Siyaset bilimci Onur T. Karabıçak, beş soruda iktidara direnişin araçlarını ve bu araçların yurtdışındaki örneklerini yazdı.
Bu yazıyı, İç Cepheyi Sıkı Tutmak adlı yazıma aldığım harika geri bildirimlere cevaben yazıyorum. Direnişin bizler için bir bilgi nesnesi olmadığını, bu yüzden de direnen-politik özneler olamadığımızı, içerleme duygusundan direniş pratiklerine geçemediğimizi yazmıştım. Gündelik hayatında içgüdüsel bir yerden politik özne olabilmiş diyebileceğim, benim için her zaman çok değerli ve dinlemekten keyif aldığım birinden gelen geri dönüşler, “müzakere” kavramında bütünleştirdiğim direnişi bir bilgi nesnesine dönüştürmek için en iyi fırsattı.[1]
Aldığım beş soru ve bir yorum üzerine bu yazıda nasıl müzakere edeceğimizi, yani siyasal iktidarın hayatımızı yutmasını nasıl kısıtlayacağımızı, yani nasıl direneceğimizin cevabını toparlıyorum. Önceki yazılarımda ısrarla ne yapacağımızı anlatmıştım, ancak nasıl yapacağımızı çok fazla anlatmamıştım.
Tabandan yayılmayı hedefleyen, iktidar pratiklerini tersine çeviren bir yöntem öneriyorum. Bugüne kadar mücadele yönteminde yanıldığımız, demokrasi mücadelesinde yenildiğimizden belli. Odaklanmamız gereken şey demokrasinin değişkenleri değil, iktidar pratikleri.[2] Böylece taban (grassroots movement) sosyal hareketiyle taban siyasi kampanyasını (grassroots campaign) birleştirmiş oluyoruz.
1. “Ben Durduğum Yerden Nasıl Bilgi Nesnesi Üretebilirim?” – Gündelik Stratejilerle Başlayalım
Durduğumuz yer neresi? Öncelikle durduğumuz yeri tanımlayalım.
Bu pasif konumlanmayı, aktif bir sürece çevirelim. Oturduğu yerden yayınları ve mitingleri takip eden insan, içerleyen bir insan tipidir: Tıpkı futbol taraftarlarının hakemlerden yakınması ancak asla ligi boykot etmemesi gibi içerleme pozitif bir harekete dönüşmez. Eğer insanlarımız yalnızca Halk-Sözcü TV yayınları izlerse, travmatize olur ve gerçeklikten bağı yine iktidar televizyonu izlemiş kadar kopar. Gerçeklikten bağımızın kopması, toplumsal pratik ihtiyaçlarımıza çözüm bulamamamıza yol açar.
Pozitif etkiye, yani bir sonuca, çözüme ulaşmayan toplumsal öfke oldukça travmatik etkiler yaratır. Bu travmatik etkiler uzun vadede bizleri sessizliğe, kendi kendimize dövünmeye, gerekli anlarda çıkıp bir şeyleri değiştirecek enerji bulamamaya, ülkeden kaçmaya, yaşam enerjisi ve amacı bulamamaya sürükler. Örneğin A Haber, TRT ve CNN Türk yayınlarının muhalif yayın organlarından temel farkı onların kitlesini belli bir davranış kalıbına yönlendirebiliyor olması böyle bir efekttir: “Sandığa gidin, siyaseti Tayyip Erdoğan’ın tanımladığı şekliyle yeniden üretin.”
