Ulus devlet ve milli egemenlik kavramlarının insanlık hikayesinin bir noktasına takılmasının üzerinden daha üç yüzyıl bile geçmedi, ulus devlet ve milli egemenlik kavramları yavaş yavaş tartışılmaya açılalı az olmadı, bugünkü tanımı ile de ne kadar devam edebileceği çok kuşkulu.
Bugünkü klasik tanım nedir, milli egemenlik kimindir diye sorarsanız, muhtemelen en basit yanıt bizim Meclis genel kurulunda yazan “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” ibaresinde ifadesini bulur bu tanım.
Bu “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” (Hakimiyet bilâ kaydü şart Milletindir) ibaresinde anahtar kavram “kayıtsız şartsız” ifadesidir.
Milli egemenlik yani ulus devlet kavramının ne kadar bir süre anayasalarda, siyaset bilim literatüründe başat bir kavram olarak kalacağını kestiremeyebiliriz ama bu kavramın önümüzdeki dönemde çok önemli dönüşümlere konu olacağı mukadderdir, daha doğrusu öyle olmak zorundadır çünkü eski tanımı yani kayıtsız şartsızlık koşulunu korumak isteyen parlamentolar çok büyük sıkıntılar yaşamaya aday olabilirler.
Avrupa Birliği sürecinin özü zaten tam üyelik aşamasında her devletin AB organlarına egemenlik transferi yapma mecburiyetidir; devletlerin bu mecburiyeti kendi demokratik iradeleriyle, başka bir ifade ile de milli egemenlikleri doğrultusunda kabullendikleri bir gerçek ama yine de süreç milli egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğu yerleşik ilkesini önemli ölçüde değiştiriyor, devlet olmanın en büyük iki şartından birinin “para basma tekeli” olduğunu hatırlayalım, Avrupa tek para sistemi ile bu tekelin yıkıldığını, Frankfurt’a (AMB-ECB) devredildiğini de unutmayalım.
İlhan Tekeli ve Selim İlkin’in iki ciltlik Avrupa Birliği’ne ilişkin çok güzel kitabının isminin “Ulus devleti aşma çabası” olduğunu da yine hatırlayalım.
xxx
İktisatçıların, kamu maliyecilerinin anahtar kavramlarından, tanımlarından biri olan kamu malı (public good) tanımı son otuz, kırk senedir “küresel kamu malı” kavramı ile zenginleştirildi.
Küresel kamu malının (global public good) mevhum-u muhalifi ise “küresel kamu kötülüğü” (global public bad), çevre sorunları, sınır tanımayan büyük epidemiler, küresel uyuşturucu trafiği, insanların yaşam haklarına, ifade özgürlüklerine, beden bütünlüklerine sistematik devlet marifetiyle tecavüzler ilk aklımıza gelen küresel kamu kötülükleri.
Klasik ulus devlet modeli ve yapılanması ulusal kamu kötülükleri için, bazen çalışıyor, bazen çalıştırılmıyor, müdahale enstrümanları geliştirmiş iki, üç asırdır, polis, milli yargı, ulusal sağlık sistemi bu enstrümanların bir bölümü.
Ancak, şu gerçeği kabul etmek durumundayız, küresel kamu kötülüklerine karşı bu ulusal kurumlar etkin değil, bunlarla mücadele etmek için dünya sistemi halen kurumsal olarak çok eksik, Birleşmiş Milletler örgütü çok konuda yetersiz kalıyor, Interpol küresel uyuşturucu trafiği ne kadar etkili belli değil, çevre konusunda 31. COP toplanacak, ne kadar mesafe alındığı belirsiz, 31.COP toplanacak ise demek ki ilk otuzunda pek büyük bir mesafe alınamamış, ABD gibi büyük bir üretim makinası “çevre sorunu hikayedir”!!!!! dediği zaman sistem kilitlenebiliyor.
Önümüzdeki on yılların en büyük, en önemli konusu hiç kuşkusuz küresel kamu kötülükleri ile etkin mücadele edebilecek kurumların inşası olacaktır.
