapasitesizliğin üstünü örttüğü bir ülkede, bunlar “vaka- adiye” sayılıyor ne yazık ki. Çünkü skandalların birisi biter, öbürü başlar
Ülkece E-Devlet’e bir girdik, ben de dâhil memleketin yarısının siyasî parti üyeliği varmış. Hiç haberim yoktu, hayatımda adını sanını duymamıştım, Osmanlı Partisi’ne üyeymişim.
Çok değil, son genel seçimlerin hemen öncesindeydi. O günden beri bende rutine dönüştü, arada girip siyasî parti üyeliğimi sorguluyorum.
Başka bir gün aynı platformdan veri sızdığını ve hepimizin kimlik bilgilerinin çalındığını öğrendik. Meğer flash belleklerde elden ele geziyormuş. Parasını verene satıyorlarmış. YouTube’da çok popüler bir belgeseli bile yayınlandı.
Bu memlekette ajanslara ayda birkaç kez sahte tabip, hemşire, diş hekimi, veteriner hekim, polis, hakim ve savcı haberleri düşüyor. Girin Olacak O Kadar arşivine, bunlarla ilgili bir dünya skeç bulursunuz.
Sahte hakim, savcı demişken; malum ülkemizde kendisini polis, hakim veya savcı gibi tanıtan dolandırıcılara para kaptırmayan kalmadı. Bankaların önündeki para makinelerine dahi yazmışlar, ararlarsa kanmayın diye. Ama nafile. Bizim insanımız gene de parayı çekip veriyor.
Memleketimden insan manzaralarının örneklerini çoğaltabilirim fakat insan, hal böyleyken sahte diplomalı akademisyene mi takıldınız diye sormadan geçemiyor doğrusu.
Amacım bu meseleyi hafife almak değil elbette. Ancak Türkiye’de akademisyen olmanın zor bir şey olduğunu düşünmeyin sakın.
Birilerinin yeğeniyseniz, birilerine yakınsanız –o birilerini siz çok iyi biliyorsunuz- akademisyenlik yağlı kapı zaten.
Üfürükten bir yüksek lisansa başlarsınız. Bu sırada yayıla yayıla araştırma görevliliği yaparsınız. Biraz dişinizi sıkarsanız, biraz dediysem çok değil “birazcık”, adınızın başına “profesör” yazıverirler. Hem de “birazcık” çalışmayla!
Hepsinin diploması da gerçek. Üstelik gerçek diplomalı akademisyenler var da ne oluyor?
İki yüzün üzerinde üniversitemiz var. Buralarda görev yapan binlerce profesör var.
Üniversitelerle ilgili rektörlerin önemli bir kısmının neredeyse hiç akademik yayını olmadığı gibi haberler görüyoruz hep. Özellikle rektör atamalarının yapıldığı dönemlerde sık karşılaşıyoruz.
Peki, o rektörlerin altlarında çalışan diğer öğretim üyeleri? Ben söyleyeyim, ülkemize bakıldığı zaman nicelik epey göz doldurucu! Dünyanın pek çok gelişmiş ülkesinden daha fazla üniversitemiz, gösterişli binalarımız var. Osmanlı ve Selçuklu mimarileri derken oldukça da şaşalı!
Hele üniversitelerin isimlerine bakın. Yıldırım Beyazıt, Alaaddin Keykubat, Osmangazi, Alparslan ve Şeyh Edebali gibi üniversite adları nasıl bir ecdadın torunları olduğumuzu kanıtlıyor.
Sanırsınız üniversiteye gitmiyoruz da sefere çıkıyoruz.
Tarih ve edebiyat gibi bölümlerin akademisyenleri, tez öğrencilerine çeviri vererek esasında kendi iş yüklerini hafifletiyorlar. Kendilerinin tercüme etmesi gereken metinleri, öğrencilerine yaptırmış oluyorlar. Öğrenci de ortaya bir tez koyacağım diye uğraşmamış oluyor. Alan memnun, veren memnun yani.