Vatandaşların belli bir kayıt ve teftiş usulüne ihtiyacı var. Bu usul aslen hukuki güvenceler altına alınmış olsa da Türkiye’de hukukun tesisi ve aynı zamanda hukukun teknik bir bilgiye, yani halkın öğrenemeyeceği bir forma dönüştürülmüş olması bu tip bir iktidar pratiğini engeller. Bu konuda iki noktaya ihtiyaç var: Muhalif belediyelerin raporlama merkezleri kurmaları ve bunu kurduklarını göstermeleri gerekiyor. Dilerlerse vatandaşlara bunu hangi kod ve kategoride göstermeleri gerektiğini anlatabilirler. Bu adım üzerine vatandaşlar telefonlarıyla şehirlerindeki kaldırımlara fışkıran kabloları kaydedebilecek, güvenlik sorunu olduğunu düşündükleri her bir hatayı belediyeye rapor edebilecekler. Bu raporlama işini yaptıklarını da kamuoyuna gösterebilecekler. Bunun için fotoğraf ve konum verileri yeterli. Aynı şekilde, telefon ve kamera aracılığıyla polisin müdahalesini, orman yangınını, mahalledeki şiddet olayını kaydetmek, marketteki fiyat farklarını paylaşmak, okulda eşitsizlik gözlemini yazılı metinlere dökmek önemli. Günlük mantığında, siyasal iktidarın ve siyasal muhalefetin çizgiyi aştığı düşünülen her hareketinin gözlemlenmesi gerekiyor. Önemli olan şey, bu gözlemin kurumsal bir kimliğe büründürülmesi, yani muhalefetin elindeki kurumlar aracılığıyla buna bir yön vermesi gerekiyor.
Teftiş, bir iktidar pratiğidir. Teftiş ettiğimizi gösterip yayınlamak, çevremize yaymak ise bu iktidar pratiğine güç kazandırır. Teftiş ettiğimiz bilgiyi nasıl çerçeveleyeceğimiz burada vatandaşın güvenliğini sağlayacak olan nokta. O hâlde nasıl çerçeveleyeceğiz?
Framing
Gördüğümüz sorunları belli bir çerçevede (framing) anlatıyoruz. Bu çerçeveleme tipleri “ahlaki, duygusal (negatif ya da pozitif), çatışmacı, sorumluluk yükleyici (ya da suçlayıcı)” olabilir. Kaydedilen olayların sorumlusunun bulunması gerekiyor. Örneğin, Türkiye’de orman yangınları söndürülemiyorken bunun sorumlusunun devlet ve onu etkisiz hâle getiren Erdoğan rejimi olduğunun yalın bir dille ifade edilmesi gerekiyor. Bunu anti-Erdoğanist bir noktadan ifade etmiyorum, bunu yönteşimsel bir noktadan ifade ediyorum. Sorumluluk almama hâli ve sorumluyu aramama hâli seçim mantığından öte bir mantık içerir ve Türkiye’de aslında içten içe kaynayan bir meşruiyet krizini görünür kılar.
Yalnızca negatif-duygusal bir yerden yaklaştığımızda ya da ahlaki bir noktadan yaklaştığımızda, yaydığımız bilginin Halk TV yayınlarına dönme olasılığı çok yüksek. İhtiyacımız olan etik, sorumluluk etiği. Dolayısıyla olayın sonuçlarını sahiplenen, olayın sorumlusunu ifade eden ve asıl amacı kendi gözetlediğini göstermek olan bir stil benimsemeye çalışıyoruz.
Direniş, bu mikro eylemlerle başlar. Burada “benim aracım telefon, yazı, sohbet” diyen bir birey bile stratejileri somutlaştırmaya başlayabilir. Türkiye İşçi Partisi’nin 2024 cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerinde kullandığı bir “Halkın Kampanyası” paketi vardı. Bu pakette kampanyayı yürüten şirket TİP ve TİP’liler için kullanılabilecek Canva çerçeveleri sunmuştu. Bu çerçevelerde parti logosu, söylemi ve yapılabilecek paylaşımlar vardı. Örnek olarak:
Tabana yayılan siyasi pratiklerden bir diğeri de e-mail ve yüz yüze iletişimi kullanmak. Örneğin siyasal iktidarın birinci hedefi olan CHP’nin bu tip tuvalleri insanlara yayabileceği bir platform, insanların WhatApp aracılığıyla CHP’ye iletebileceği ve devletin işlemediğini gösteren görüntüleri depoladığı bir iletişim ofisinin olması gerekiyor. CHP iletişim ofisini yalnızca seçim ve miting odaklı kullanmamalı. Özgür Özel’in çağrısıyla CHP, yurttaşlar arasında bu tip bir teftiş ve tersine gözetim pratiğini yaygınlaştırabilir. İnsanların bir şeyleri değiştirebildiklerini hissettiği, CHP’nin sorunları kaydettiği ve bunun için yönettiği belediyelerde tıpkı rahmetli Ferdi Zeyrek’in yaptığı gibi yatay düzleme inerek mahallelerin sorunlarını ve tercihlerini tartıştığı etkinlikler düzenlemek zorunda. Bu tip aksiyonlar, CHP’ye bir politik model ve iktidar pratikleri bütünü kazandırırken, insanları da içerleyen ve yalnızca oy atan pasif bireylerden politik özneler olmaya itecektir.