Yazının başlığında üç temel küresel kamusal kötülükten örnek verdim, çevre, insan hakları, küresel uyuşturucu trafiği; ulus devletlerin yapısı, idari kapasiteleri bu üç küresel kötülükle etkin mücadeleye izin vermiyorsa bu üç kötülükle mücadelede zafiyet gösteren, küresel müdahaleye izin vermek istemeyen devletlere küresel müdahalelere yavaş yavaş alışmaya başlamak lazım.
Kimsenin çevre, uyuşturucu, insan hakları konularında bu üç alanda insanların maruz kaldığı olumsuzlukların, kötülüklerin ulusal egemenlikten daha az önemli olacağını iddia etme hakkı yoktur, iddiaları zamana karşı hiç de dayanıklı olamayacaktır çünkü.
Bu küresel kamu kötülükleri ile (global public bads) mücadele etmeye yönelik bir uluslararası (international) değil, ulusalüstü (supranational) kurumlar ve bu kurumların yine ulusalüstü vergilerle finansman biçimleri yaşama geçemediği sürece dünya mahallesinin mahalle kabadayısı, bölgesel olarak da daha küçük kabadayılar durumdan vazife çıkarıyorlar ve ortaya suiistimale çok müsait durumlar çıkabiliyor ama unutmayalım “tabiat boşluk sevmez” diye bir doğa kuralı vardır, bu doğa kuralının küresel düzende karşılığı da var.
Bir egemen devlet milli egemenliğine dayanarak, güvenerek vatandaşlarının yaşam hakkını, çevre sağlığı hakkını, limanlarından giren tonlarca uyuşturucuyu yaşamamak hakkını ihlal edemez, ederse bir biçimde bir siyasi ya da hukuki müdahaleye hazır olmalıdır, çok iyi düzenlenmiş bir supranational örgüt oluşuna kadar da mahalle kabadayısının çok muhtemeldir araya meşru olmayan taleplerinin de karıştığı müdahaleleri hep olacaktır.
Trump Venezuela’ya askeri müdahaleden bahsetmekte, Venezuela’yı askeri ve ticari ablukaya almaktadır, Trump’ın bu müdahalesine gerekçe olarak uyuşturucu ticaretini göstermektedir belki, çok muhtemeldir bu gerekçenin arkasında Venezuela petrollerini kontrol etmek güdüsü de vardır, hiç şaşmam, ama bu uyuşturucu ihracı bu müdahale için bir bahane olarak dahi kullanılsa Venezuela’nın eczacılık amaçlı kullanımlar dışında uyuşturucuyu küresel piyasalara sürme hakkı da yoktur.
Avrupa projesi dahilinde Avrupa Konseyi kurucusu ülkeler insan hakları konusunun, vatandaşlarının yaşama hakkının, ifade özgürlüğü hakkının, adil yargılanma haklarının milli egemenlikten daha önemli olduğunu bilerek Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesini yapmışlar ve AİHM’i kurmuşlardır.
“Biz egemen bir milletiz” diyerek AİHM kararlarını uygulamamak Avrupa Konseyi üyesi hiçbir ülkenin hakkı değildir, er ya da geç hukuki, siyasi müeyyidelere hazır olmalıdır bu görüşü paylaşanlar.
Doğrudur, Avrupa ülkeleri, en başta İngiltere, Fransa 19. yüzyılda, 20. yüzyılda çevre kirliliğine neden olmuşlardır ama bugün de kimsenin, hiçbir ülkenin COP’larda “Siz dünyayı kirlettiniz, kişi başına gelirlerinizi elli bin dolara çıkardınız, bizim de bu seviyelere gelene kadar çevre kriterlerinden taviz vermemize karışmayacaksınız” deme hakkı yoktur.
Dünyanın acele bu küresel kamu kötülüklerle etkin mücadele edecek bir supranational-ulusalüstü kuruma ihtiyacı vardır.


























Yorum Yazın