MENU
  • ÇEVİRİ
  • YORUM
  • YARGI KRİZİ
  • PİYASALAR
  • GÜNDEM
  • DÜNYA
  • EDİTÖRDEN
  • SPOR
  • KÖŞE YAZILARI
  • DOSYA>Seçimin Ardından
  • GENEL
  • KİTAP
  • DOSYA>Avrupa'nın Seçimi
  • DOSYA>Emekliler
  • YAZARLAR
  • FOTO GALERİ
  • WEB TV
  • ASTROLOJİ
  • RÜYA TABİRLERİ
  • HABER ARŞİVİ
  • YOL TRAFIK DURUMU
  • RÖPORTAJLAR
  • Künye
  • Gizlilik Politikası
  • E-Bülten
Yeni Arayış
Yeni Arayış
Yeni Arayış
  • ANA SAYFA
  • KÖŞE & YORUM YAZILARI
  • GÜNDEM
  • KATEGORİLER
    • SİYASET
    • EKONOMİ
    • DIŞ POLİTİKA
    • KÜLTÜR SANAT
    • HUKUK
    • TEKNOLOJİ
    • PSİKOLOJİ
    • FELSEFE
    • KENT
    • EDEBİYAT
    • SAĞLIK
    • ASTROLOJİ
    • GEZİ
    • SÖYLEŞİ
    • EKOLOJİ
    • MEDYA
    • EĞİTİM
  • KÜNYE & İLETİŞİM
Kapat
estheteclinic haber üstü reklam

Türkiye’den kimse Nobel filan alamaz

Ana SayfaSi̇yasetTürkiye’den kimse Nobel filan alamaz
Türkiye’den kimse Nobel filan alamaz
20 Ekim, 2024, Pazar 07:30
  • yazdıryorum yazfont küçültfont büyüt
İlter Turan
İlter Turan

Bu değerli hocalarımız bizzat yürüttükleri ve bütün insanlığı ilgilendiren araştırmalar ve bunların sonucunda ortaya koydukları bulgular sayesinde ödülü aldılar. Bilimsel çalışmalarını şayet ülkemizde sürdürselerdi, şu anda kendilerini Nobel’e götüren araştırmaları yapacak imkanları ve ortamı bulamayacaklardı.

Türkiye’de doğmuş ve yetişmesinin bir bölümünü Türkiye’de yaşamış Daron Acemoğlu’nun iktisat alanında Nobel ödülünü almış olması hepimizi sevindirdi. Gazetelerimiz son yıllarda Nobel ödülü alan üçüncü Türk’ten bahsettiler. Daha önce Orhan Pamuk, sonra da Aziz Sancar değişik alanlarda olmakla birlikte aynı ödülü almışlardı. Dünyada birçok ülkenin özlediği ödülü Türklerin alması ne güzel değil mi? Evet demeden önce iyi düşünmemiz de fayda var. Size gayet basit bir soru soracağım. Eğer Aziz Sancar veya Daron Acemoğlu hocalarımız North Carolina ve MIT’de çalışmayıp da bir Türk üniversitesinde çalışsalardı, acaba Nobel ödülü almaları söz konusu olabilir miydi? Pek sanmıyorum. Sebebi gayet basit. Bu değerli hocalarımız bizzat yürüttükleri ve bütün insanlığı ilgilendiren araştırmalar ve bunların sonucunda ortaya koydukları bulgular sayesinde ödülü aldılar. Bilimsel çalışmalarını şayet ülkemizde sürdürselerdi, şu anda kendilerini Nobel’e götüren araştırmaları yapacak imkanları ve ortamı bulamayacaklardı. Demek ki, bu kişilerin Türkiye kökenli olmalarından keyif alabiliriz, ama onları Nobel’e götüren yolda ülkemiz kökenli olmalarının pek fazla katkısı olmadığını da görmemiz gerekiyor.  