1. Kaydetmek: Polis müdahalesi, eğitimde adaletsizlik, belediye uygulamaları…
2. Teftiş etmek: Kaydı, ilgili merciilere, basına, sosyal medyaya iletmek.
3. Göstererek etkilemek: Instagram story’si, WhatsApp grubundaki paylaşım, mahalle tartışması.
Örnekler:
Uruguay’da sol ittifak Frente Amplio’nun 2019 seçimlerinde yürüttüğü “diálogos con la gente” (halkla diyaloglar) kampanyası, yurttaşı pasif seçmen değil, aktif siyasal özne olarak konumlandıran katılımcı bir siyaset biçimi önerdi. Adaylar ve parti kadroları, ülke genelinde düzenli mahalle forumları ile halkı dinleyerek yalnızca vaat değil, birlikte düşünme ve karar alma süreçleri yürüttüler. Kampanya boyunca açılan dijital bildirim hatları ve yerel gözleme mekanizmaları, yurttaşın gündelik deneyimlerini merkezi kampanya stratejisine dahil etti. Bu strateji, yukarıdan aşağıya bilgi aktaran değil, halkın bilgisini siyasallaştıran yatay bir örgütlenme biçimi olarak öne çıktı.
Benzer biçimde, Barselona’daki Decidim platformu, belediye politikalarının halk tarafından önerilmesine ve oylanmasına imkân tanıyan açık kaynaklı bir katılım yazılımı geliştirerek dijital demokrasiye öncülük etti (Decidim.org). İspanya’da Podemos(Gramsci’ci bir siyaset bilimi hocası olan Pablo Iglesias’ın liderliğindeki parti) ise yerel halk meclisleri ve çevrimiçi oylamalar yoluyla parti kararlarını kitlesel istişare süreçlerine açtı. Tüm bu örnekler, CHP'nin seçim kampanyalarını klasik propaganda kalıplarından çıkararak, belediyelerde kurulacak müzakere ofisleri, dijital gözleme ağları ve mahalle forumlarıyla halkın bilgi üreten, talep formüle eden ve denetleyen bir özneye dönüşmesini mümkün kılacak yeni bir siyasal organizasyon biçimine dönüştürebilir. Bu, yalnızca direnişi değil, aynı zamanda yeni bir siyasal aidiyet biçimini de örgütler.
2. “Gözetleyerek toplumsal hafıza mı biriktireceğim?”
Gözetlemek toplumsal iktidar mekanizması kurmaktır. Ancak toplumsal bellek, bilgi nesnesi üretmek için, yani ne yaptığımızı bilmek ve belirlemek için gereklidir. Güncel tartışmalara baktığımızda böyle bir bilginin üretilmesinden ziyade Devlet Bahçeli’nin kimlik siyasetini ve sahne siyasetini konuştuğumuzu görüyorum.
Toplumsal Hafıza
Anlık videolar, metinler, forumlar, okul etkinlikleri… Bunları “toplumsal hafıza” birikimleri haline getirmeliyiz. Yani bugün kaydettiğim bir durum, bir ders olarak anlaşılabilir, yarın paylaşılır, sonra referans verilir. Bu üç aşamalı bellek hattı, direnişin hafızasını kurar. Toplumsal belleğin oluşması, bilgiyi yeniden üretme ve tekrar paylaşma ile mümkündür. Kaydeder, depolar, anlatırsak; toplumsal belleğe dönüşür. Böylece her şeyi çok hızlı unutmak istemeyiz.
