Barış ve çatışma çözümünün tek bir modeli yok. Her ülke bir diğerinin deneyiminde yararlanarak kendi özgün yolunu müzakere yöntemini, ve araçlarını yaratmak durumunda. Birçok deneyimde önce silahların devre dışı çıkartıldığı, bazılarında bunun tek taraflı olduğunu gerçeği dikkate almak durumundayız.
Yeni süreç başladıktan bu güne kadar konuyla doğrudan ilgili sayısızı çalıştay ve panele katıldım. Medya organlarına ve çeşitli platformlardaki tartışmalarda öne çıktığı gibi bunlarda en güçlü iki eğilim dikkat çekiciydi.
Bunlarda biri çeşitli nedenler belli ölçülerde anlaşılabilir olan sürece ilişkin güvensizlik. Diğeri ise Türkiye’deki yeni sürecin hiçbir biçimde farklı ülkelerdeki çatışma çözümü/barış arayışlarıyla benzerlik olmadığında hareketle bir biçimde yeni sürece karşı çıkış ifade edilmesi oldu.
Bu grupta yer alanların en temel eleştirileri ve çekinceleri uluslararası kabul görmüş, uygulanmış bir barış/çatışma çözümü arayışı metodun ve yönteminin varlığının kabulüne dayanmakta.
Bu durum barış arayışın toplumsallaşmasını etkileyen önemli bir faktör olarak karşımıza çıkmaktadır. Türkiye siyaseti gibi sivil toplumu ve hak temelli örgütlerin de yeni süreçte beklemede kalmalarının/sahiplenmemelerinin bir sebebi de bu genel yaklaşım olsa gerek.
Böylece günümüz Türkiye’sinde, “tabiki barıştan yanayız, ama… kim barış istemez” gibi söylemlerle barışın toplumsallaşmasının ve gerçek kıymetinin fark edilmesinin gecikmesinin söz konusu olabiliyor.
İşte bu hafta sonu, böylesine bir toplumsal ortamda sürece ilaç gibi gelecek bir konferansa katıldım. Adı: Barış Süreçlerini Canlandırırken Tecrübelerden Ders Çıkarmak.
Adı konferans ama aslında bir tür eğitim toplantısı gibiydi. Bu, bildiğim kadarıyla yeni çözüm süreci döneminde yapılan ilk akademik ve uluslararası toplantı oldu.
Toplantıyı Sabancı Üniversitesi ve Friedrich-Ebert-Stiftung Vakfı Türkiye Temsilciği düzenledi. Toplantıyı kıymetli kılan farklı ülkelerden çoğu kadın barış süreci aktörlerini bir araya gelmesi oluşturdu.
Konferansa katılanları tek tek aktaracağım ki, barış çalışması yürütenlerin veya sürece ilişkin kafalarında değişik soruları olan ve İstanbul’da yaşayan medya, akademi ve kanat önderlerini nasıl bir fırsat kaçırdıklarını anlamalarına yardımcı olayım.
Konuşmacıları biri 17 yıl süren Filipinler hükümetiyle süren müzakerecilerden biri ve Güneydoğu Asya Kadın Barış Arabulucuları Kurucu Üyesi Miriam Coronel-Ferrer’iydi ,
Endonezya’dan Özgür Açe Hareketi (GAM) müzakerecisi ve Aceh Kadınlar Birliği Kurucu Ortağı Shadia Marhaban,
Mozambik’ten müzakere sürecinde tek kadın olarak görev alan Birleşmiş Milletler Proje Hizmetleri Ofisi’nden Neha Sanghrajka.
Kuzey İrlanda’dan Kadınlar Koalisyonu Kurucu Ortağı ve çok partili görüşmelerin müzakerecisi Bronagh Hinds.
Amerika Birleşik Devletleri Central Florida Üniversitesi öğretim görevlisi Prof. Mehmet Gürses
Harvard Üniversitesi örgütsel Liderlik ve Müzakere Yüksek Lisans Programı Direktörü Joshua N. Weiss.
Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’nin Güney Afrika, Botsvana, Namibya, Lesotho, Mauritius ve Eswatini Büyükelçisi ve SADC Daimi Temsilcisi Mirko Manzoni
Türkiye’den Reform Enstitüsü’nde Prof. Mesut Yeğen.
Panelistler diğer ülkelerden alınan dersleri ve Türkiye'deki başarısız barış sürecini tartıştılar. Panelistlerin yanıtlamaları istenen soruların bir kaçını buraya bırakarak şimdilik çıkardığı sonuçları bir iki cümle ile belirtmekle yetineceğim.
Sivil toplum, barış aktivistleri ve akademisyenler barış görüşmeleri için fırsat yaratmak adına hangi faktörlere dikkat etmelidir?
Türkiye'deki barış sürecinde yanlış giden ve eğer böyle bir açılım varsa düzeltilmesi gereken şey neydi?
Barış görüşmeleri için doğru zamanlama tahmin edilebilir mi? Olgunlaşmış bir an var mı?
Liderler barış görüşmelerinin canlandırılmasında nasıl bir rol oynuyor ve vizyonları zaman içinde değişiyor mu ve nasıl değişiyor? gibi son dönemde bizlerin de karşılaştığı ve ülkemde sıkça sorunlar bir dizi soru etrafında son yedi ayın en verimli ve öğretici bir toplantısıydı.
Hiçbir süreç bir defada sonuçlanmadığı gibi başladığı gibi bitmez. Başarı için kuralı , kurulu ve hukuku belli ve aylarla değil yıllarla ifade edilen bir süreç planlanmalı.
Ezberleri bozmanın zamanı
Sonuçta taraflar arasında güven sağlamak barış anlaşmasının içeriyle veya verilen sözlerle mümkün olacağı gerçeği iddiası uluslararası tecrübelerle bağdaşmıyor. Sürecin sonunda güven uygulamalar tesis edilebildiği gerçeği unutulmadan sürece yaklaşmak gerekiyor. Uygulanmayan/uyulmayan anlaşma bir hiçtir.
Barış anlaşmasında daha zor olan uygulama aşaması olduğu unutulmamalı.
Barış ve çatışma çözümünün tek bir modeli yok. Her ülke bir diğerinin deneyiminde yararlanarak kendi özgün yolunu müzakere yöntemini, ve araçlarını yaratmak durumunda.
Birçok deneyimde önce silahların devre dışı çıkartıldığı, bazılarında bunun tek taraflı olduğunu gerçeği dikkate almak durumundayız.
Neredeyse bütün ülkelerden mikro müzakerelerin makro uygulama süreçleri için yapılmış. Müzakereye başlamanın doğru zamanı diye mutlak bir siyasal zamanı yoktur.
Sivil toplum örgütleri, müzakere masasında çatışanlardan birinde yana taraf olarak masa kalamaz bir an gelip “evine gitmek” zorunda kalacağını bilmek durumundayız.
Müzakerenin başarılı olması kimlik haklarının tanınmasını ve bir biçimde egemenlik paylaşımıyla sonuçlanacak bir sürecin planlanmasını zorunlu kılıyor.
Barış süreçlerinde veya silah bırakma süreçlerinde mekanizma varsa, süreç içinde çıkan sorunları, arızaları gidermek mümkün olur.
Hiçbir süreç bir defada sonuçlanmadığı gibi başladığı gibi bitmez. Başarı için kuralı , kurulu ve hukuku belli ve aylarla değil yıllarla ifade edilen bir süreç planlanmalı.
Örneğin Somali’de üç yıl süren müzakere son üçüncü ayında kamuoyuna açıklanmış. Ülkemizdeki Yanlış ezberlerden biri de şeffaflık.
Birçok örnekte müzakere süreçleri çok ileri aşamada şeffaflaşmış. Barış arayışının teşhiri amaçlı şeffaflık tartışmalarına son verilmeli.
Kendi yolumuzu dünya deneyimleri de dikkate alarak açmalıyız. Uygulanacak şablon, model yok.

Yorum Yazın