Dikkat ederseniz, Orhan Pamuk’tan söz etmedim. O edebiyat ödülü aldı. Edebiyat ödülü alanların eserlerini ulusal bir ortamda kaleme almış olmaları doğal. Yine de, edebiyat aracılığıyla evrensel bir konuya eğilmeleri, evrensel bir mesaj vermeleri beklendiğinden, o bekleyişe uygun bir donanım sahibi olmaları bekleniyor. Dolayısıyla, ben Orhan Pamuk’un da yetişmesinde, yetiştiği kurumların dünya ile bağlantılı olmalarının ve yabancı dil bilgisinin önemli rolü olduğundan eminim. 

Fakat gelin biz yine Sancar ve Acemoğlu’na dönelim. Her ikisi de dünyanın araştırmalarıyla önde gelen kurumlarında hizmet veriyorlar. Geniş araştırma kadroları ve fonları ile destekleniyorlar. Bulgularını yayınlıyorlar. Kendi alanlarında çalışan diğer kişilerle eminim sürekli temas halindeler, istedikleri bilimsel toplantılara gidecek olanaklara sahipler. Sanıyorum hayatlarını kolaylaştıracak sekreterlik hizmetleri de kurumları tarafından karşılanıyor. Buna karşılık, istikbal vaat eden genç araştırmacılar yetiştirmeleri bekleniyor. Tabii, bir de bol ürün vermeleri, örneğin önemli ve başkalarının referans olarak kabul ettiği makaleler yazmaları, çalışmalar yayınlamaları, yeni bulgular üretmeleri lazım. Ayrıca, çoğu zaman araştırma fonu bulmaları bekleniyor. Verim alınamayan elemanlar ise zaman içinde eleniyor. Nobel alan hocalar kolay bir ortamda yaşamıyorlar; sürekli çalışmaları, başarılı işler yapmaları lazım.

Bu zorlu koşullara bir de ortam konusunu eklemek gerek. En çok Nobel ödülü alan ülkelere (ödül alanların kökeninden söz etmiyorum) baktığınız zaman, bu ülkelerin demokrasiyle yönetildiğini, geniş fikir özgürlüğüne sahip olduğunu, özellikle üniversiteler ve diğer araştırma kurumlarında ifade, tartışma, aykırı fikirler savunma gibi özgürlüklerin yaygın kabul gördüğünü göreceksiniz. Böyle bir ortamın tüm araştırmalar için olumlu olduğu söylenir fakat tıp, iktisat gibi konularda söz konusu özgürlüğün ne kadar vazgeçilmez olduğunu özellikle vurgulamak gerekiyor. Söz gelimi, Daron Acemoğlu iktisaden ileri giden ülkelerin demokratik, hukuk devleti olmak gibi niteliklerini vazgeçilmez buluyor. Sizce, kendisi böyle bir araştırmayı acaba Rusya’da yapabilir miydi? Herhalde yürüttüğü çalışma için ne kurumsal destek bulabilir ne de gözlemlerini açıkça ifade edebilir, yayınlayabilirdi. Tabii, Rusya dışında bildiğimiz başka örnekler az değil…

Üniversiteleri muhtelif başarı kriterlerine göre tasnif eden araştırmalarda Türk üniversitelerinin konumu zayıflıyor. İlk bin listesinde yer alan üniversitelerimiz geçmişe göre daha alt sıralara inmiş bulunuyorlar. 