19-26 Mart sürecinde insanlar ne yaşadıklarını birbirine anlatabildiler mi? Bunun bir benzerini, bazı konuklarla Fatih Altaylı, kendisi çıkıp konuşmadığı programında yapıyor, ancak düzensiz bir şekilde. Hapishaneden mektup yazan tutukluların mektuplarını ve ne yaşadıklarını dinliyoruz, ancak toplu bir hâlde, ilgi çekmeyeceği düşünülerek, direnen insanların 19 Mart sürecinde neden sokağa çıkıp direndiğini konuşamıyoruz. 19 Mart sürecinde sokağa çıkan insanlar birbirleriyle ortak nokta kuramadan bazı forumlarda buluşuyorlar, ancak bunu çoğu kez atomize olmuş bir hâlde yapıyorlar: Sol parti örgütlerinin ve yerel örgütlerin organize ettiği forumlar. Toplumsal hafıza, anlatarak, sergileyerek ve bunu tekrar tekrar yaparak olur. Bu konuda yine inisiyatif alabilecek en fazla kaynağa sahip aktör, CHP genel merkezi.
Usul: Kaydetmek, raporlamak ve göstermek… Bu üç basamak, sokakta gözlemle başladıktan sonra toplumun hafızasına kazınan bir hikâyeye dönüşebilir. Bu üçlü pratiği haftalık/yaygın hale getirerek direnişi normalleştirebiliriz. Anlatmak, toplumsal hafızayı belli bir ihtiyaca yönelik canlı tutmak gerekiyor. Bu yüzden insanların anlatabileceği küçük çapta platformlar oluşturmak, onların aslında ne kadar ortak dertleri olduğunu da birbirine gösterir. Bu tip küçük platformlarda ortak bir nesneye öfke patlaması amaçlanmamalı, yaşanılan zorluklar, yapılan hatalar anlatılmalı.
Başarısızlıkların anlatılması ve tartışılması gerekiyor. Pek çok kez kötü anılarımızı anlatmak yerine başkalarının bize ettiği kötülükleri anlatıp, kendimizi daha çok travmatize ederiz. Bunun yerine, toplum olarak yaptığımız hataları, yanan ormanları, kaybettiğimiz seçimleri, kaybettiğimiz şehirleşmeyi konuşarak, bu konuşmaları TV ve YouTube programlarında yayarak, şehrimizi neden sevmediğimizi konuşarak bir toplumsal hafızaya çevirebiliriz. İktidarı nasıl kısıtlayamadığımızı konuşursak, bugüne kadar susuo
Bunun yerine gerçekleşen kötü olayların bizim dışımızdaki aktörler tarafından nasıl gerçekleştiğini konuşuyoruz. Bu, toplumsal hafızadan ziyade toplumsal sendromlara ya da travmalara dönüşüyor. AKP’nin yaptığı, toplumsal hafızayı toplumsal sendromla yer değiştiren biraz bu taktik: Sürekli bir düşmana karşı agonal bir savaş (kahraman vari, kahramanlık ve fedakârlık sergilemeye, göstermeye dayanan bir mücadele). AKP bu anlatıyı 2014 yılından beri görünür kılıyor: TV dizileri, mitingler, haber programları, tartışma programları, İletişim Başkanlığı’nın eğitim kurumlarındaki etkinlikleri, vb.