Nitelik peki?
Buralarda ne üretiliyor mesela?
Onu da peşinen söyleyeyim. Hiçbir şey. ODTÜ, Boğaziçi ve Hacettepe gibi Türkiye’nin yüz akı olan ama son dönemlerde siyasî mühendislikle içi boşaltılmaya çalışılan üniversiteler haricinde dünya standartlarında bilim üretilen bir üniversitemiz yok ne yazık ki.
Orta standartta sayılabilecek üniversitelerde, dünyadaki yenilikler takip ediliyor. Bunlar üzerine yazılıp çiziliyor. Kendi aralarında hoşbeş döndürüyorlar sizin anlayacağınız.
Daha alt seviyedeki taşra üniversitelerinde o da yok. Son zamanlarda çıkan bir kitapta da anlatıldığı gibi buralar daha ziyade iktidarın arka kampüsü olarak işlev gösteriyor.
Takdir edersiniz ki bu nevi üniversitelerde bilimsel bilginin üretilme şansı yoktur. Geçin yeni bir şeyler ortaya koymayı, çalışmayanların ödüllendirildiği bir sistem peyda olmuş durumda. Çalışanlarsa, oradaki vasatlığın gözle görünür olmasından endişelenenler tarafından ayağı kaydırılıveriyor.
Dişe dokunur çalışması olmayan profesörlerin üniversite falan da umurunda değil açıkçası. Bölüm başkanı, dekanlık, enstitü müdürlüğü, rektörlük derken hoop belediye başkanı veya milletvekili yapılma peşinde çoğu. Akademiyi siyasete geçiş için basamak olarak kullanıyorlar.
Politikaya soyunamayanlar da “67 yaşıma kadar hiçbir şeye elimi sürmesem her ay maaşım tıkır tıkır yatıyor” diyor.
Aynı akademisyenler, buna rağmen üç kuruşluk teşviklerin peşine düşüyor. Pek çoğu asgari ücretin neredeyse beş katını kazanırken yapıyor bir de bunu.
Hepsinin diploması da gerçek.
Daha vahimi;
İntihal yaptığı herkesçe bilinen akademisyenler var. Öğrencisinin henüz bitmeyen tezinden bilgi aşırıp makale basan akademisyenler var. Diploması gerçek.
Akademik yükselme için gerekli puanları toplayabilmek amacıyla öğrencilerine baskıyla makale yazdıran akademisyenler var. Makaleyi öğrenci yazıyor ama iki isimli yayınlanıyor. Hocanın adı da öne yazılıyor. Gerekçesi ise çok komik. Akademik unvan olarak kim yüksekse onun ismi başa yazılırmış. Makaleyi yazarken ter dökmek ölçüt değil tabi. Fakat diplomalar gerçek merak etmeyin.
Tez diye başka dillerden çevirdiği kaynakları verenler var. Tarih ve edebiyat gibi bölümlerde eski harfli eserlerin latinize edilmesi tez sayılıyor. Kimse bir şey demiyor mu, çeviriden tez olur mu dediğinizi duyar gibiyim.
Tarih ve edebiyat gibi bölümlerin akademisyenleri, tez öğrencilerine çeviri vererek esasında kendi iş yüklerini hafifletiyorlar. Kendilerinin tercüme etmesi gereken metinleri, öğrencilerine yaptırmış oluyorlar. Öğrenci de ortaya bir tez koyacağım diye uğraşmamış oluyor. Alan memnun, veren memnun yani.
Diğer bölümlerde, özellikle taşra üniversitelerinde, önlerine gelen tezin yabancı bir kaynaktan çeviri olduğu anlaşılmıyor bile. Çünkü jüri üyesi akademisyenlerin literatür takibi yapmak gibi bir alışkanlığı yok. Hoş, literatürü takip edecek kadar yabancı dilleri de yok.