TÜRK ÜNİVERSİTELERİNİN KONUMU ZAYIFLIYOR

Şimdiye kadar bir Türk kurumunda çalışıp da Nobel ödülü alan çıkmadı ve çıkmaz. Biz eğitim sistemimizi araştırma-geliştirmeyi ön plana alacak şekilde düzenlemiş değiliz. Üstelik, zamanla iyileşmeyip son yıllarda kötüye gittiğimiz anlaşılıyor. Üniversiteleri muhtelif başarı kriterlerine göre tasnif eden araştırmalarda Türk üniversitelerinin konumu zayıflıyor. İlk bin listesinde yer alan üniversitelerimiz geçmişe göre daha alt sıralara inmiş bulunuyorlar. Yıllık bilimsel yayın sayısında da geçmişte önünde yer aldığımız bazı ülkeler şimdi önümüze geçmiş durumda. Ne gibi sorunlarımız var? Size çok uzun bir liste verebilir, çok uzun bir değerlendirme yapabilirim ama böyle uzun bir rapora gerek yok. Kısaca birkaç sorundan söz etmek yeterli olacaktır. Birçok konuyu ihmal ettiğimden şikayet edebilirsiniz. Eminim haklısınız., ben sadece önemli gördüğüm birkaç örnek vereceğim.

Konuya bütün üniversiteleri eşit kabul eden yasadan başlayarak girebiliriz. Yasalarımız bütün üniversiteleri eşit tutmaktadır. Böylece üniversitelerin kendilerini iyileştirmek ve ileriye gitmek için motivasyonları peşinen zayıflatılmaktadır. Haksızlık ediyorsun diyecek olursanız, bir soru sorayım. Doçentlik jürileri kurulurken her üniversiteden hoca, mensup olduğu üniversitenin niteliğine bakılmaksızın doçentlik jürisine üye olabilmekte midir?  Jüri üyesi olacak kişilerin performansına bakılmakta mıdır? Hayır. Bunun sonunda, herhangi bir ciddi yayını olmayan, senelerdir en ufak bir eser vermemiş bir “profesör” bazen dünyanın en seçkin kurumlarında yetişmiş, en saygın bilimsel dergilerinde yayın yapmış, her yıl yeni araştırmalar yapan bir gencin “Türkçe makalesi yok” gibi bir gerekçe ile terfiini engelleyebilmektedir. 

Üniversite yöneticilerinin nasıl seçildiğini herhalde ayrıntılarıyla anlatmama gerek yok. Gönlünde rektörlük sevdası yatan fakat bunun dışında herhangi bir başarıya imza atmış olduğu tartışmalı çok sayıda şahıs, Sayın Cumhurbaşkanımıza dilekçe verip rektör olmak istediklerini beyan etmekte, muhterem büyüğümüz de hangi kriterlere göre seçer bilinmese de, bazı kişileri rektör atamaktadır. Kamuoyundaki genel izlenim başvuru sahiplerinin akademik bakımdan pek etkileyici kişiler olmadıkları, iktidar partisine sadakat bağlarının güçlü olduğu, üniversitelerde kendi siyasi görüşlerine uygun olan kişilerin çoğunluğu sağlamasını arzuladıkları, yine öğrencilerin de kendi görüşlerine uygun olarak yetişmesini istedikleridir. Atanan kişinin öğretim kadrosu nezdinde saygı uyandırmadığı adeta kurallaşmış bulunuyor. Fakat vahim olarak, rektörlerimizin akademik başarı, yaratıcılığı teşvik etmek, yeni buluşlara imza atmak gibi dertleri pek olmadığı görülüyor.

Daha çok her işe kendi adamlarını yerleştirmek, çoğu zaman akraba taallukata da iş bulmak, güzel otomobiller almak gibi işlerle uğraşmakta, kurumu bilim alanında ileriye götürmek akıllarına dahi gelmemektedir. Yurt dışında iyi tanınan üniversitelerimize atanan yeni rektörler ise, kendileri gibi olmayanları görevden uzaklaştırayım derken, bu kurumların gerilemesine, çok sayıda öğretim elemanının emekliliğini istemesine veya yurt dışına gitmesine, böylece kurumun uluslararası başarı skalasında gerilemesine vesile olmuş görünüyorlar.