19-26 Mart, Gezi Protestoları, başarısızlıkları, ardından getiremedikleri toplumsal değişim ve protestolar esnasında maruz kalınan polis şiddeti dolayısıyla toplumsal bir travmaya dönüşmenin eşiğindeler. Ancak, bu ayaklanma süreçlerini kendimizce bir bilgi nesnesine çevirebiliriz: Stratejileri, Bildiklerimizi, hatalarımızı, amaçlarımıza ulaşırken bizim neyi eksik yaptığımızı tespit ederek. Bunun için de entelektüel ve toplumsal bir tartışma gerekiyor. Bu tartışmayı da takip ettiğimiz alternatif platformlarda, YouTube yorumlarına talep bırakarak yapabiliriz. Bir değişim istiyoruz ancak bu gerçekleşmiyorsa, iktidarı nasıl kısıtlayamadığımızı konuşmak durumundayız, yoksa toplumsal hafıza elde edemeyiz. Toplumsal hafıza, kaydetmek ve anlatmakla sağlanabilen bir şey: Türkiye’de kaç tane toplumsal hareketleri konu alan müze ve sergi var? Kaç tane bunları iktidarın gözünden anlatmayan film ve program var? Bunun talebini yapmak çok da zor değil. Talepte bulunduğumuzda, talebimizi görünür kıldığımızda politik bir özne olmaya doğru gidiyoruz.
3.“Politik Özne Olmak, Siyasete Katılmak Ne Zamandan Beri Öcü Kılındı?”
‘Politik özne olmak bugüne kadar niye öcüydü?’ sorusu, simülasyonun etkinliğini kavramamız için bir kapı. Çünkü simülasyon bizi edilgenleştirir; ama onu ifşa ettiğimizde tepki üretir.
1980 darbesinden sonra Türkiye’de devlet aygıtıyla geniş bir siyasetsizleşme dalgası hâkim kılındı. Bu da siyaseti simülatif düzlemde oynanan, temsil krizleri çıkartıp duran bir sisteme çevirdi. 1990’lar boyunca devlet-gayrimeşru aktörler-terör meselesi siyasetin kirli, güvencesiz ve birilerinin illegal çıkarları uğruna yapıldığını düşündürttü. 2000’lere geldiğimizde ise zaten neoliberal düzende, yani tüketim kültürüne adapte olması beklenen, siyaseti yalnızca partilerin sahnede oynadıkları siyasete indirgeyen bir moda büründü. Siyaset yalnızca sahnede oynandığında, sahnedekilerden biri de sizi sahneye davet eder gibi yaptığında, kapı kapı dolaştığında onun farklı biri olduğunu düşünürsünüz. Bu da 2000’lerde Tayyip Erdoğan’ın toplumu mobilize edebilmesini sağladı. Ancak 2010’larda gelen polis şiddeti, ekonomik buhran ve sahne siyasetindeki temsil krizleri bizlere zaten öcü kılınan politik özneliği, başarılması mümkün olmayan bir şey hâline getirdi. Politik özne olmayı hiç düşünmedik. Politik olarak katılım sağlayan parti dışı aktörlerin başarısızlıkları da bu sürece katkı sağladı.
4. Araçlarımı Nasıl Belirlerim? “Benim Araçlarım Ne? Nerede Ne Kullanabilirim?”
Herkesin erişebileceği araçlar farklıdır. Sosyal medyada aktif insanlar hashtag kullanabilir, mahalleli bir uygunsuzluğu fark ederse komşularla konuşur. Kampüs öğrencisi forumlar organize eder. Burada bir tablo oluşturulabilir:
- Telefon kamerası polis-şiddet, kamu düzeni ihlali, belediyenin görmezden geldiği aksaklıklar, ihmaller, iş güvenliği ihmalleri.
- Forum-sohbet müzakere pratiği, birbirini dinleme, gördüğü sorunları herkes için eşit derecede sorun olmadığını bilerek dile getirme
- Hashtag/Story görünürlük ele geçirme (Yaz başından beri Twitter/X’te İletişim Başkanlığı hesapları tartışmayı ve imaj yaratımını ele geçirmiş durumda). Gündelik hayat paylaştığımız fotoğrafların hatırlatıcı metinler taşıması.