Yabancı dili biraz açacağım ama tez demişken; gerçek diplomalı öyle akademisyenlerimiz var ki tezini bulabilene aşk olsun! Bir de aynı parayla diploma verenler gibi parayla tez yazanlar var. İnternette karşılaşmışsınızdır. Artık kimler parasını verip tez yazdırdı bilemem!
Ancak parayla kitap, makale, bildiri bastıran akademisyenden bol bir şey yok. Zaten zırt pırt mail atıp “parasını verin doçentlik profluk garantili kitap, makale, bildiri ne isterseniz yayınlarız” diyen şirketler var. İçerik önemli değil. Parasını verince, oradan aldığınız puanlarla yükselebiliyorsunuz. Öyle uluslararası saygın hakemli dergilerde makale yayınlatacağım diye dirsek çürütmenize gerek yok. Para, her şeyi çözüyor.
Diplomalar hep gerçek ama onda sıkıntı yok.
Yabancı dildeyse, akademisyenler yabancı bir dil bildiğini göstermek amacıyla isimleri ara ara değişen sınavlara giriyor. Parasıyla diploma veren çete, Joker Yakup’u sokuyormuş mesela.
Akademisyenlerin hepsi bu sınavlara giriyor. Geçer not da alıyor. Ama sorsan iki kelimeyi yan yana getiremez. Hatta yabancı dil sınavına yerine başkasını soktuğu herkesçe bilinen akademisyenler de var ama neyse! Mesela ben asistanını sokanı bile biliyorum. Diplomada sıkıntı yok ama yani.
Yabancı dil sınavının yanında bir de Ales diye bir sınava girmek gerekiyor. Burada da Türkçe ve matematik bilgisi ölçülüyor. Gelin görün ki akademisyenler bu sınavlardan geçer not almasına rağmen vahim yazım, imlâ hataları yapıyorlar.
Girin tez merkezine, tezlerin başlığı hatalı.
Girin Dergipark’a, makalelerin başlığı hatalı.
Üstelik bunların bir kısmı üç veya beş kişilik jüriden, diğer bölümü en az iki hakem ve bir editörden geçiyor. Kimse çıkıp da “burada yazım, imlâ hatası var” demiyor.
Hadi, onları fark edemiyorlar. Başlığında bilgi hatası olan makale ve tezler var.
Açıyorsunuz bu eserleri “-de, -da, -ki” bağlaçlarının ayrı yazılması gerektiğinin kimse farkına varamamış. Daha neler neler…
“Birtakım” diyerek bitişik yazması gerekirken ayrı yazan bile var.
Ama diploma gerçek yani, sınavdan da geçiyorlar.
Diğer taraftan hadi bunlar böyle. Birileri sahte diplomalar veriyor, iş kapıları açıyor; buna karşın akademinin kendi içinde de ciddi bir çürümüşlük var. Son yirmi beş yılda kamunun düzenlediği herhangi bir sınavda hakkının yenmediğini düşünen kaldı mı?
Bütün sınavlar, işe alımlar, mülakatlar hepsi şaibeli. Her sene başka bir sınavda dönen dolaplar üstüne konuşuluyor. Öncekileri FETÖ’ye yıktılar hadi, lise sınavındaki mevzu ne? Geçtiğimiz yıl KPSS niye iptal edilmişti?
Hepsi cevapsız.
Ezcümle benim amacım diploma skandalından sonra ortaya çıkanların ülkemiz açısından ne kadar vaka-ı adiye olduğunu söylemek değil. Tek adam ne kadar yönetebiliyorsa o kadar yönetilebilen, kurumları işlevsizleştirilmiş, rejimin tehdit algısının çarpıklaştığı, siyasetle rantın kesiştiği, ulvi amaçlar uğruna yapılıyormuş gibi gösterilen şeylerin aslında kapasitesizliğin üstünü örttüğü bir ülkede, bunlar “vaka- adiye” sayılıyor ne yazık ki. Çünkü skandalların birisi biter, öbürü başlar. Hızına bile yetişemeyiz.
Sahi, geçen hafta hangi skandalı konuşuyorduk?

Yorum Yazın