Hocalarımızın ders yükü de ağırdır. Bu yükü bihakkın taşımaya kararlı bir hocanın ayrıca literatürü izlemeye, araştırma ve özellikle yaratıcı çalışmalar yapmaya, makaleler yazmaya vakti kalmayacaktır. Fakat özellikle taşra üniversitelerinde ders yükleri o kadar yüksektir ki, bu kurularda çalışanların doğru dürüst ders hazırlamaya vakitleri olduğu bile şüphelidir. Biz bu kurumlara genellikle lisans ötesinde yüksek lisans ve doktora programları yürütme yetkisi de veriyoruz. Doktora programları kişinin iyi yetişmesi, gelecekte yaratıcı araştırmalar yapması için donanım kazanması için bir hazırlık dönemi oluşturur. Kişi akademik bakımdan ilerlesin diye işi başından aşkın hocalar tarafından verilen baştan savma doktora dereceleri üniversitelerin kalitesini yükseltmiyor, geriletiyor.  Bu ürünlerle değil Nobel almak, mezunlarımızı dünyanın iyi üniversitelerine öğrenci olarak kabul bile ettiremeyiz. 

İkinci yol, kaynak göstermeden kopyacılık veya bilinen ismiyle intihal. Özellikle az bilinen bir dış kaynaktan yapılan alıntıların yakalanmayacağı varsayılıyor. Bu tür hırsızlık günümüzde bir oranda bilgisayar aracılığıyla yapılan denetimler yoluyla daha kolay engellenebiliyor ama yabancı dildeki bir kaynaktan yapılan çeviri şeklindeki çalıntıyı saptamak zor olabilir. 

İNTİHAL

Son yıllarda etik kurallara riayet edilmediği de sık sık dile getiriliyor. İhlaller çeşitli şekiller alabiliyor. Bir tür, kişinin yazılmasında katkısı olmayan eserlerde isminin sanki yazarmış gibi görünmesi. Bu olaylarda çoğu zaman daha kıdemli hocaların isimlerinin kullanılmasına izin verdikleri veya bir iş yapmış gibi gözükmek için isimlerinin yazılmasında ısrar ettikleri anlaşılıyor. İkinci yol, kaynak göstermeden kopyacılık veya bilinen ismiyle intihal. Özellikle az bilinen bir dış kaynaktan yapılan alıntıların yakalanmayacağı varsayılıyor. Bu tür hırsızlık günümüzde bir oranda bilgisayar aracılığıyla yapılan denetimler yoluyla daha kolay engellenebiliyor ama yabancı dildeki bir kaynaktan yapılan çeviri şeklindeki çalıntıyı saptamak zor olabilir. Diğer bir yol ise piyasada araştırma raporu, tez, ödev hazırlayan bir şirketten malzeme satın almak ve kendi yazmış gibi sunmak. Her nedense bu işi yapan şirketler alenen çalışıyorsa da, şimdiye kadar yakalananını ve kimlere hizmet verdin diye sorgulananını hiç duymadım. Acaba bu iş çok yaygın da, kimse kurcalamak mı istemiyor diye aklımdan geçmiyor değil. 

İsterseniz tartışmayı burada noktalayayım. Sorunlardan sadece bazı örnekler verdim. Bu sorunları yaşayan kurumların bırakın Nobel adayı adam yetiştirmeyi ve barındırmayı, işini doğru dürüst yapanları koruması bile bir mucizedir. Bu koşullar devam ettikçe, biz kısmen Türkiye’de yetişmiş ama yurt dışı bir kurumda yaptıkları dolayısıyla Nobel ödülü alanlarla övünürüz ama Türkiye’den kimse ödül alamaz. Kendimizi aldatmaya gerek yok.