- WhatsApp / Telegram haberleşme ve planlama
- Notlar Alma ve Mail Atma Gördüklerimizi aniden yayınlayıp tek başımıza riske girmek zorunda değiliz. Bir memurun ya da memur çocuğunun bunu yapamayacağını biliyorum. Bunun yerine, gördüklerimizi sözlü ve yazılı olarak kaydetmeliyiz, hepimizin bu tip notları gereken mercilere gönderebilecek, sosyal medyaya yayabilecek tanıdıkları olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden önceki başlıkta bahsettiğim alanlar (forumlar ve arkadaş çevreleri) bunun bir aracı. Önemli olan düzensiz ve bilgi kirliliğine benzeyen formatlarda görüntü paylaşmak değil; görüntüleri kategorize etme talebi oluşturmak. Bizler not etmeye, elimizdeki basit araçları kullanmaya ve muhalif parti mercilerine mail atmaktan çekinmemekle mükellef olabiliriz.
Şubat 2023’te, deprem döneminde insanların nasıl organize olmaya çalıştığını hatırlıyorum. Orman yangınlarında benzer şekilde nasıl organize olunmaya çalışıldığını hatırlıyorum. Twitter, Whatsapp, haber doğrulama platformları ve kar topu dediğimiz tanıdık-tanıdık iletişimi. Bu iletişim modelini sorumluyu arayan çerçevede ve sorumluluk hisseden bir çerçevede sürdürmemiz gerekiyor. İhtiyacımız olan şey, toplumu yatay biçimde birbirine bağlayacak, kapı kapı dolaşma iradesini yeniden kurabilecek bir örgütlenme pratiğidir.
Benim araçlarım ne? Tabii ki telefonum, sosyal medya hesabım, tartışmaya açık bir arkadaş ortamı, gidip ziyaret ettiğim muhalif parti il/ilçe merkezleri. Ama asıl mesele, bunları birbirine eklemlendirmek. Bunun için alan yaratmak gerekiyor, bunu da CHP’nin yapması gerekiyor. Bizleri mitingler dışında da bir araya getirebilmeli, bu da küçük ölçekte daha önce TİP’in yapabildiği bir projeydi (Halk buluşmaları ve boykot kafe örnekleri, üniversitelerin forum ve eğitimleri). Halk TV ver Sözcü TV araçlarında kaç kez bu tip forumlar görebildik, CHP’nin bu şekilde organize ettiği kaç hareket görebildik? Halk Ekmek’te, Kent Lokantası’nda insanlar birbirleriyle ve CHP’yle konuşamaz mı?
5. Bilmeden veya Bilerek Direnebiliyor muyuz? CHP’nin Direnişi Bilgi Nesnesi Haline Getirmesi ve Halkın İktidarı Bilgi Nesnesi Haline Getirmesi
CHP’nin ve muhalefetin önümüzdeki dönemde örgütlemesi gereken şey, yalnızca bir seçim kampanyası değil; tabandan tavana yayılan bir müzakere kampanyasıdır. Bu kampanya, partinin kendisini halkın karşısında değil, halkın içinde ve onunla birlikte tanımladığı; yalnızca vaat eden değil, dinleyen, kaydeden, tartışan ve birlikte karar alan bir siyasal organizasyona dönüştüğü yeni bir siyaset biçimini temsil eder. Müzakere kampanyası, halkın yalnızca seçmen değil, aktif birer gözlemci, kayıtçı, denetleyici ve öneri geliştirici politik özneler hâline gelmesini amaçlar. Her vatandaşın kendi mahallesinde tanıklık ettiği eşitsizliği, denetimsizliği ve aksaklığı görünür kılabileceği bir altyapı sağlanmalı; CHP belediyeleri ise bu görünürlüğü siyasallaştıran ve çözüm süreçlerine açan platformlara dönüşmelidir.
Bu kampanya, klasik parti propagandasını değil, tersine gözetimi, yani halkın devleti ve iktidarı denetleyebildiği bir kamusal çerçeveyi esas alır. Amaç, toplumu “bilgi nesnesi” hâline getiren merkezî gözetleme sistemlerinin dışına çıkarak, halkın kendi bilgisini üretmesini, bunu stratejik olarak paylaşmasını ve siyaseti aşağıdan kurmasını sağlamaktır. Her belediyede kurulacak Müzakere Ofisleri, WhatsApp ihbar hatları, haftalık mahalle forumları ve raporlama ağları sayesinde, halkla CHP arasında yatay ve çift yönlü bir bilgi ve sorumluluk akışı sağlanabilir. Böyle bir model, sadece direnişi örgütlemez; aynı zamanda yeni bir siyasal etik ve siyasal aidiyet üretir. Böylece muhalefet, pasifleşmiş vatandaşlığı kırar, halkı izleyen değil, izleyen ve değiştiren birer fail hâline getirir.
Dünyada başarıya ulaşmış halk kampanyaları, yalnızca seçmen davranışını hedeflemeyen; katılımı, denetimi ve müzakereyi tabana yayan, siyaseti sahneden zemine indiren modellerdi. Örneğin Obama’nın 2008 kampanyası, milyonlarca gönüllüyü mobilize eden, bireyleri veri paylaşımı, yüz yüze temas ve öneri üretimiyle sürece katan bir “grassroots” modeliydi. Yalnızca oy isteyen değil, yurttaşları birlikte düşünmeye ve harekete geçmeye davet eden bir yapıydı. İspanya’da Podemos, 15M hareketinin ardından doğan, mahalle meclislerinden beslenen, karar alma süreçlerini dijital platformlara açan bir halk siyaseti örgütledi. Aynı şekilde Uruguay’daki Frente Amplio, kültürel etkinliklerle, sokak toplantılarıyla yerel sorunları tartışan ve çözümleri birlikte kuran bir halk dayanışması ağıydı. Tüm bu örneklerde ortak olan şey, halkın yalnızca dinleyen değil, öneren; yalnızca oy atan değil, süreci denetleyen ve bilgi paylaşımıyla siyaseti aşağıdan kuran bir özneye dönüşmesidir.
Müzakere Etmemenin Götürüsü
Toplumsal müzakere pratiği, siyasetin siyasetçilerin oynadığı sahneden alınıp, yatay bir düzleme yayılmasını, siyasi kararların toplumsal sorunların çözümü için alınmasını teşvik etmeyi amaçlar. Örneğin demokrasiyi bir aparat olarak değil, demokrasiyi müzakerenin getirdiği yönetişimsel (insan ilişkilerinin ve ihtiyaca göre hareketin bir sonucu olarak) bir efekt olarak amaçlamamız gerekir. Aksi takdirde bugün gerçekleşen çözüm süreci simülasyonunu bir demokrasiye dönüş, iktidarın toplumsal kontrolü arttırdığı pratikleri de bir demokrasiden uzaklaşma paketi olarak ele alıyoruz. Bu da demokrasinin, sahte bir temsiller dünyasında kimliklerle alakalı bir şey olarak, öznelliklerimizi ve oyun alanlarımızı baskılayan, ihtiyaçlarımızı çarpıtan bir hâle gelmesine yol açar.
Teorik Not: Gözetleme
Michel Foucault’nun J.P. Barou ve M. Perrot ile yaptığı “İktidar’ın Gözü” adlı söyleşide, Toplum Sözleşmesi’nin yazarı Jean Jacques Rousseau’nun Fransız Devrimi’ndeki rehberliğine gelir konu: “Her gözetmen bir yoldaş olur.” Bu normatif bir cümledir, Rousseau ister ki görünen kişilerin pasifliği karşısında, aktif, katılımcı, herkesin birbiri hakkında görüşü olduğu, herkesin bulunduğu yerden birbirini görebildiği ve yargılanmaktan korktuğu bir toplum tahayyülüdür bu. Aynı zamanda direnişin ne olduğunu da istemsizce söylemiş olur: Her toplumsal aktör görmek ve gözetlemekle yükümlüdür, üzerimize tahakkümcü bir iktidarın çökmemesi için yapabileceğimiz tek çare budur.