  • Ana muhalefet iktidar olmak istiyorsa! Ana muhalefet iktidar olmak istiyorsa!
Yazarlar sayfasını izyeret ettiniz mi?
NobelEkonomiDaron AcemoğluAziz SancarOrhan Pamuk

Yorum Yazın

e-bülten sağ blok
İlter Turan
    İlter Turan

    Bizi Takip Edin
    Facebook
    X (Twitter)
    Instagram
    Linkedin
    Mastodon
    Bluesky
    Köşe Yazarları
    Murat Aksoy
    Murat Aksoy Şirin: Bu kitabı alamayacak babalara ücretsiz ulaştırmak istiyorum
    Bahattin Yücel
    Bahattin Yücel İsrail-İran ve Ortadoğu
    Burak Can Çelik
    Burak Can Çelik İsrail-İran geriliminde yeni perde: Son gelişmeler ve bölgesel yansımalar
    Tunay Şendal
    Tunay Şendal İsrail-İran Savaşı’nın dinamikleri ve Türkiye
    Mehmet Hasgüler
    Mehmet Hasgüler Bir AİHM kararı: Kara haber mi müjde mi?
    Gülseren Aydın
    Gülseren Aydın Meltem Arıkan oyunlarına feminist bakış
    Ali Kılıç
    Ali Kılıç BOP tıkır tıkır işliyor: Sessiz kartlar, derin hesaplar
    Hakan Şahin
    Hakan Şahin İsrail’in İran Saldırısı Türkiye’ye Neler Söylüyor?
    Korhan Gümüş
    Korhan Gümüş Yetimhane dünyanın en ilginç mimari koruma projelerinden biri olabilir
    Turgay Bozoğlu
    Turgay Bozoğlu Nükleer gölge ve ekonomik fırtına: Yeni bir krize hazır mıyız?
    Çağatay Arslan
    Çağatay Arslan Bir dostu ölü götürmek
    Bahar Akpınar
    Bahar Akpınar Penelope’nin örgüsünden bugünün kadınlarına: Oyalanmanın, hatırlamanın ve direnmenin ritmi
    Bekir Ağırsoy
    Bekir Ağırsoy 1988-89 En Güzel Futbol Sezonu(muz) (2): Başka türlü bir şey
    Hakan Tahmaz
    Hakan Tahmaz Ferdi Zeyrek’in cenaze töreninin çoklu anlamı 
    Burcu Ağca Karakaya
    Burcu Ağca Karakaya Kopya çekmedim, sadece kendi algoritmamı kullandım!
    Buse Ayazma
    Buse Ayazma Duygusal zekalarımız savaşsın isterdim ama…
    Betül Özdemir Güran
    Betül Özdemir Güran Ötekiyle aynı arasında nefes aralığı: Cehennemden aşka bir yolculuk
    Mesut Balcan
    Mesut Balcan Acının estetiği ve gerçekliği: Werther'den Müslüm Baba'ya uzanan çığlıklar ve acının ortak dili 
    SON GELİŞMELER
    İhraç edilen teğmenlerin avukatlardan açıklama
    İhraç edilen teğmenlerin avukatlardan açıklama
    Saadet Partisi Genel Başkanı Mahmut Arıkan, Yalova'da tersane işçileriyle bir araya geldi
    Saadet Partisi Genel Başkanı Mahmut Arıkan, Yalova'da tersane işçileriyle bir araya geldi
    MSB kararını açıkladı: Teğmenler TSK'dan ihraç edildi
    MSB kararını açıkladı: Teğmenler TSK'dan ihraç edildi
    DEM Parti İmralı Heyeti’nden Pervin Buldan, DTK Eş Başkanı Leyla Güven’i cezaevinde ziyaret etti
    DEM Parti İmralı Heyeti’nden Pervin Buldan, DTK Eş Başkanı Leyla Güven’i cezaevinde ziyaret etti
    instagram gel gel
    tanpınar haber altı
    Yeni Arayış
    KünyeGizlilik PolitikasıE-BültenRSSSitemapSitene EkleArşiv
    SOSYAL MEDYA BAĞLANTILARI
    FACEBOOKTWITTERINSTAGRAMLINKEDIN

    Yeni Arayış | Onemsoft Haber Yazılımı