Ancak Modern Devlet’in pek çok teknolojisinin fikir babası olan Bentham’a göreyse “Her yoldaş bir gözetmen olur.” Bentham, daha soyut bir iktidarın kurguladığı Bentham ister ki kurumlar (başta devlet aygıtı) herkesi gözetleyebilsin, vatandaşlar da bu gözetimin usule uygun yapılıp yapılamadığını denetleyebilsin. Böylece her yoldaş Gözetmenlik, teftiş etmek, yalnızca izlenmek zorunda kalmaz. Vatandaşlar, kendini gözetleyeni değil, ancak kendini gözetleyen mekanizmaların kendisini uygun bir şekilde rapor edip etmediğini izleyebilir. Bentham’da toplumsal olarak var olmanız tamamen iktidarın insafına kalmıştır, onun istediği şekilde ve istediği kadar var olursunuz. Saydam toplum modeli, Bentham’ın önerdiği değil, Rousseau’nun önerdiği idealdir. Rousseau’da kendi görünürlüğünüzü eşit şekilde sağlayabileceğiniz alanlar mevcut olmalıdır. Bu ikisi arasındaki fark bizlere direnişin ne olduğunu gösterir: Gözetlemek ve gözetlenme araçlarını ele geçirmek. İktidar demek, güç ilişkilerinin yönetilebilmesi anlamına gelir. İktidar da bu güç ilişkilerini diğer aktörlerin varlıklarını, daha sonra da rızalarını kontrol ederek yapar. Her zaman rıza üretemese de tepksizlik sağlayabilir.
Aynı zamanda da izlemek, modern devlet pratiğinin her bir vatandaşına vermiş olduğu bir imkandır. Bentham ister ki demokratik ve saydam bir toplumda herkes birbirini gözetleyebilsin, böylece kimse kötülük yapmak isteyemesin. Devlet sizi gözetlerken aslında size de onu tersine gözetleme imkânı ve alanı bırakır. Ortadaki problem, sizin bunu yapmak “isteyememeniz”dir. Dahası, bunu yapacak araçlara ancak seçkinlerin sahip olmasıdır. Buradaki simülatif efekt, bu araçların ayrıcalıklıların elinde olduğunun unutturulmasıdır. Her gözetmen, bir yoldaş değildir; aksine ayrıcalıklılar sınıfına girer. Ancak her yoldaş bir gözetmen olursa iktidar altında ezilmeyiz.
Sonuç olarak, direniş dediğimiz şey, yalnızca baskıya karşı tepki vermek değil; bilgi üretmek, ilişki kurmak ve siyaseti yeniden inşa etmektir. Bugün artık muhalefetin ihtiyacı olan şey, seçimden seçime ortaya çıkan kampanyalar değil; yurttaşların gözlemine, deneyimine ve müdahalesine dayanan, sürekli ve yatay bir müzakere düzenidir. Bu yazıda önerdiğimiz “müzakere kampanyası” modeli, her yurttaşın bulunduğu yerden siyasal sürece dahil olabileceği araçlar sunuyor: Görmek, kaydetmek, anlatmak, paylaşmak ve örgütlemek. CHP'nin ve diğer muhalif aktörlerin yapması gereken şey, bu süreci kurumsallaştırmak ve süreklileştirmektir. Çünkü bilgi üreten, hafıza taşıyan ve birlikte düşünen bir toplum, yalnızca direnen bir toplum değil; aynı zamanda yeni bir gelecek kuran toplumdur.
---
[1] Birbirimize değer göstermediğimiz sürece iş ofislerimizdeki mikro-iktidar alanlarının bizleri ezmemesini bekleyemeyiz.
[2] Gözetleme, kaydetme, talim etme, kurum yaratma, kurum yıkma, güç ilişkileri kurma, patronaj ilişkileri kurma, kaynakları dağıtırken ortaya nasıl normlar çıktığını anlama (neyin makbul davranış olduğu) vb.

Yorum Yazın